
“Kendisini bir narsistle ilişki içinde bulan insanlar muhtemelen tanışmak isteyeceğiniz en kibar, en anlayışlı, en bağışlayıcı, en ilgili ve sevgi dolu insanlardır. Fakat bu kişilerin odak noktaları, başkalarına ilgi ve sevgi göstermek, kendi ihtiyaçlarından önce başkalarının istek ve ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bu yüzden nasıl sevileceğini, nasıl nazik ve ilgili biri olunacağını iyi bilirler, çünkü bunları zaten başkaları için yapmışlardır. İyileşme, bu affedicilik, nezaket, ilgi ve şefkati kendinize uygulamanızla başlar.” (s. 15)
Narsist ve toksik gibi kavramlarla birkaç yıl önce tanıştım. Bu terimlerin ne zaman hayatımıza bu kadar güçlü bir şekilde girdiğini tam olarak bilmiyorum ama artık sıkça konuşuluyor ve tartışılıyor. Bu kavramların dışında da ilişki içi durumları açıklamak için birçok yeni terim türedi; ancak onları henüz tam anlamıyla kavrayabilmiş değilim.
Bu kavramlarla tanıştıktan sonra ilişkilerimizi gözden geçirdiğimizde, çoğumuzun en az bir kez narsist bir bireyle karşılaştığını ya da toksik bir ilişki yaşadığını fark ediyoruz. Ve bu tür badirelerden genelde zor kurtuluyoruz. Aklımızı ve kalbimizi temizlemek için ise büyük çabalar harcıyoruz.
Bugün elimde tam da bu meseleleri ele alan bir kitap var: Dr. Sarah Davies’in Narsist Birinden Nasıl Kurtulursunuz? Toksik İlişkileri Hayatınızdan Uzaklaştırma Rehberi. Bu kitap kasım ayında Timaş Yayınları tarafından Ömer Anlatan’ın çevirisiyle yayımlandı.
Dr. Sarah Davies, Londra’da özel muayenehanesi bulunan bir psikolog ve travma terapisti. 2007’den bu yana ruh sağlığı alanında çalışıyor. 2013 yılından itibarense narsistik istismar, bağımlılık ve bunlarla bağlantılı travmayla travma sonrası stres bozukluğu tedavisinde uzmanlaşmış. Ayrıca Guardian, Daily Mail ve Cosmopolitan gibi birçok yayında bu konularda katkılarda bulunmuş.
Kitabın giriş yazısında Davies kendisinin de bir narsistik istismar mağduru olduğunu açıklıyor. Yaşadıkları ve iyileşme süreci sonucunda kendisini tamamen bu alanda çalışmaya adamış. Giriş yazısı aynı zamanda bir cesaret verme niteliği taşıyor. Çünkü narsist bir insanla ilişki içinde olmuş ya da hâlâ bu tür bir ilişkiyi yaşayan birinin bu kitabı eline alması, bir anlamda farkındalık ve aydınlanma sürecine adım atması demek. Yaşananların bir tür savaş olduğunu kabullenmek ve bu savaşın zorluklarına karşı hazır olmak önemli, ancak sürecin bir ileri iki geri ilerleyebileceğini unutmamak gerekiyor.
‘Narsisizm’ kelimesi köklerini Yunancadan ve mitolojik bir karakter olan Narkissos’tan alıyor. Narkissos ve Ekho’nun hikâyesi trajik bir ilişkiyi anlatıyor. Kendi yansımasına âşık olan ve bu hayranlıkla yaşayan Narkissos elde edemeyeceği bu aşkın peşinden gidiyor. Konuşkanlığı nedeniyle lanetlenmiş bir dağ perisi olan Ekho ise sadece diğer insanların son kelimelerini tekrar edebiliyor, ama kendi cümlelerini kuramıyor. Narkissos’a âşık olan Ekho onun kendine olan aşkı nedeniyle yok sayılıyor ve sonunda ikisi de yapayalnız, trajik bir son yaşıyor.
Davies’in buradaki mesajı oldukça net: Narsist kişilik tiplerine neden çekildiğimizi ya da onların bizi neden çekici bulduğunu anlamamız gerekiyor. Bu ilişki dinamiğinin boş bir çaba olduğunu kabul etmek iyileşme sürecinin en önemli adımlarından biri.

Narsistik Kişilik Bozukluğu (NKB), Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı’nda (DSM) tanımlanan bir B Kümesi psikiyatrik bozukluğu olarak geçiyor. Dr. Sarah Davies ise bu bozukluğu şu şekilde tanımlıyor: “Kendini önemli görme, başkalarına karşı duyarsızlık, patolojik bir ilgi ve hayran olunma ihtiyacı etrafında şekillenen ve belirgin bir empati yoksunluğunun eşlik ettiği, uzun dönemli davranış ve tutum örüntüleriyle karakterize bir bozukluktur.”
Davies narsist bireylerin belirgin özelliklerini sıralarken insan ister istemez kendiyle yüzleşmekten kaçamıyor: “Acaba bu özelliklerden biri ya da birkaçı bende de var mı?” diye düşünmeden edemiyorsunuz. Bu sorgulama, okuma sürecinin bir parçası gibi geliyor.
Narsisizmin kendi içinde de ikiye ayrıldığını öğreniyorum. Açık Narsistler: Karizmatik, dışadönük, gösterişli bireyler. Genellikle başarı, statü ve hayranlık peşindeler. Örtük Narsistler: Daha sessiz, alçakgönüllü görünen, ancak manipülasyon ve kontrol için kurban rolünü benimseyebilen bireyler.
Elbette bunların altında farklı narsisizm biçimleri de var. Kitabı okurken insan kendini bu tanımlara göre değerlendirmeden edemiyor: “Acaba bende de böyle özellikler var mı?” diye düşünmek kaçınılmaz oluyor. Bu kitabı okurken içimde hafif bir korku hissi belirdiğini de itiraf etmeliyim. Kendimi böylesine derin bir şekilde incelemek ve ilişki dinamiklerimi sorgulamak düşündüğümden daha zorlayıcı oldu.
Ve elbette narsisizmin kökenlerinde genetik faktörlerin yanı sıra daha temel ve genel bir neden yatıyor: aile! Dr. Sarah Davies narsisizmin çocuklukta yaşanan deneyimlerle şekillenebileceğini vurguluyor. Çocukken maruz kalınan duygusal veya fiziksel istismar, ebeveynlerin aşırı kontrolcü ya da eleştirel tutumları gibi olumsuz deneyimlerin Narsistik Kişilik Bozukluğu’na yol açabildiğini belirtiyor. Ancak ilginç bir şekilde, tam tersi durumlar da aynı etkiyi yaratabiliyor: Aşırı ilginin gösterildiği, her hareketin övgüyle karşılandığı, çocuğun adeta yüceltilerek büyütüldüğü ailelerde de narsisizm gelişebiliyor.
Buradan anlıyoruz ki, her şeyin dengede olması önemli. Sevgi, ilgi ve takdir çocuk gelişiminde elbette hayati, ancak abartıldığında ya da eksik bırakıldığında, çocuğun benlik algısında kalıcı sorunlara yol açabiliyor. Bu da ilişkilerde kendini tekrar eden sağlıksız dinamiklerin temelini oluşturabiliyor.

Kitabın ilk bölümünü bu kadar detaylı anlattıktan sonra, devamını nasıl aktaracağımı düşünmeden edemiyorum. Dr. Sarah Davies diğer bölümlerde istismar döngüsüne ve narsistin ilişkileri nasıl manipüle ettiğine dair oldukça çarpıcı bir analiz sunuyor. Özellikle narsistin kurban-şiddet uygulayan-kurtarıcı rollerini kullanarak dinamikleri nasıl yönettiğini ve bu döngünün nasıl tekrar tekrar yaşandığını anlatıyor.
Sonrasında iyileşme sürecine geçiyor. Bu süreçte yaşanan zorlukları, iniş çıkışları ve kendini yeniden inşa etmenin ne kadar karmaşık ama bir o kadar da özgürleştirici olduğunu detaylandırıyor. Dördüncü ve son bölümde ise hayata devam etme yollarını, geçmişin izlerini taşırken geleceğe umutla bakabilmenin yöntemlerini okuyucuyla paylaşıyor.
Bu anlatılar arasında kendi yaşadığı deneyimlerden ve hasta-doktor ilişkilerinden verdiği örnekler ise oldukça sarsıcı. Öyle ki, bu örnekleri okurken insanın sırtından soğuk terler boşalıyor. Belki de kitabın en etkileyici yanı, bu gerçekçi ve çarpıcı örneklerle okuyucuyu derinden sarsması.
Bu kitabın ilginizi çekmesi bir yandan iyi, bir yandan da kötü bir durum. Çünkü bu maalesef pek de hoş olmayan deneyimler yaşamış olabileceğiniz anlamına gelebilir. Umarım başınıza gelenlerden hızla kurtulabilir ve yeniden güçlenebilirsiniz.
Kendi kişisel deneyimimden yola çıkarak söylemek isterim ki, bir narsist sırtınıza kocaman bir patates çuvalı asar ve her gün o çuvala bir patates daha ekler. Siz artık bu yükü taşıyamayacak hale geldiğinizde ise neden taşıyamadığınızı sorgular, ama asla elini o çuvalın altına ya da içine uzatmaz. Böyle bir durumda söylenebilecek tek şey, “Allah ailesine ve yakınlarına sabır versin” oluyor.
Ama işin güzel tarafı şu: O çuvalı sırtınızdan atmayı başardığınızda, dünya çok daha renkli ve neşeli bir yer haline geliyor. Yol uzun ve zor, evet. Ancak insanın kendine yaptığı hangi yolculuk kolay olmuş ki bu olsun? Yine de, zor olsa da yolculuk kıymetli. Çünkü ucunda sizi bekleyen rahat bir nefes var.
Tabii ki bu, travmalarınızın tetiklenmeyeceği anlamına gelmiyor. O lanet olası tetiklenme bazen durduk yere, metroda gördüğünüz bir çiftin bakışıyla bile gerçekleşebiliyor. Ama olsun. Yürümeye devam eden, taşa takılsa bile düşmemeyi öğreniyor. Ve her şeye rağmen bu yolculuğun sonunda kendinizi bulmak her şeye değiyor.