Sanatçının eleştirmen olarak portresi:

T. S. Eliot

Seçilmiş Denemeler

THOMAS STEARNS ELIOT

Everest Yayınları
Mart 2025
544 sayfa

çev. Devrim Ekim Kocadere

15 Mayıs 2025

TAHSİN ALADAĞ

Thomas Stearns Eliot, Everest Yayınları tarafından Devrim Ekim Kocadere çevirisiyle yayınlanan Seçilmiş Denemeler eseriyle bir kez daha Türkçe okurunun kütüphanesine konuk oluyor. Eliot ile tanışıklığı ekseriyetle şiir üzerinden olan Türkiye okuru, onun eleştirmenliğinin ürünlerini (ki ciltlerce eser vermiştir) henüz geniş çapta tanımıyor, oysa Eliot içinde yaşadığımız ya da en azından eklemlendiğimiz kültürel dünyanın iskeletinin göz ardı edilemeyecek parçalarını şekillendiren 1930-1960 yılları arasında bir nevi “Edebi Papa” rolü üstlenmişti.

T. S. Eliot, 26 Eylül 1888 günü St. Louis’de, Poe, Whitman ve Browning’in güçlerinin estiği Kuzey Amerika’nın kültürel dünyasında, derin İngiliz kökleri olan bir ailenin malikânesine doğdu.[1] Eliot’ın yazınsal yaşamının sık sık hesaplaşacağı kültürel yapılar bu iki dünyanın arasında, Atlantik Okyanusu tarafından ayrılmış bu iki coğrafyanın yarattığı fırtınalı kültürel zeminde gelişti. ABD’nin “soğuk ve yavan” kültürel ikliminden kaçarak kendini Londra’nın savaş günlerindeki kaotik dünyasına attığında, Eliot çökmekte olan bir edebi geleneğin saygın tarihi altında hem eziliyor hem de bu tarihin geleceğini mümkün kılma çabasına yakın bir alaka hissediyordu. Eliot’ın eleştirmenliği, onun kültürel veya edebi eleştirel yazın külliyatı bu zeminde yer alıyordu; onun için edebi eleştiri öznel izlenimleri paylaşma aracı değil, edebi geleneği anlama, muhafaza etme ve yönlendirme çabasıydı.

20. yüzyılın kültürel ortamı –belki de en isabetli şekilde The Waste Land’de ifadesini bulduğu haliyle– bir kriz, parçalanma, sükût-u hayal iklimiydi. Büyük Savaş’tan önce Avrupa’yı ve Amerika kıtasını gri bulutlar gibi saran kültürel tıkanıklık, geç romantizmin başarısızlığı ve çağın kaygılarına cevapsızlığı, Eliot dahil birçok genç Anglo-Amerikan yazarı bir çeşit kültürel muhafazakârlığa, gelenekçiliğe, bir düzen ve ilkeler bütünü arayışına itmişti. Şiirsel devrimciliğin ve geleneksel biçimleri altüst etme kuvvetinin aksine, Eliot kültürel olarak muhafazakâr, utangaç ve düzen yanlısı taraflarından hiç feragat etmedi. Fakat toplumsal gericiliği bir yana, Eliot’ın eleştirel yazının en ince detayına, en gölgeli köşesine, en soğuk yüzeyine bile hâkim olan kudretli kavrayışı kendisine karşı çıkanların bile (belki de en çok onların) yolunu aydınlatır. Eliot’ın ertesinde gelişen en yaratıcı kuramsal ve eleştirel etkinliğin hatırı sayılır bir kısmı, onun amansızca yerdiğini tekrar meşru ve “okunabilir” kılmak için üretildi. Bu sebeple sanatçı-eleştirmen geleneğinin 20. yüzyıldaki en kuvvetli halkalarından biri olan T. S. Eliot, kültürel eleştirmenliği miadını doldurmuş olsa da, eleştirel yazının edebiyat için ağırlığı ve önemi konusunda güncel tartışmalarda hâlâ önemli bir yere sahiptir.

Eliot gelenekten bahsederken (edebi, kültürel, siyasi veya dinî) bilinçli ve bilinçsiz hayatın toplumsal sürekliliğinin[2] çerçevesini çıkarma çabası içine girer. Eleştiri, gelenekle ilişkilenecek yeni iyinin seçilmesi, yeni bir duruma uygun tepkinin keşfedilmesidir.[3] Eleştirinin Eliot’ın düşünsel dünyasında kapsadığı bu hayati görev ve 20. yüzyılın edebiyat kuramcılarının geniş bir kısmının Eliot’ın eleştirel çabalarında kendi kuramlarının köklerini buluyor olması, onun denemelerini yalnızca bir şairin edebi görüşleri olarak okumayı imkânsız kılıyor.

T. S. Eliot

Eliot’ın güncel yazınsal/eleştirel dünyamızda edineceği rolün kaynağı onun eleştiride gördüğü ilkenin cevherinde bulunur: Eleştiri Eliot için eleştirmenin metne dair duygulanımlarıyla oluşan bir öznel izlenim aktarımı değildir, metnin çevresinde dolaşan ve eleştirmenin yaratıcı edim ihtiyacını tatmin ettiği bir yazınsal uğraş da değildir. Eleştirmen sanat nesnesini ele alırken, ona dair duygularını basit duygular olmaktan öteye taşıyan, metne dair değer yargılarını onun gelenekle ilişkisinde ve diğer eserlerle kıyasta aydınlatan, nesnel bir çabaya girişmelidir.

Eliot’ın kendi eleştirel yazınında yürüttüğü pratik kimi zaman çelişkilerle dolu olsa da, onun tarihsel/ideal eleştirmen tipine nasıl yaklaştığını ilk deneme kitabı olan (ve maalesef Seçilmiş Denemeler çevirisinde bulunmayan) The Sacred Wood’daki “The Perfect Critic” makalesinden öğrenebiliyoruz. Sanatçı-eleştirmen rollerinin yazı işlerindeki duyarlıklarının arasındaki ayrımlar üzerinden hareket eden Eliot, kusurlu eleştirmenin (imperfect critic) tavrının analiz ve inşa değil, izlenimlerini aktarmak yönünde olduğunu vurgular. O, ele aldığı eseri analiz etmek yerine, bize eserin kendi zihninde ürettiği izlenimleri aktararak eserin dışında bir şeyin (kendi zihninde eserin yarattığı izlenimlerin) aktarımını yapar; bu, yeni bir nesnenin yaratımı yönünde bir edimdir ve bu izlenimlerin serimlenmesini eserin aktarımına ikame eder. Burada geniş manasıyla herhangi bir eleştirel eylem olmadığı söylenemez, ancak gerçekleşen eleştirel etkinlik ancak ve ancak yaratıcı edimin sınırlarında gerçekleşir; eleştirel girişim her yaratıcı edimin parçası olan eleştirel tavırdır, kendi başına bir analiz ve inşa eylemi değildir.

Günümüzde Türkçe edebiyat alanında üretilen eleştirel yazının da Eliot’ın kusurlu eleştirmen tipinde saptadığı hatadan mustarip olduğu gözlemlenebilir. Eleştirel dünyamızda yaygın olan tavır, esere yönelik öznel duygulanımlar ve fikirleri (bu fikirler kökenlerini toplumsal kaygılarda, felsefi veya ahlaki bağlılıklarda bulabilir) eserden doğan izlenimlerle birleştirip bunları eserin nesnelliğinden bağımsız biçimde eleştirel düşüncenin yerine koymaktır. Bunlar esere dair duyguların ve izlenimlerin farklı kılıklarda, metinle somut bağlantılar tesis etmeden, eleştiri yerine sunulur. Oysa Eliot için gerçek eleştirmenin eserde yerleşik saydığı duygular hiçbir zaman salt duygu olarak kalmaz. Sanat eserini eleştirel edimle dönüştürürken kendileri de dönüşür ve eseri kıyas yoluyla aydınlatan değer yargıları haline gelir. Yine aynı makalede, Eliot günümüzdeki bu eleştirel tavırda yaygın olan bir diğer yöne, edebiyat eleştirisinin alanının (özellikle terim ve kavram düzeyinde) diğer düşünsel alanlardan asimile edilmiş terim ve fikirlerle yürütülmesine değinir:

Bilinmesi gereken bu kadar çok şey varken, aynı kelimelerin farklı anlamlarda kullanıldığı bu kadar çok bilgi alanı varken, herkes pek çok şey hakkında pek az şey biliyorken, bir kimsenin ne hakkında konuştuğunu bilip bilmediğini bilmesi giderek zorlaşır. Ve bilmediğimizde ya da yeterince bilmediğimizde, her zaman duyguları düşüncelerin yerine koyma eğiliminde oluruz.[4]

Eliot’ın, çelişkilerle ve çekincelerle dolu olsa da, bize çizdiği bu gölgeli, duygulardan ve yaratıcılıktan arınmış ve kendini eleştirel düşüncenin kişiliksizliğine teslim etmiş eleştirmen betimlemesi bize günümüzde çekici gelmese de, edebiyat eleştirisinin bir düşünce ve eylem alanı olarak ayakta durabilmesi, daha ötesinde canını yitirmemesi, ona hem yaratıcı yazının hem de öznel denemeciliğin alanlarından koparılmış, müstakil ve özerk bir alan inşa etmekle mümkün olabilir. Bunun yolu da Eliot’ın çizdiği patikadan geçiyor; kusursuz eleştirmen, eleştirinin sanatın yedeği olmadığını, yaratıcı etkinliğin edebiyatta gerçekleşmemiş tutkularının ikinci bir hayatı deneyeceği alan olmadığını bilerek metnin nesnelliğini kendi öznelliği için feda etmemeli. Yalnızca metnin özerkliğini tanıyan bir eleştiri kendi ayakları üzerinde durabilir.

 

NOTLAR

[1] Peter Ackroyd, T. S. Eliot, Penguin, 1993, s. 15.

[2] Northrop Frye,  T. S. Eliot, Capricorn Books, 1972.

[3] T. S. Eliot,  Seçilmiş Denemeler, çev. Devrim Ekim Kocadere, Everest Yayınları, İstanbul, 2025.

[4] T. S. Eliot,  The Sacred Wood: Essays on Poetry and Criticism, Martino Publishing, 2015.