
"Amerikalı yazar John Cheever’ın yazdığı son kitap olan Nasıl da Cennete Benziyor, Janice adlı kasabanın doğal medarı iftiharı olan Beasly Göleti’nin mafya ve bürokratların işbirliğiyle moloz yığınına dönüşmesine karşı mücadele veren Lemuel Sears’ın serüvenine odaklanırken, taşradan ülkenin geneline yayılan değişime ve yabancılaşmaya dokunmayı da es geçmiyor."
1912 doğumlu John Cheever, savaş sonrası Amerikan kırsal toplumunu en iyi anlatan yazarların başında gelir. Doğup büyüdüğü kasabalar, banliyöler onun eserlerinin fonunu oluşturur. “Yaşamadan yazılmaz” lafının en iyi örneklerinden biri olan Cheever, 20. yüzyılın ikinci yarısının hayli karışık atmosferinde, taşra hayatından sunduğu insan portrelerini, büyüyen Amerika’yla bazen iç içe geçirerek bazen de karşılaştırarak anlatır. Bunların yanına kırsalın pastoral tasvirini de ekler ama sunduğu “tuval” Cheever’ın insanlarının tersine, tüm renkliliğiyle yazarın sayfalarını süsler. Ve illa ki bir derdi vardır Pulitzer Ödüllü yazarın. Tıpkı kanserden ölmeden önce, ilk olarak 1982 yılında yayımlanan Nasıl da Cennete Benziyor romanında olduğu gibi. Kısa süre önce Can Yayınları’ndan Ayça Sabuncuoğlu çevirisiyle Türkiyeli okurlarla bir kez daha buluşan Nasıl da Cennete Benziyor, daha fast-food restoranlarının adının bile anılmadığı, pastoral ortamını göz alıcı göletiyle süsleyen Amerika’nın Janice kasabasında geçiyor. Janice’in doğal medarı iftiharı olan bu göletin ensesi kalınlar tarafından moloz yığınına dönüşmesine karşı çıkan iflah olmaz romantik Lemuel Sears’ın mücadelesini ve birlikte yaşadığı insanların toplumsal dönüşüme ayak uyduramamasını anlatan kitap, saf bir direnişin öyküsü olmakla beraber taşradan ülkenin geneline yayılan değişime ve yabancılaşmaya dokunmayı da es geçmiyor.

Çöplük mezarlığına dönmüş bir gölet
Her şey Lemuel Sears’ın kasabanın kuzey ucunda yer alan Beasley Göleti’ne paten kaymaya gitmesiyle başlıyor. Büyük kızından göletin durumuyla ilgili olumlu rapor aldıktan sonra patenlerini kaptığı gibi soluğu Beasley Göleti’nde alan Sears, etrafın güzelliğine şöyle bir göz gezdirdikten sonra donmuş göletin üstünde uzunca bir süre süzülmenin keyfini sürüyor. Bir de üstüne kışın resimlere konu olacak gün batımı manzarasını izleyerek zevki sefasını dört kat artırdıktan sonra evinin yolunu tutuyor. Bu “seans” kesmemiş olacak ki, ertesi gün soluğu yine Beasley’de alan Sears, bir aşağı bir yukarı kayarak kurtlarını buzun üstüne bırakıyor. Mevsim şartlarının olgunluğu devam ettiği için iki hafta sonra yine paten kaymaya gelen Sears bu kez ufak çaplı bir şok geçiriyor. Zira buzları çözülüp de normale dönen Beasley Göleti çöplük olarak kullanılmaya başlanmış. Hatta o kadar ileri gidilmiş ki, eski bir otomobil ve bir köpek ölüsü bile gölete atılmış. Sears eski bir sevgiliye duyduğu melankolik duygunun aynısını Beasley Göleti’ne karşı duyuyor ve şehre döndüğünde bir avukatlık bürosundan bu rezaletin araştırılmasını istiyor. Üzerine bir de gazeteye konuyla ilgili mektup yazıyor.
Çöplükte ilk “temizlik”
Sears’ın Beasley Göleti’ne olan duygusal takıntısı devam ederken, başka bir yerden başka bir duygusal kıpırtıyla yaşamı hareketleniyor. Bankalar tarafından yeni yeni kullanılmaya başlanan ATM sırasında gördüğü, kendinden yaşça küçük olduğu her halinden belli olan Renée’den çok etkileniyor ve muhtemelen yaşından ileri gelen kaybedecek bir şeyinin olmaması umursamazlığıyla çok klişe bir yöntemle kadına asılıyor. Renée de Sears’tan hoşlanıyor ve ikili hayatlarına sevgili olarak devam ediyor. Hem iyi anlaşan hem de iyi vakit geçiren çiftimiz, hayatlarına mutlu mesut devam ederken Sears, Beasley Göleti’yle ilgilenmesini istediği avukatın öldürüldüğü haberini alıyor. Burada yazar Cheever anlatıcı olarak devreye girerek Beasley’deki “operasyonun” kasabanın sakat ailesi Salazzo’larla ilgili olduğu notunu düşüyor. Ayrıca Sears’ın başvurduğu avukatlık bürosu, sorunla ilgili daha detaylı bilgi almak ve yardım etmek konusunda Sears’ı çevreci aktivist Horace Chisholm’e yönlendiriyor.
“Dokunan yanıyor!”
Bir yıl öncesine kadar biyokimya öğretmeni olan Chisholm, etrafındaki çevresel tehlikelerin farkına vardıkça, toplumu bilinçlendirmek ve yetkilileri uyarmak için kendini bu davaya adamış. Verdiği mücadele sonunda yetkililer bir oturum yapmaya karar veriyor. Sears’ın da hazır bulunduğu oturumda Chisholm, gölette bulduğu zehirleri sayıp dökerken Sears da Beasly’nin eski halini anımsatıp en son gittiğinde gördüğü köpek cesedini ve eski otomobili örnek vererek durumun vahametini anlatmaya çalışıyor. Ancak belediye başkanı, göletin ve çevresindeki arazinin bir yıl önce satın alınarak çöplük ilan edildiğini söyleyince Chisholm de, Sears da yapacak çok fazla bir şey kalmadığını anlıyor. Bölge savcısından bir umudu olduğunu arkadaşına anlatmaya çalışan Chisholm, arkadaşıyla vedalaşıp karşıdan karşıya geçerken son sürat gelen bir arabanın çarpmasıyla bu dünyaya veda ediyor.
John Cheever, Nasıl da Cennete Benziyor’da çevresel bir felaketi önlemek için mafyayla işbirliği yapan bürokratlara karşı mücadele eden Sears’ı ön koltuğa oturup hikâyeyi onun etrafında örüyor. Ancak kitap boyunca sahneye girip çıkan diğer karakterlerle birlikte, Cheever’ın değindiği diğer konu olan toplumsal dönüşüme yabancılaşma mevzusu su yüzüne çıkıyor. Nostaljik bir özleme tam olarak teslim olmayarak kitabı bu tuzaktan kurtaran Cheever, bir anlatıcı olarak ufak ama anlamlı örneklerle bizzat değişimin “sözcüsü” olarak okura sesleniyor. Nasıl da Cennete Benziyor, devinimin sonsuz hızla dönen tekerleğine saplanmış insanların “zamansız” bir hikâyesi…