Hisseli Kıssalar: Hakikat mi rüya mı?

Hisseli Kıssalar

GIACOMO LEOPARDI

Yapı Kredi Yayınları
Ocak 2021
248 sayfa

çev. Kemal Atakay

22 Şubat 2024

RABİA KARABACAK

19. yüzyılın ünlü İtalyan şairi ve düşünürü Giacomo Leopardi’nin Türkçeye çevrilen iki kitabından biri olan Hisseli Kıssalar bizi hem düşsel bir yolculuğa çıkarıyor hem de yaşamın hakikatleriyle yüzleştirerek düşündürüyor. Dilimize Kemal Atakay tarafından kazandırılan bu klasikte Leopardi ölüm, yaşam, doğa, insan soyu, iyilik, kötülük, uygarlıklar, aşk, arzular, mutluluk, değerler, ün, moda ve dünyanın kökeni üzerine yerici ve şiirsel izlekler sunuyor. Bu mitolojik anlatımda moda ile ölüm, doğa ile ruh, yeryüzü ve ay konuşuyor. Özünde insan yaşamının beyhudeliğinden ve mutluluğun imkânsızlığından bahseden rahatsız edici bir tını olsa da “hislenerek” okunuyor Hisseli Kıssalar.

Zıtlıklar silsilesi: Yaşam ve ölüm, düş ve hakikat

Tüm bu zıtlıklar içerisinde ölümü inkâr etmeden var olabilmek her ne kadar zor olsa da, Leopardi’ye göre insanlar bir noktada ölümü yaşama yeğlerler. Ona göre yaşam can sıkıcı ve anlamsızdır. Yaşamı sürdürmenin tek gayesi ise oyalanarak ömür tüketmektir. İnsanları yaşama bağlayan şeyin gerçek bir yaşantı olmadığını, tek sığınağımızın düşler ve beklentiler olduğunu öne sürmüştür. Ancak hepimiz biliriz ki, kendi yarattığımız düş dünyamız bile gerçekler tarafından şekillenmektedir. Öyle ki, hakikat bir an olsun peşimizi bırakmayan bir olgudur. Şunarı söyler Leopardi yaşam ve gerçeklik üzerine:

“Her yerde insanların, yaşamak istiyorlarsa, yaşamın güzel ve değerli olduğuna inanmaları gerekir ve öyle olduğuna inanırlar; başka türlü düşünenlere de öfkelenirler. Çünkü özü gereği insan soyu her zaman hakikate değil, en yararına olan ya da öyle görünen şeye inanır.” (s. 276)

Leopardi’nin yaşama dair sunduğu izlekler her zaman karamsar olmamıştır. İnsan nasıl ki bir noktada ölümü yaşama yeğliyorsa, bir noktada da tekrar yaşama bağlanır. Ne kadar çaresiz, umutsuz, değersiz ve yalnız olsak da bu duyguların uzun sürmediğini söyler. Bildiğimiz yaşamın değil, bilmediğimiz yaşamın bizi hayata bağladığını, yani umutlarımızın ve beklentilerimizin yaşam sevincimizi kamçıladığını savunur. Ayrıca insanın varoluşunu anlamlandıracak olanın kurduğu insan ilişkileri olduğunu da vurgulamıştır:

“Hiç kuşkusuz kısa sürecek olan bu yaşam uğraşını elimizden geldiğince tamamlayabilmek için birbirimizin yanında olalım, birbirimize cesaret verelim, birbirimize yardımcı ve destek olalım. Ve ölüm geldiğinde, o zaman üzüntü çekmeyeceğiz, son saatlerde bile dostlarımız ve yanımızdakiler bizim için bir avuntu kaynağı olacaklar, biz de öldüğümüzde bizi sık sık hatırlayacakları ve hâlâ sevecekleri düşüncesiyle memnun olacağız.”

“Frederick Ruysch ile Mumyaların Konuşması” başlıklı izlekte ise ölümün acı veren değil, tam aksine zevk veren bir olgu olduğu üzerine konuşulur. Bu izlekte verilen düşünce ne olursa olsun içimizi rahatlatmaz, çünkü ölüm olgusuna karşı sempati duymak zordur. Ölümün kaçınılmaz bir gerçek olduğunu bilsek ve her ne kadar yaşamdan umutsuz olsak da, insanın yaşama beslediği sempati ve arzu daha yüksektir. Ayrıca başka bir bölümde canlılar arasında ölümü arzulayabilen tek türün insan olduğu ama onların da ölmeyi seçmelerine izin verilmediğinden –caiz olmadığından– yakınılır. Tam da bu cümleye karşıt olarak, insan türünden gelen çocuklar Leopardi’nin dediği gibi ölmeyi arzulamaz. Tıpkı Didem Madak’ın dediği gibi, çocuklar ölmeyi bilmeden ölürler (Grapon Kâğıtları). Bir nevi katledilirler.

Giacomo Leopardi

Ölüm caiz değil, peki mutsuz olmamız caiz mi?

Plotinos ve Porphyrios’un konuştuğu izlekte şöyle bir ifade geçer:

“Mutsuz olmamız caiz mi? Doğa kendini öldürmeyi yasaklıyor. Doğanın beni mutlu ya da çaresizlikten arınmış kılma isteği ya da becerisi olmadığına göre, beni yaşamaya zorlama gücünün olmasını tuhaf buluyorum.”

Buradaki düşünce akla Abbas Kiyarüstemi’nin Kirazın Tadı filmini getiriyor. Orada da yaşamı sonlandırma ve mutsuzluk üzerine geçen bir kesit yer alır:

“İntiharın en büyük günahlardan birisi olduğunu biliyorum. Fakat mutsuz olmak da büyük bir günah. Mutsuzken başka insanları incitirsiniz. Bu da bir günah değil mi? Başkalarını incittiğinizde bu bir günah değil midir? Aileni incitiyorsun, arkadaşlarını, kendini incitiyorsun. Bu bir günah değil mi? Eğer seni incitirsem bu bir günah değildir. Fakat kendimi öldürürsem öyle midir?”

Bize ölümü yasaklayan ister doğa olsun ister Tanrı, tüm bunlardan ziyade insan ruhunun acı çekmeye ve mutsuzluğa karşı dirençli olduğunu yadsıyamayız kanımca. Yaşam olgusu öyle ya da böyle kendini sevdirir. Bazen bir parça güneşin altında, asla gerçekleşmeyeceğini bilsek de düşlemekten vazgeçmediğimiz neşeli hayaller bile bizi yaşama bağlayabilir. Aslında Hisseli Kıssalar’ın bu karanlık satırlarının ardına gizlenmiş bir “yaşama umutla bağlanma olgusu” da yatar. Bu tezatlığın içinde kaybolarak bile yaşama biraz daha bağlandığınızı hissedebilirsiniz. Bence tam da bu yüzden yine kitaptan bir alıntı yapmak doğru olacaktır:

“En mutlu olanlar en azla yetinebilen, o da geçtiğinde, geri dönüp anılarıyla onun tadını çıkarabilenlerdir.”

200 yıl önce “moda” ve hâlâ bizden çaldıkları

Kitabın sevdiğim bir başka izleğinde moda ve ölüm ortak doğaları üzerine konuşur ve keşke şu satırları günümüzde billboard’larda görebilsek dedirtecek türden bir diyalog yer alır:

Moda: “Hem geçmişte hem şimdi seninkilerle karşılaştırılabilecek pek çok oyun oynamaktan geri kalmadığım çok doğru: Mesela kulakları, dudakları, burunları delmek, o deliklere astığım incik boncukla onları yırtmak, güzellik uğruna kendilerini dağlamalarını sağladığım kızgın demirlerle insanların tenlerini yakmak; Amerika ve Asya’da yapmış olduğum üzere belli bir ülkede herkesin aynı kafa şekline sahip olmasını göreneğe dönüştürüp, sargılar ve öteki takılarla bebeklerin kafalarının biçimini bozmak; dar ayakkabılarla insanları sakatlamak, sıkı korseler giydirip soluklarını kesmek…”

Görüldüğü gibi moda endüstrisi yüzyıllardır insanların hayatına her anlamda şekil vermekte. Bu şekilcilik yine insan elinden çıkan, kendi türümüz tarafından dayatılan algı ve baskılarla tahtını korumakta. Dar ayakkabıların yerini topuklular, korselerin yerini sutyenler, delinen yüz ve dudakların yerini estetik modası ele geçirdi bile. Leopardi Hisseli Kıssalar’da modaya yerici bir dille dadanarak bize iki yüzyıl öncesinden çağrıda bulunmuş diyebiliriz.