
İlk defa 1947 yılında sahnelenen, Jean Genet’nin kült oyunu Hizmetçiler geçtiğimiz günlerde Kemal Aydoğan yönetmenliğinde prömiyerini gerçekleştirdi. Geçtiğimiz yüzyılın en önemli metinlerinden/oyunlarından biri olarak görülebilecek Hizmetçiler, gerek ele aldığı meseleler gerekse dönemi içerisinde uyandırdığı infialle bir başyapıt olarak görülebilir.
Oyuncu kadrosunda Yılmaz Sütçü, Kerem Fırtına ve Dilan Düzgüner’in yer aldığı, Ayberk Erkay tarafından Türkçeye çevrilen Hizmetçiler, “Özgür yaşa ya da öl!” mottosuyla hareket eden bir oyun. Oyun ana hatlarıyla Hanımefendi’nin emrinde çalışan Solange ve Claire’in hikâyesini, onların hayata tutunma çabalarını, dünyayı başka bir gözle görme isteklerini ve en kuytu köşelerde unuttukları arzularını merkeze alır. Onların hayal kırıklıkları, umutları, arzuları, heyecanları, kırılganlıklarıyla sürekli olarak farklı bir ruhsal ikileme sürüklenen okur/izleyici zamanla kendisini farklı açmazların içerisinde bulur.
Hizmetçiler öncelikle izleyicide bir kafa karışıklığı yaratma arzusuyla perdelerini açar. Solange ve Claire’in sürekli olarak içlerindeki heyecanı dile getirmeleri, girmek istedikleri rolden bahsetmeleri, birbirlerini aşağılamaları, birbirlerine yüklenmeleri hızla izleyiciyi de içerisine alır. “Sahnedeki bu iki kadın kimdir ve ne istemektedir?” sorusu izleyicinin belleğinde dönüp dururken işler hızla farklı yönlerde gelişmeye başlar. Bir yandan girdikleri rolden çıkmakta zorlanan, diğer yandan hep belirsiz ama etkin bir “siz”den, yani “Hanımefendi”den söz eden kız kardeşler hop oturup hop kalkarken içlerinde bulundukları panik halini izleyiciye de aksettirirler. Böylelikle herkes için huzursuz ve tehditkâr bir oyun başlamış olur.

Neredeyse bir Tanrı olarak gördükleri, bir dediğini iki etmedikleri ve büyük bir içtenlikle bağlandıkları Hanımefendi’yi öldürme arzusuyla harekete geçen Solange ve Claire büyük bir düşsel yarığı içlerinde barındırır. Bu iki kız kardeş bir yandan kendi korkularıyla yüzleşmek için mücadele ederken, diğer yandan onları Hanımefendi’ye bağlayan meselelerin izini sürer. Onlar için arzuyla korku, heyecanla kırılganlık birçok açıdan kardeştir, iç içedir, tek merkezlidir. Hiçbir zaman salt bir duygu hissetmezler. Hemen her duygu onlara karşıtıyla birlikte gelir. Bu durum onları birer karton karakter olmaktan uzaklaştırır, insan kılar. İzleyici karşısında tek tip bir modelleme değil, bütün iniş çıkışıyla bir insan bulur/görür. Oyunun herkes için (hem izleyici hem de oyuncu) en anlamlı yönünün bu olduğu ifade edilebilir.

Her insan içerisinde türlü duyguyla hayatına devam eder. Herkesin içinde çok az kere dile getirdiği ve yüksek sesle söylediği bir sır vardır. Solange ve Claire için de içten içe onları kuşatan belirli bir hırs, istenç söz konusudur: Hanımefendi olma isteği. Tanrı gibi taptıkları o kadının yerine geçme, onun gücünü hissetme, onun gibi olabilme olasılığı. İşte bu durum oyun boyunca onlar üzerinden izleyiciye yansıyan en temel ruh hali olarak belirirken, içlerinde hissettikleri çelişkiler hikâyeyi zamanla bambaşka şekilde etkiler. Tam da bu noktada salt adı geçen, var olma ihtimaliyle dahi her şeyi geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde değiştiren Beyefendi (Hanımefendi’nin bir tür uzantısı olarak görmek de mümkündür belki) devreye girer. Onun hapisten çıkma ve peşinde olanları yakalama isteği Hanımefendi’yle birlikte kardeşleri de derinden sarsar, sıkar, ürkütür. Oyunun sonuna doğru daha da beliren bu durum farklı türden kararları da beraberinde getirir.
Hizmetçiler’in birçok açıdan içerisinde büyük bir oyunculuk performansı barındırdığı da ifade edilebilir. Gerek iki kız kardeşe hayat veren Yılmaz Sütçü ve Kerem Fırtına, gerekse Hanımefendi rolünde yer alan Dilan Düzgüner sahiplendikleri, sahip çıktıkları rolde ortaya önemli birer performans çıkarırlar. İvmelenmenin sürekli değiştiği, her şey tepe taklak giderken umudun bir anda belirdiği oyun boyunca, söz konusu olan tüm ruhsal çekişmeler/çelişkiler Sütçü, Fırtına ve Düzgüner’in performansında kendisine karşılık bulur.
Öte taraftan oyunun geçtiği alan, yatak odası hem olanca görkemi hem de içinde bulunan hemen her nesnenin metne/hikâyeye kattığı değerle daha da anlamlı bir hale gelir. Yatak da, makyaj masası da, sürahi de, çiçekler de, telefon da anlamlı ve yeri geldiğinde kullanılacak birer nesnedir. İhtiyaç dışı, kullanımsız ve kullanışsız hiçbir dekor yok gibidir sahnede. Solange ve Claire sürekli bir o nesneyi bir bu nesneyi ellerine alır, oyuna onlarla devam ederler.