
“Çizgide” kalan karakterlerin olaylarla, tabiri caizse “yuvarlanıp giden” öykülerden oluşan Müziğin Yedi Dokunuşu’nda gözden düşmeyen tek şey varsa, o da müziğin dahliyle aralıksız devam eden devinim. Kurgular bir yere bağlanıyor, evet, ancak Zivkoviç “Bitti” demeden bitmiyor!
Zoran Zivkoviç 1948 yılında, dönemin Yugoslavyası’nın, bugünün Sırbistanı’nın başkenti Belgrad’da dünyaya gelmiş. 1973 yılında Belgrad Üniversitesi Edebiyat bölümünden mezun olmuş. Yine aynı üniversitede yüksek lisans ve doktorasını yapmış. Eserleri yirmiden fazla dile çevrilen, yazarlığın yanı sıra akademisyen, araştırmacı, yayıncı ve çevirmen de olan Zivkoviç, tüm dünyada olduğu gibi bizde de, Dünya Fantezi Ödülü’ne layık görülen Başka Zaman Kütüphaneleri adlı romanıyla tanınır. Birbirinden bağımsız gibi görünen altı öyküden oluşan kitapta kütüphaneleri fon olarak kullanan ve bu altı öykünün karakterini kitaplar vesilesiyle bir araya getiren Zivkoviç, Ketebe Yayınları’ndan Deniz Turgay çevirisiyle yayımlanan Müziğin Yedi Dokunuşueserinde de, bu defa müziği birleştirici özne yerine koyarak, onun etrafında toplanan yedi öyküyü ve onların sıradanlaşmış tuhaflıklarını toparlayan bir roman ortaya koyuyor.
Otistik öğrencilere öğretmenlik yapan bir doktor, zamanını tren istasyonunda tüm çakraları açık bir şekilde geçiren yaşlı bir kadın, tesadüfen müzik kutusu almaya yeltenip de satın alan Bay Adam, sıradan bir biliminsanıyken rastlantılar sonucu ressama dönüşen bir adam, öte tarafa göçmesine ramak kalmış bir profesör ve damdan atlayarak intihar eden usta bir keman yapımcısı var Zoran Zivkoviç’in elinde. Bu yedi kişinin de öyle ahım şahım hayatları, özenilecek bir tarafları, ilgi çekici yanları yok. Hayat onlara ne getirdiyse onunla idare eden, üzerine kendi çabalarıyla bir şeyler eklemeden günü devirme derdinde olan insanlar. Ancak hepsinin yaşamında müzik var ve notalarla ezgiler, onların hayatında tuhaf etkiler bırakıyor. Bir değişim değil bu. Adlandırması zor. Örneğin otistik öğrencilerin öğretmeni öğrencilerle sıfır diyalog halindeyken, sınıfa çeşit olsun diye getirdiği Chopin CD’siyle, habire burnu kanayan bir çocuğun fizik ötesine geçen bir denklem yazmasına sebep oluyor. Rüyasında gördüğü yangının aynısını, ikinci uykunun ertesinde uyanıp da güne başladığı saatlerin devamında yaşayan ve yangını önündeki müzik kutusunun içinden seyreden kadınıngerçekle gerçekdışı arasındaki farkı ayırt etmesi, kendisinde ufak bir “irtifa kaybına” neden oluyor. Bunlar ve bunun gibi “çizgide” kalan karakterlerin tabiri caizse “yuvarlanıp giden” öykülerinden oluşuyor Müziğin Yedi Dokunuşu. Fakat öykülerde gözden düşmeyen tek şey varsa, o da müziğin dahliyle aralıksız devam eden devinim. Kurgular bir yere bağlanıyor, evet, ancak Zivkoviç “Bitti” demeden bitmiyor!

Son sözü de kendisine bırakıp bahsettiğim bağlantının ucu her türlü okumaya müsait çözümlemesi hakkında okura da ipucu vermiş olayım:
“Tavernaya yeni müşteriler gelmeye başladığında Bay Umbertini ikinci şişesini çoktan yarılamıştı. Daha önce burada görmeye alışkın olmadığı kişilerdi. Önce küçük bir erkek çocuğu geldi. Altı ya da yedi yaşından büyük olamazdı; ama en büyük masaya gidip oturdu, bir yerlerden bir kâğıt parçası ve kalem çıkardı, kafasını eğdi ve küçük harflerle bir şeyler yazmaya başladı. Ara sıra mendilini çıkarıp bir süreliğine burnuna tutuyordu. Ondan sonra koltuğunun altında rulo rulo papirüs tomarı taşıyan orta yaşlı bir kadın geldi. Oğlanın yanına oturdu, tomarlardan birini açtı ve okumaya koyuldu. Hemen ardından onlara katılan zarif görünümlü yaşlıca adam yanında kar beyazı bir kedi getirmişti. Kucağındaki kediyi kulağına bir şeyler fısıldayarak yavaşça okşuyordu. Ondan sonra gelen yaşlı kadın şaşkınlıkla önce tavernacıya, sonra da usta keman yapımcısının asistanına hayalet görmüş gibi bakarak bir süre kapıda durdu. Müsait olan sandalyelerden birine dimdik oturdu ve ellerini içinden çıkarmadan manşonunun önündeki masaya koydu. Ondan sonra gelen adam bir ressamdı. Diğerlerine katıldığı gibi geniş çizim kartonunu açtı, bir karakalem aldı ve hızlı, kaba hareketlerle resim yapmaya başladı. En son gelen ise rahat kıyafetler giymiş, dağınık gri saçlı bir adamdı. Bir süre ceplerinde didik didik bir şeyler arayıp sonunda bir tebeşir parçası buldu ve hiç tereddüt etmeden örtüsüz ahşap masa üzerine, bazen ceketinin deri dirsek yamalarıyla orada burada bir şeyler silerek yazmaya başladı…”