Sapiens’in en büyük başarılarının birer “başarı” olduğu konusunda hepimizle hemfikir Tim Wolff. Ancak kitabında hep daha fazlasını isteyen insanın fütursuzluğu yüzünden bu başarıların birer başarısızlığa, hatta kendini yok etmeye dönüşmüş olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor.
Bilimcilerin ispatladığı üzere insanın aşağı yukarı on bin yıllık bir “medeniyet” tarihi var. Dünya için küçük, insanlık için büyük sayılabilecek bu süre zarfında insan, medeniyet yaşıyla eşdeğer pek çok şey keşfetti, üretti. Hâlâ da keşfetmeye, icat etmeye, üretmeye devam ediyor. İnsanın kendini dünyanın efendisi ilan etmesinin altında da zaten bu yetisi yatıyor. Ancak kör topal, düşe kalka bugünlere kadar gelen bizler, icraatlarımızın sadece iyi ve işlevsel yanlarını görüp bunları kendimize yedirdiğimiz için gayet de farkında olarak bu devinimimizi maalesef kaybetmiş durumdayız. Çünkü ürettiğimizin on katını tükettik. Tüketirken, en çok faydalandığımız alan olan doğaya onarımı mümkün olmayan zararlar verdik. Hepsinden öte, kendimizi ondan koparıp ayrı bir varlık olarak, ayrı bir yerde konumlandırdık. Bu uzaklaşma aslında insanın kendisinden uzaklaşmasıydı, kendine ihanetiydi. Bunu görmezden gele gele uydurduğumuz yalanın içinde kaybolduk. Yitip gittik. Böylece de hikâyenin son sayfalarına kadar geldik. Artık kitap bitiyor. Dükkân kapanıyor. İlerlediğimizi düşünürken tam tersine, geriye doğru gidiyoruz. Hem de en geriye. Her şeyin başladığı yere…
Peki bu “geriye doğru devinim” süreci nasıl başladı? Nasıl oldu da ilerleme bizzat gerilemenin kendisine dönüştü? Alman gazeteci ve mizahçı Tim Wolff’un, Say Yayınları’ndan Gülderen Pamir çevirisiyle çıkan Sapiens’in En Büyük Başarılarıadlı kitabı, insanın geriye dönüş yolculuğunu, kendi hanesine birer “başarı” olarak kazıdığı, besin, hareketlilik, hijyen, sanat ve kültür, siyaset, isim, teknoloji, cinsellik, tüketim ve insanlıktan oluşan on “buluş”uyla mercek altına alıyor.
Mecburiyetten gereksiz lükse
Tim Wolff’un, insanın birer “başarı” olarak gördüğü bu maddeleri baştan sona sıralaması tesadüf değil elbette. Zira bu on başlığın her biri, esasında insanın “medeniyet” zincirini oluşturan halkalara tekabül ediyor. Dolayısıyla hepsi birbiriyle temas halinde. Hepsi birinin sebebi, diğerinin sonucu. Bunun doğal olduğunu belirten Wolff’un şikayet ettiği nokta, insanın mecburiyetle başladığı hayatta kalma mücadelesindeki doğal yolculuğunu gereksiz bir lükse çevirmiş olması. Besin konusunda örneğin, şimdi önümüze konanlarla 10 bin yıl önceki insanın yediği “şey” arasında ne fark var diye soruyor haklı olarak. İnsanın aradaki o fark için geride bıraktığı “yuva”sını nasıl talan ettiğini, şimdiyse dönüp dolaşıp aynı yiyeceklerle karnını doyurmak zorunda kaldığından dem vuruyor. İcadından binlerce yıl sonra sapiens’in pistona sarıp sarmaladığı ateşle ayağını yerden kestiği otomobildeki gaz salınımının doğaya verdiği zararı ve bunu neden yaptığımızı sorguluyor...
Yaşamak için değil ölümsüzlük için sanat!
Bir başka başlık olan sanat ve kültürdeki gelişiminin de sapiens’in kökleriyle ortaya çıktığını gayet basit bir mantık çerçevesinde, müstehcenlikle açıklıyor Wolff. Zira bahsettiği müstehcenliğin ilk emaresi olan “gaz çıkarma”nın, besinle, ardından ateşle pişen besinle meydana geldiğini, bunun da şakanın, haliyle etken durumda olan için drama, edilgen pozisyondaki kişi için ise komediye dönüşmesinin çıkış noktası olduğunu anlatıyor. Wolff ayrıca, insanın ölümü düşünmemek ya da göz ardı etmek için de sanata başvurmuş olmasına dikkat çekiyor. İlk insanların mağaralardaki çizimlerinin aslında “Ben buradaydım” demek olduğunu ifade eden yazar, ölümlü olduğunu bilip de hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan tek canlı olan insanın ardında bıraktığı “eserlerle” bu dünyadan göçüp gitmesinin, kendisinde bir anlamda “ölümsüzlük” hissi uyandırdığını belirtiyor. Burada da elbette yine ölüm-doğum veya tam tersi bir başa dönme vaziyeti ortaya çıkıyor ki bunu da anlamak hiç de zor değil.
Ve yolun sonuna geldik…
İnsan dünyaya egemen olmak için her şeyi yaptı. Başta kendisi olmak üzere her şeyi feda etti. Her şeyi gözden çıkardı, gözden kaçırdı. Daha fazlasını kazanmak isterken çok daha fazlasını kaybetti. Böyle böyle yolun da yavaş yavaş sonuna geldi.
Sapiens’in en büyük başarılarının birer “başarı” olduğu konusunda hepimizle hemfikir Tim Wolff. Ancak kitabında hep daha fazlasını isteyen insanın bu fütursuzluğu yüzünden bu başarıların birer başarısızlığa, hatta kendini yok etmeye dönüşmüş olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Elzem olanla, ihtiyaç duyulanı karşılamakla yetinmeyen insanlığın, ihtiyacı para aracılığıyla lüzumsuz bir tüketime çevirerek kendi beşeriyetinden tamamen uzaklaştığını, bunu yaparken de ardındaki her şeyi yok ettiğinin altını çiziyor. Ne konuda olursa olsun, “yeni” bir şey yaratacak imkânı kalmayan insan, mecburen en başa dönmek zorunda kalmış vaziyette, çaresiz bir biçimde kendi imha ettiği geleceği üzerine kara kara düşünüyor.