Edebiyat ödülleri tam bir gösterge sayılmasa da, İrlanda kökenli yazarların dört kez Nobel’e, altı kez de Booker Ödülü’ne değer bulunmasını görmezden gelmek mümkün değil. Bu küçücük ülkenin tarihsel, dinsel, siyasal geçmişinden beslenen güçlü bir edebiyat geleneği var çünkü. Nitekim geçen yılın Booker Ödülü de İrlandalı yazar Paul Lynch’in Prophet Song adlı romanına verildi. Dumanı henüz üstündeyken Türkçeye çevrilen roman Peygamberin Şarkısı adıyla Delidolu Yayınları tarafından okura sunuldu ve kısa sürede ilgi çekmeyi başardı. Bu başarının bir başka sevindirici yanı ise Türkiye’deki nitelikli okur sayısının tahmin edilenin üstünde olduğunu göstermesi oldu. Onca olumsuz koşula inat, ülkemizde yazınsal değer taşıyan yapıtları arayıp bulan bir kitle var gerçekten. Basmakalıp olay örgülerine, çalakalem kurgulara ve sığ anlatılara uzak duran bu kitle için Peygamberin Şarkısı biçilmiş kaftan.
Roman ilk bakışta İrlanda özelinden yola çıksa da, dünyanın birçok bölgesinde güncelliğini koruyan baskıcı yönetimlerin gittikçe azgınlaşarak insanlığı distopik bir geleceğe sürükleme olasılığını ve bu sürecin dayatacağı acımasız koşullardan kaçan sığınmacıların ölüm kalım savaşımlarını odak noktasına yerleştiriyor. Nitekim Paul Lynch de bir söyleşisinde “modern kaosu irdelemeye çalıştığını, Batı demokrasilerindeki huzursuzluktan ve Suriye sorununun yarattığı mülteci krizine Batı’nın kayıtsızlığından esinlenerek sorunu bir simülasyon olarak İrlanda’ya taşıdığını” söylüyor açık yüreklilikle. Bu arada yazarın söz konusu simülasyonu küresel bir alegoriye dönüştürmek için ana çelişkiyi bilinçli olarak belirsiz kıldığı ve uluslararası etkisini korumayı amaçladığı da anlaşılıyor.
Peygamberin Şarkısı’ndaki olay örgüsü yakın bir gelecekte İrlanda’da baskıcı bir yönetimin egemen olacağını varsayan bir gerilimle seriliyor önümüze. Öğretmenler Sendikası’nın grev hazırlığı yaptığı günlerde sendikanın genel sekreter yardımcısı olan Larry Stack adlı bir öğretmen Olağanüstü Hal Yasası kapsamında ifadeye çağrılıyor. Ancak bir daha kendisinden haber alınamıyor. Karısı Eilish ise bir biyoteknoloji şirketinde moleküler biyolog olarak çalışıyor. Kadıncağız bir yandan kocasının izini sürerken bir yandan da dört çocuğunun sorunlarıyla boğuşmak zorunda kalır. Fakat umutlar her geçen gün zayıflar, beklentiler ve korkular birbirine karışır, toplum bir kâbusun etkisi altına girer. Paul Lynch’in okuru böyle bir atmosfere romanın daha ilk sayfalarında hazırlaması önemli:
“Telefonuna bakıyor, cihazı eline alıyor, tereddütlü eliyle Larry’ye mesaj atıyor, kendisini yine pencere kenarında dışarıyı seyrederken buluyor. Karanlığa gömülen bahçede artık özenilecek bir taraf kalmadı, çünkü o karanlığın bir parçası eve girdi.” (s. 9)
İşte bu “karanlık motifler” sık sık devreye girerek hem olayların yönlendiricisi hem de kişilerin sürükleyicisi oluyor. Aşırı sağcı Ulusal İttifak Partisi’nin baskıları ülkeyi bir iç savaşa getirince de işler çığırından çıkıyor. Eilish’in bir eş olarak kocasını arama çabalarına bir anne olarak çocuklarına kol kanat germe sorumluluğu da eklenmiştir. Bu arada on yedi yaşındaki Mark askere çağrılmış, ancak Mark devletin askeri olmak yerine özgürlükçü güçlere katılmayı yeğleyerek evden ayrılmıştır. Çatışmaların iyice yoğunlaştığı günlerde ise on üç yaşındaki diğer oğul Bailey ağır yaralanır ve devlet hastanelerinde son nefesini verir. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Eilish başka bir evde yaşamakta olan ve zihinsel dalgalanmalar yaşayan babası Simon’la da ilgilenmek zorundadır. Kanada’da yaşayan kız kardeşi Άine ise bir an önce ülkeyi terk etmelerini ve yanına gelmelerini istemekte, “Tarih, ne zaman çekip gitmeleri gerektiğini bilememiş insanların sessiz bir kaydıdır” diye uyarmaktadır.
Eilish bu öneriye başlangıçta sıcak bakmaz. Hem geçmişin güzelliğine kavuşma umudu hem de sınırdan geçiş sorunları nedeniyle son noktaya kadar çırpınmaya karar verir. Kocasına ilişkin umutları iyice zayıflayan Eilish “hissettiğinin yas olmadığını” söyler kendisine; “Başka bir şey olmak zorunda bu; sıkıntı da ümit kılığına girmiş yastır zaten” diye düşünmekten alamaz kendini. (s. 140)
Bu “yaslı umudun” okurda boğucu bir duygu oluşturma tehlikesini erken fark eden Paul Lynch’in sıradışı yeteneği ve olağanüstü emeğiyle romanın neredeyse her cümlesine sızan ışıltılı çağrışımlar, etkileyici benzetmeler ve şaşırtıcı ayrıntılar o denli çarpıcı ki, “metnin hazzı” gittikçe baskın hale geliyor. Yazar konuşma cümlelerinde herhangi bir işaret kullanmayıp düşünce, eylem ve sözü iç içe geçiriyor, bu teknikle oluşan bütüncül paragrafların her biri de minik birer öykü sanki. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, bu tür renkli ve şiirsel metinleri başka bir dile aktarmak kolay değil. Mert Doğruer’in çeviri kokmayan sözcük seçimlerinin ve akıcı anlatımının da bu dengeye yardım ettiğini vurgulamamak haksızlık olur.
Booker Ödülü seçici kurul başkanı Esi Edugyan’ın da dediği gibi, “zamanımızın toplumsal ve politik kaygılarını yakalayan” Peygamberin Şarkısı aynı zamanda “duygusal hikâye anlatımının sarsıcı ve cesur bir zaferi.”