“Ranganath, belleğin sadece eski anıları saklayan bir kutu olmadığını, aksine kimliğimizin ve günlük kararlarımızın şekillenmesinde büyük rol oynayan canlı bir süreç olduğunu ifade ediyor. Ona göre unutmak, hatırlamaktan daha önemli bir işlev görüyor; beynimiz hayatta kalmamızı ve çevreye uyum sağlamamızı kolaylaştırmak için bazı şeyleri bilinçli olarak unutuyor.”
Evimde fotoğraflar, biblolar ya da hatıra eşyaları pek yoktur. Elle tutulur, gözle görülür anılar, sürekli hatırlama zorunluluğu hissettirerek beni yorar. Bu, anda kalmaya düşkünlüğümden değil; hatıraların yoğunluğunun zihnimi yormasından kaynaklanır. Yine de bazı anlar, cümleler, tarihler ya da bir kitabın, filmin bıraktığı duygular bilinçaltımda saklanır ve zamansızca zihnimde beliriverir. Bellek, seçtiğimiz anlarla şekillenir; aynı anıyı farklı biçimlerde anlatmamız da bundandır. “Bir de karşı tarafı dinleyelim” dememiz, belleğin duygularla yoğrulduğunu ve tek bir yoruma güvenemediğimizi gösterir. Unutmak ise bir nimet; hatırladıklarımla uğraşırken, hatırlayamadıklarımla yüzleşmek istemem.
Günümüzün ekranlara gömülü dünyasında, belleğin hem kırılgan hem güçlü doğası insanı düşündürüyor. “Unutmayacağız” derken, hayatta kalmak için unutuyoruz. Charan Ranganath’ın Hatırlamanın Bilimi ve Unutmanın Gerekliliği kitabı, işte bu ikilemi ele alıyor. Belleğin yalnızca geçmişi değil, bugünü ve geleceği de şekillendirdiğini ortaya koyuyor. Kitap, “Neden hatırlarız, neden unuturuz?” sorularına yanıt ararken, unutkanlığın bir kusur değil, hayatta kalmamızı sağlayan bir mekanizma olduğunu savunuyor.
Kitap, Eylül 2025’te Timaş Yayınları tarafından Eylül İdemen Doğramacı’nın akıcı çevirisiyle yayımlandı. Ranganath, UC Davis’te Dinamik Bellek Laboratuvarı’nı yöneten, 25 yıllık deneyime sahip bir nörobilimci. Araştırmaları, bellek mekanizmalarını aydınlatıyor. Kitap, bilimsel verileri günlük hayatla harmanlayarak popüler bilim alanında öne çıkıyor. Üç bölümden oluşuyor: Giriş, belleğin rolünü kişisel bir anıyla tanıtarak unutkanlık endişesini masaya yatırıyor. Gelişme, belleğin temel mekanizmalarını, duyguların ve sosyal etkilerin anıları nasıl şekillendirdiğini ele alıyor. Son bölüm, uyku ve dikkat gibi unsurların bellek üzerindeki etkisine dolaylı olarak değiniyor.
Ranganath, belleğin sadece eski anıları saklayan bir kutu olmadığını, aksine kimliğimizin ve günlük kararlarımızın şekillenmesinde büyük rol oynayan canlı bir süreç olduğunu ifade ediyor. Ona göre unutmak, hatırlamaktan daha önemli bir işlev görüyor; beynimiz hayatta kalmamızı ve çevreye uyum sağlamamızı kolaylaştırmak için bazı şeyleri bilinçli olarak unutuyor. Bu fikri, 1993’te yaşadığı bir deneyle destekliyor yazar: Depresyon üzerine çalışırken, üzgün bir ruh halindeyken geçmişteki üzücü anıların aklına daha kolay geldiğini fark etmiş. Bu, anıların duygularımızla iç içe geçtiğini gösteriyor; örneğin, kötü bir günümüzde geçmişteki bir tartışma zihnimizde canlanabilir.
Kitap, bu gözlemleri bilimsel verilerle güçlendiriyor. Hipokampus ve prefrontal korteks gibi beyin bölgelerinin anıları şekillendirmedeki kilit rolü, unutkanlığın normal ve sağlıklı bir durum olduğunu ortaya koyuyor. Ranganath, hatalardan öğrenmenin bu sürecin bir parçası olduğunu ekliyor; mesela bir sınavda yanlış yaptığımızda bir dahaki sefere daha dikkatli oluruz. Danny Kahneman’ın “hatırlayan benlik” kavramına atıfta bulunarak, mutluluğumuzun ve seçimlerimizin (örneğin tatilde nereye gideceğimiz ya da kiminle vakit geçireceğimiz) anılarımıza bağlı olduğunu vurguluyor.
Ranganath, karmaşık konuları bilimsel titizlikle ve kişisel hikâyeleri harmanlayarak anlatıyor. fMRI ve EEG gibi beyin tarama teknolojileriyle elde edilen veriler, genel kültürel anılar (örneğin Hindistan’dan ABD’ye göçmen bir aileden gelmesi) ve Hüsker Dü gibi popüler müzik örnekleriyle destekleniyor. H.M. adıyla bilinen bir hastanın hipokampus ameliyatından sonra anılarını kaybetmesi örneği, teorilerin pratikte nasıl işlediğini çarpıcı şekilde gösteriyor.
Günümüz dünyasındaki konular da kitabın kapsamına giriyor. Alzheimer korkusu, yaşlı nüfusun artışı ve sosyal medyada yayılan yanlış anılar gibi meseleler, belleğin toplumsal yönünü aydınlatıyor. Ranganath, kültürel anıların kişisel belleğe yansımasını genel örneklerle anlatıyor.
Aşırı bilgi yükü, sosyal medya ve yanlış bilgilerle dolu bir dönemde, hatırlama ve unutma soruları güncelliğini koruyor. Akademik çevreler, teknik detaylara az yer verilmesini yüzeysellik olarak görse de, kitap popüler bilimde örnek bir eser olduğu kabul ediliyor. Güçlü yanı, karmaşık nörobilimsel verileri sadeleştirip pratik ipuçları sunması; dolayısıyla nörobilim meraklıları ve kişisel gelişim arayanlar için ideal bir kaynak.
Hatırlamanın Bilimi ve Unutmanın Gerekliliği, belleğin karmaşık dünyasına dair. Unutkanlığın bir kusur değil, özgürleştirici bir süreç olduğunu söylüyor. Gündelik hayatta unutkanlık, Ranganath’a göre bizi hayatta tutan ve kararlarımızı şekillendiren bir mekanizma: Küçük unutkanlıkların bile büyük bir işlevi var, ve belleğimize şefkatle yaklaşmamız gerekiyor. Unutmak, bazen hatırlamanın kendisini mümkün kılan bir armağan. Hepimiz hatırlıyor, unutuyor ve bu iki eylemle kimliğimizi inşa ediyoruz.