
Keşanlı Ali Destanı’nın sahnelenmesinin üzerinden altmış yıl geçerken, günümüzde ekonomik ve kültürel sermayeye erişim tamamen ayrıcalıklı bir azınlığın tekeline geçmiş durumda. Fırsat eşitsizliğinin gitgide derinleştiği, her alanda güvencesizliğin hüküm sürdüğü, en temel haklardan eğitimin ve sağlığın piyasalaştırıldığı bir çağdayız. Bu koşullarda insanların potansiyellerini açığa çıkarabilmesi o kadar kolay olacak mıdır?
“ İnsanın eski huyu
Kendine hep bir put yapar
Oldum bittim böyle bu
Kendi yapar kendi tapar.”
Bertolt Brecht’in Galilei’nin Yaşamı[1] adlı oyununda Galilei’ye söylettiği, “Yazıklar olsun kahramana gereksinim duyan ülkeye” sözü dikkat çekicidir. Brecht’in Galilei’nin Yaşamıoyununu kaleme aldığı dönem, Almanya’da Hitler’in yükselişe geçtiği tehlikeli yıllardır. Brecht bu oyunuyla zamanın aydınlarına diktatörlük yönetimi altında savaşçı tutumun nasıl sergilenmesi gerektiğiyle ilgili bir örnek göstermeye çalışmıştır.
Belki de seyirciye şu soruyu sormuştur: Baskı ve şiddetin hâkim olduğu dönemlerde bir kahramana mı, yoksa öz güçleri ortaya çıkaracak değerlere mi ihtiyaç var? Yıkıcı iki büyük dünya savaşından önce aynı topraklarda yaşamış olan Nietzsche sanki gelecekteki tehlikeyi hissetmiş, Ahlakın Soykütüğü Üstüne[2] kitabında değer yaratmanın önemini şöyle belirtmiştir:
“Özgürlük, etkin bir güç istenciyle değer yaratarak insanın kendi kendisinin efendisi olması demektir. İnsanlar ancak koşullanmışlıklardan sıyrılarak özgürleştiğinde, gerçekleri gördüğünde ve mücadele ettiğinde, yani köle ahlakından kurtulduğunda varlığını ortaya koyabilecektir.”
İyi bir toplum yapısı yoksa insanın kendi varlığını gerçekleştirebildiği bir ortam da olmayacaktır. İnsanlar kendi eylemlerinin nedeni olamadıklarında, dışarıdan gelen farklı etkenlerle onlar adına bir gerçeklik üretilir. Kahraman yaratımı da tam bu zeminlerde ortaya çıkar ve böyle böyle birçok kahraman üretilmiştir. Bu kahraman üretimlerinin sanat dünyasındaki çarpıcı örneklerinden biri de Haldun Taner’in ilk kez 1964’te sahnelenen ve güncelliğini bugüne kadar hiç yitirmeyen Keşanlı Ali Destanı’dır.[3] Yaklaşık üç ay önce de 60. yılında Yapı Kredi Yayınları’ndan özel bir baskıyla yeniden yayınlanan Keşanlı Ali Destanı iki perdelik müzikli bir komedi oyunudur ve Türkiye’nin ilk epik tiyatro örneğidir. Oyunda bir gecekondu ortamının kapalılığı içinde kendilerine bir kahraman miti yaratan insanlar anlatılır. Gecekondulu bu yoksul insanlar gerçekleri göremeyen, görseler de sorunların çözümünde çaresiz kalan, bu nedenle de kurtuluşu boş düşlerde arayan halkı simgeler. Gecekondunun yoksul insanlarının bir kahraman/mit yaratma çabası, destanların kahraman yaratma özelliğine dayanarak Keşanlı Ali Destanı olarak adlandırılmıştır.
Oyunun geçtiği mekân olan Sineklidağ, adı gibi tepelik bir alanda, derme çatma evlerin yer aldığı bir gecekondu bölgesidir.
“Sineklidağ burası
Şehre tepeden bakar
Ama şehir uzakta
Masallardaki kadar” (s. 21)
Sineklidağ halkının yoksulluğun yarattığı çaresizlik, onların eylemlerine yön veren değerlerin hep dışarıdan belirlenmesine neden olmuş ve onlar da bu belirlenen değerleri hiçbir zaman sorgulamamış, yalnızca itaat etmişlerdir. Bu yoksul insanların çaresizliklerinden kurtulabilmeleri, kendi güçlerini artırıp bir çıkış yolu bulmalarıyla mümkün olacaktır. Sineklidağ’da ise işler böyle yürümez. Sağlanamayan öz güç yerini bir kahraman arayışına bırakır; bulunan kahramanların devri kapandıkça yenileri aranmış, bulunmuş ve üretilmiştir.
“İnsanın eski huyu
Kendine hep bir put yapar
Oldum bitti böyle bu
Kendi yapar kendi tapar.” (s. 49)
Sineklidağ’ın aradığı ve ürettiği kahraman Ali’dir. Ali sevdiği kadın Zilha’nın dayısı Çamur İhsan’ı öldürme suçundan –aslında o öldürmemiştir– dört yıl hapis yatmış, yokluğunda etrafında oluşan efsaneyle halk arasında “şerbetli”, “kurşun işlemez” özelliği kazanmış, adına “destan” yazılmış bir kişidir. Onun halkın arasında şöhretinin yayılmasında Çamur İhsan’ın Sineklidağ halkına yaptığı baskı ve kötülüklerin de rolü vardır. Ali hapishanede kaldığı dönemde yaptığı başıbozuk bazı hareketlerle ününü iyice artırır. Gecekondulular arasında efsaneleşir. Bu kimliğiyle Ali halk için polisin, kanunun, politikacının, hukukun, kısacası bütün devlet otoritesinin yerini tutan bir destan kahramanına, sembolik kişiliğe dönüşür. Şehrin uzağında, gecekondu yerleşiminde kaderine terk edilmiş, otorite boşluğunun oluşturduğu güvensizlik ve düzensizlik içinde yaşayan insanlar, içlerinden çıkan destanlaşmış Keşanlı Ali’ye bağlarlar umutlarını.
KORO: “Artık bir şefimiz var
Her belayı o savar
NURİ: Şefin var mı, yan gel yat
İçin ferah, kafan rahat
Derdin varsa sallama
Düşünme hiç, keyfine bak
Şef talihler döndürür
Şef olmazlar oldurur
Şef yağmurlar yağdırır
Şef demişler buna uyy…” (s. 49)
Ali’nin hapisten çıkıp mahalleye dönüşü Sineklidağ’da muhtar seçimlerinin yapılacağı günlere rastlamıştır. Ali birtakım hilelerle kendisini mahalleye muhtar seçtirmeyi başarır. Artık gecekondunun girdisi çıktısı Keşanlı Ali’den sorulur olmuştur. Mahalledeki başıbozukluk, işlemeyen yasalar, ekonomik bakımdan zayıflık, kaba gücün hükmünü geçerli hale getirmiştir. Hukuk yoluyla düzenlenemeyen toplumsal düzen, hukuk dışı yollarla varlığını göstermeye başlar.
Kondulu: Haraç öldü, yaşasın haraç. Bunun eskiden farkı ne?
Koro: Olacak artık o kadar.
Temel: Eskiden üç kişi alırdı, şimdi bir elde toplandı.
Nuri: Eskiden başıbozuk haraç vardı, şimdi organize haraç...” (s. 52)

Keşanlı Ali güç kazandıkça kendi tarafında yer alanlarla çıkar ilişkilerini geliştirir, yanında yer almayanlarla çatışır. İktidara talip olan birçok kişi gibi, mahallede kurtarıcı miti sıfatıyla hegemonik bir siyaset ortamı oluşturur. Tüm bu yaşananları gözlemledikçe, Zilha’nın Ali’yle arası iyice açılır. Zilha, Ali’nin dayısının katili olmadığına inanmaz. Sineklidağ halkına yaptığı baskıları ve buna bağlı sözde kahramanlığını eleştirir. Ali de Zilha gibi bu içinde bulunduğu yalan ortamının farkındadır, ancak üzerine giydirilen kahraman kimliğinden vazgeçmek istemez ve yaşadığı çıkmazı şöyle dile getirir:
“Demem şu ki, bu dünyada namuslu insaniyetli oldun mu alaya alınıyorsun. Zorba, katil oldun mu saygı, itibar görüyorsun. Efsanemiz de bu yalandan çıktı. Hepsi bu kadar.” (s. 58)
Oyunun ikinci bölümünde Sineklidağ’ın yoksullarının yerine zengin sınıfın yaşamından kesitler sunulur. Bu bölümde Zilha şehirde bir konağa yerleşmiştir. Zilha götürüldüğü evin beyiyle evlenmek üzeredir, ancak kendisine bir oyun oynandığını anlar ve kaçarak Sineklidağ’a döner. Kurgulanan olay örgüsüyle zenginlerin haksız kazançları ve bu duruma bağlı yozlaşmış yaşamları sunulur.
“İlim kitap göz yorar
Şeref meref geçici
Mevki mansap boş laftır
Tek şey var ki kalıcı
Saadetin formülü
Ne şundadır ne bunda
Kesededir kasada
Paradadır parada” (s. 102)
Oyunun son bölümüne gelindiğinde Zilha’nın dayısının gerçek katili olan Cafer, işverenler tarafından Ali’yi öldürmek için kiralanmıştır. Çünkü Ali onların gecekondu bölgesinde planladıkları ihaleleri engeller. Cafer, Ali’yi değil ama Ali, Cafer’i öldürür. Olay yerine gelen polisler Ali’yi hapse götürürler. Ali’nin hapisten çıkışıyla başlayan oyun yine onun hapse girişiyle son bulur. Cafer’in ölümü sorunların çözümü değildir, o zenginler için sadece bir piyondur. Taner bu döngüsel kurguyla yoksullara çıkış yok der gibidir. Yaratılan destan ve onun kahramanı Sineklidağ’ın kaderini değiştirememiştir.
“Böyle işte çoğu destan
Destan işin afyonu
Kaldırdın mı altından
Ali cengiz oyunu (s. 119)
Keşanlı Ali Destanı’nın sahnelenmesinin üzerinden altmış yıl geçerken, günümüzde ekonomik ve kültürel sermayeye erişim tamamen ayrıcalıklı bir azınlığın tekeline geçmiş durumda. Fırsat eşitsizliğinin gitgide derinleştiği, her alanda güvencesizliğin hüküm sürdüğü, en temel haklardan eğitimin ve sağlığın piyasalaştırıldığı bir çağdayız. Bu koşullarda insanların potansiyellerini açığa çıkarabilmesi o kadar kolay olacak mıdır? Diğer her şey gibi bireyin kendi potansiyelini ortaya koyabilmesi de pek çok sınıfsal, ekonomik ve toplumsal dinamiklere sıkı sıkıya bağlı değil mi? Tüm bu dinamiklerden koparılarak bireysel çabalara indirgenen potansiyeli açığa çıkarma söylemi toplumsal düzenin yapısal sınırlarını örtbas etmekten başka bir işe yaramıyor. Haldun Taner’in de bu oyununda dikkat çekmek istediği gibi, kahramanlara değil, kolektif potansiyelleri ortaya çıkaracak koşullara ihtiyacımız var. Oyunun sonunda yer alan kıssadan hisse çağrısına kulak vermek belki de bu nedenle çok önemli.
“Aydın kişilersiniz
Siz bunu yemezsiniz
Kaldırın örtüleri
Üfürün şu tülleri” (s. 119)
NOTLAR
[1] Bertolt Brecht, Bütün Oyunları 5, Everest Yayınları, İstanbul, 2024.
[2] Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne, Say Yayınları, İstanbul, 2015.
[3] Haldun Taner, Keşanlı Ali Destanı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2024.