
Başta tıp, teoloji ve felsefe olmak üzere birçok problem alanı içerisinde ele alınan konulardan birisi de ötanazidir. Geçmişten günümüze değin her ne kadar bilim gelişmekteyse ve birçok hastalığa yönelik başarılı tedavi yöntemleri geliştirilmiş olsa bile, dayanılamaz acı ve ıstıraplarla boğuşan ve iyileşme ihtimali olmayan rahatsızlıklardan mustarip olan bir kişi için hayatın geri kalanı dün olduğu gibi bugün de oldukça zorlayıcıdır. Bu noktada kişinin aradığı çıkış yollarından birisi de ölümün bizzat kendisidir. Ötanazi olarak adlandırılan bu süreç esasında bireysel olduğu kadar toplumsaldır. Zira insanların kendi yaşam standartlarını ve iyi yaşamın anlamını kendi başlarına bulması kadar toplumun geçerli ahlaki normlarının ve bilimsel etiğin devreye girmesi de muhtemeldir. Ayrıca her tarihsel dönemin ve her coğrafyanın şartları düşünüldüğünde, bu husus kaçınılmaz görünmektedir. Dolayısıyla ötanazi söz konusu olduğunda, dönemin ve coğrafyanın bilim, etik ve din algısının ne olduğuna iyi bakılmalıdır.
Böylesine çetrefilli bir konuyu ele alan Taner Beyter’in Ötanazi Etiği isimli kitabı giriş kısmıyla beraber dört bölümden oluşmaktadır. Beyter öncelikle kitabın giriş kısmında ölüm konusunu kısaca irdelemeye çalışır ve kitabın ana probleminin konuyu ahlaki açıdan ele almak olduğunu ifade eder. Birinci bölüm dahilinde konuya tarihsel süreç içerisindeki uygulamalar üzerinden yaklaşmaya çalışan Beyter, Sampedro ve Jack Kevorkian örnekleri üzerinde durur. İkinci bölümde ötanazi kavramını çözümlemekle birlikte, ötanazinin çeşitlerini ve intihar olgusundan farklı olduğu yönleri ortaya koyar. Üçüncü ve dördüncü bölümde konunun felsefi anlamda ana hatlarını soruşturan Beyter meselenin problematik olarak teorik ve pratik unsurlarını ön plana çıkartır. Ayrıca Beyter bu bölümlerde konunun dinî, psikolojik, sosyolojik ve tıbbi arka planları üzerinde de sıklıkla durur.
Beyter’in üzerinde durmaya çalıştığı konunun bilhassa çok yönlü olduğu aşikârdır. Zira meselenin ahlaki boyutu dahi sosyolojik ve psikolojik olarak bazı sonuçlara sahiptir. Dahası, genel anlamda felsefede ahlaki bir problem olarak ele alınan bu husususun din felsefesi, din sosyolojisi ve din psikolojisi gibi birçok farklı alt disiplinle de teması vardır. Hakeza bir dinin içinde yaşadığımız dünyada metafiziksel ve epistemolojik olarak doğru ve geçerli argümanlara sahip olması ve bize nasıl iyi bir yaşam sürüleceğini göstermesi kadar, ölümü ve ölümden sonrasını nasıl ve ne şekilde anlamlı ve kabul edilebilir bulduğu da önem arz etmektedir. İntihar konusunda farklı dinlerin negatif anlamlara sahip olduğu düşünüldüğünde bu kaçınılmaz görünmektedir.
Bununla birlikte kitabın “Onurlu Ölüm Hakkı Nasıl Savunulabilir?” şeklindeki alt başlığı da dikkat çekicidir. Öncelikle yazarın konuya tek boyutlu yaklaşmadığının altını çizmemiz gerekir. Nitekim Beyter’in ötanazi konusundaki tavrının olumlu olduğunu söylüyor olsak bile, kendisinin konuya dair karşıt itirazları ve argümanları ciddi bir şekilde ele alıp tartıştığı görülmektedir. (s. 60-71) Bu bakımdan kitabın eleştirel üslubunun korunduğu ve çoğu noktada çözümlemeler yapıldığı söylenebilir. Dolayısıyla kullanılan dil ve metodoloji açısından eserin sıradan okuyucuya dahi hitap ettiği ayrıca söylenebilir.
İlk bölüm içerisinde ötanazi olgusunun tarihsel arka planına değinerek başlayan Beyter, bu olgunun ahlaki ve hukuksal açıdan tartışılmasının 20. yüzyılın ikinci yarısıyla beraber başladığını ifade eder, ancak Yunan, Roma, Babil ve Asur gibi daha eski medeniyetlere ilişkin çıkarımlarda da bulunur. Ötanazi olgusunun felsefi anlamda en net tartışmalarını serimlemek için tarihsel sarmalı haklı bir şekilde biraz daha yakın döneme getiren Beyter, özellikle yetmişli ve seksenli yıllarla birlikte ötanaziye yönelik farklı bakış açılarının zenginliğine dikkat çeker. Son olarak ötanazi olgusunun hem etik hem de kamusal alanda tartışılmasına öncülük ettiğini düşündüğü Sampedro ve Kevorkian örnekleriyle bu bölümü bitirir. Bu bölümde onurlu ölüm hakkını, ötanazinin doktor ve hasta hakları açısından felsefi olarak soruşturulmasını ve pasif ve aktif ötanazinin kabul edilebilirliğini sorduğu sorularla kısmen irdelemeye çalışan Beyter, problem alanının zenginliğine ve disiplinler arası iletişime dikkat çekmiş olur. (s. 13-25)
Beyter kitabının ikinci bölümüne ötanaziyi kavramsal açıdan tahlil etmekle işe başlar ve kısaca ötanaziyi “acısız bir ölüm için çevreden yardım isteme durumu” olarak tanımlar. Sonrasında ötanaziyi “gönüllü”, “irade dışı” ve “dayatmacı” olmak üzere üç başlık halinde sınıflandırır ve özellikle “gönüllü” ötanazinin ahlaki açıdan doğruluğunu birtakım kriterler çerçevesinde değerlendirmeye çalışır. Bu bölümü farklı türden ötanazi türlerine ve sınıflandırmalarına değinerek bitiren Beyter, son olarak ötanazi ve intihar olgusunun birbirinden ayrıldığı noktalara da dikkat çekmeyi ihmal etmez. (s. 27-33) Açıkçası bu kadar kısa bir kitapta böylesi zengin bir konuyu sınırlandırmak elbette zordur. Bununla birlikte kitap içerisinde sorulmaya çalışan soruların yazar tarafından kısmen yorumlanması da önemlidir. Zira kitabın amacının okuyucuyu tek başına sorulan sorularla baş başa bırakmak değil, yazarla birlikte sorulan soruları tartışmak olduğu düşünüldüğünde, eser içerisinde sorulan soruların çok az yorumlanmış olmasının kitabın eksik noktalarından biri olduğu söylenebilir.
Ötanazi olgusunun teorik ve pratik açıdan tartışıldığı üçüncü bölüm felsefi açıdan eserin en zengin kısımlarından birini oluşturur. Zira Beyter özellikle etik veya ahlaki açıdan ötanazi tartışmalarının geniş problem alanını bu bölüm dahilinde sergiler ve konuya dair her iki taraf açısından ortaya konulan düşüncelere sıklıkla başvurmaya çalışır. Bu bölümde Peter Singer, R. Myles Dworkin, Samuel Scheffler, Warren S. Quinn ve James Rachels gibi ötanazi olgusuna olumlu ya da olumsuz yaklaşan isimlerin yorumlarını görebilmek mümkündür. Beyter meselenin felsefi açıdan kavramsal zenginliğinin altına çizmek için sorumluluk, niyet, sezgi, ödev ve özerlik gibi kavramlara başvurarak problemi tahlil etmeye çalışır ve bu bölümü bahsi geçen kavramsal altyapı üzerinden yaptığı çıkarımlarla nihayete erdirir. (s. 35-55)

Doğrusu eserin argümanlara ve itirazlara ayrıldığı son bölüm kitabın en özgün taraflarından birini oluşturur. Nitekim Beyter bu bölümde kavramsal tanımlamalara ve ortaya konulan yorumlamalara sıklıkla başvurmak yerine, daha yoğun olarak kendi düşüncelerini ve felsefi bakış açısını dile getirir. (s. 57-74) Kitapta yazar tarafından daha az atıf ve daha fazla yorumlamaların görüldüğü bu son bölüm yazarın felsefi becerisi hakkında da bize ipucu vermiş olur. Açıkçası Beyter’in felsefi açıdan fazlasıyla zengin, ancak kaynak açısından kısıtlı bir konu üzerinde bazı problemler yaşadığı aşikârdır. Buna göre yazarın yaşadığı en büyük problemlerinden biri referans sıkıntısıdır. Bununla birlikte Beyter’in bazı bölümlerde konuya felsefi açıdan yaklaşmayan çalışmalara atıfla felsefi açıdan izahlar getirmiş olması, felsefi hünerlerini göstermesi açısından önemlidir.
Beyter’in ulaştığı sonuç açısından meseleye bakıldığında, türcülük karşıtlığı üzerinden son tahlilde bir çıkarımda bulunduğunu söyleyebilmemiz mümkündür. Nitekim Beyter’in sözgelimi hayvanlara uygulanan tıbbi müdahaleyle insanlara uygulanan ya da uygulanacak olan müdahalenin benzerliği üzerinden bir temellendirme yoluna gittiği anlaşılmaktadır. (s. 79) Beyter’in savunduğu şekliyle hiç kimse kendi iradesi dışında yaşamaya zorlanamayacağı gibi, yaşam kadar yaşama son verme hakkına da yasal güvenceler altında sahip olmalıdır. Ona göre yaşamın içsel değeri ve kutsallığıyla ilişkili olarak verilecek yaşama son verme kararı bizzat kendi yaşamına sahip olan kişi tarafından belirlenebilir. (s. 78)
Sonuç olarak literatür açısından oldukça kısıtlı ama bir o kadar da çok yönlü bir meseleye değindiği için Beyter’in entelektüel anlamda cesurca bir eser ortaya koyduğunu söyleyebilmemiz mümkündür. Bu tarz çalışmaların başta felsefe olmak üzere farklı türden birçok zengin tartışmayı da beraberinde getirdiği açıktır. Ancak böylesine tartışmalı bir konuda Beyter’in yaptığı gibi entelektüel anlamda sağduyulu ve erdemli davranarak meseleye daha farklı yaklaşabilir ve kendimizi ve içerisinde yaşadığımız dünyayı daha iyi anlayabiliriz. Bu bakımdan eserin düşün dünyamıza geniş ufuklar kazandıracağını söyleyebiliriz.