Gündedün: Geçmişe özlem öyküleri

Gündedün

BAHAR GERÇEK DOĞRU

Tara Kitap
Mayıs 2024
104 sayfa

4 Temmuz 2024

SERKAN PARLAK

Bahar Gerçek Doğru’nun, içerisinde on iki öykünün yer aldığı ilk öykü kitabı Gündedün geçtiğimiz günlerde Tara Kitap etiketiyle okurla buluştu. Kitaptaki öykülerin ana izleklerini ilişkiler, kadınlık ve erkeklik durumları, yalnızlık, şiddet, işsizlik, geçmişe özlem, evlilik, günlük hayat, sınıfsal ayrımlar, aşk, ayrılık, gençlik-yaşlılık, ölüm, mahalle hayatı, aile, geçmişteki travmalarla hesaplaşma ve bireysel yabancılaşma oluşturuyor. Gündedün’deki öykülerin satır aralarında toplumsal eşitsizlik, salgın, şiddet, göç ve iklim krizi gibi günümüzün en can alıcı meseleleri de kurmacanın gerekleri doğrultusunda görünür oluyor. Yaklaşık yüz yıllık zaman dilimine yayılan hayatlar geçidi aşktan dostluğa, yastan göçe, bireysel seçimlerden hayatta anlam arayışına kadar birçok farklı izleğin derinlikli biçimde hayal edilmesini sağlıyor. Bazı karakterler birbiriyle mektuplar yoluyla metinlerarası bağ kuruyor. Bir Japonya seyahati bütün kültürel kodlarıyla ve sakura metaforuyla mektuplara konu olabiliyor. Çoğu öyküde alçalıp yükselen şarkı ve şiir ritimleri hissediliyor. 1920’li ve 1960’lı yılların ruhu ise bazı öykülerin atmosferinde saklı.

Kitabın ilk öyküsü olan “Şapkasız Düşler”de on yıl önce göç ettikleri gecekondu mahallesinde iki göz ahşap evde yaşayan, babaanne hariç anne, baba ve genç kızın geçici işlerde çalıştığı bir ailenin gündelik hayattaki çelişkilerine odaklanıyoruz. Kavga ve gürültünün bitmediği, yolları çamur, sık sık elektrik ve su kesintisi olan aşağı mahallenin insanları –alt sınıflar– her sabah çalışmak için yukarı mahalleye –orta ve üst sınıflar– gidiyor. Düzgün evleri, parke taşıyla döşenmiş kaldırımları, alımlı kadınlarıyla yukarı mahalle şehrin ışıltısının habercisi. Öykünün merkezinde ailenin genç kızı Neriman var. Çocuklara ad verilirken dinsel, tarihsel, siyasal, toplumsal, kişisel ve kültürel etmenlerin yanında ailenin çocuktan isteklerini, dileklerini ve beklentilerini anlatan duyguların da öne çıktığı görülür. Buna bağlı olarak insanların kişilikleri ve kimlikleriyle taşıdıkları adların anlamları arasında sanki bir paralellik olduğu düşünülür. Neriman’ın annesi kızına dönemin popüler kültüründen etkilenerek bayıldığı sinema artistinin adını koymuş ve içten içe bastırdığı arzulardan hareketle sınıf atlamasını istemiş. Baharatçı dükkânında çalışan Neriman şık şapka, ayakkabı ve elbise giydiği günlere ek olarak çocukluk aşkı Memo’yla evlilik, üç çocuk ve ev hayalleri kurar. Memo’nun askerlik dönüşü mahalle bakkalının kızıyla nişanlandığını duyunca sarsılır, ancak hayallerine ulaşmak için bütün zorluklara rağmen mücadelesini sürdürmekte kararlıdır.

Kitabın belki de en derinlikli öyküsü olan “Koltuk Yüzü”nde hikâye, eşya ve atmosferin yazınsal metne kattığı değeri çarpıcı biçimde bir kere daha görüyoruz. Michel Butor, Roman Üstüne Denemeler’de şöyle diyor:

“Nesneler, ‘işlev’lerinin dolaysız gerçekliği nedeniyle ve ‘sanat’tan söz edilir edilmez, ilk işlevlerini aşarak, kendilerini belirtenden başka bir işlev de üstlenirler: Sözgelimi, iyi çizilmiş, iyi işlenmiş bir çaydanlık, bir çaydanlıktır ama bunun ötesinde de başka bir şeydir. İşte bu tür nesneler bir tablo ya da bir kitap olan şu çok gizemli nesnenin işlevini bize gösterebilmektedir. Bu nesne öylesine bir özellik taşımaktadır ki, onun bir nesne olduğunu unuturuz genellikle. Poe, ülkesinin zengin evlerinde görülen alışılagelmiş düzenlemenin bir yaşama ve düşünme biçimine, paranın ülkesinde en üstün ‘değer’ olması gerçeğine sıkı sıkıya bağlı olduğunu ileri sürer.”[1]

Evde istiflenen modası geçmiş melamin tabaklar, sararmış masa örtüleri, kavanoz kapakları, kırık biblolar, giysiler ve öteki eşyalar öykünün merkez kadın karakteri Ferah’ı geçmişin farklı dönemlerine götürüyor, ailesinin tarihi, yaşam ve düşünme biçimi hakkında ipuçları sunuyor. “Koltuk Yüzü”nde kendine yabancılaşmayı reddeden genç bir kadının içine sıkışıp kaldığı düzen etkileyici biçimde anlatılıyor. Hapishaneyi çağrıştıran ev atmosferi, toplumun ikiyüzlülüğü, Ferah’ın hayattan silinen izdüşümleri, kırık dökük nesneler, eşyalar ve anılar üzerinden görünür oluyor. Paslı makas geçmişin acılarına yol veriyor, vişne çekirdeğinde anne şefkatini çağırıyor, çıkarıp attığı altın bilezikler ise toplumsal baskıya başkaldırının sembolü haline geliyor.

Bahar Gerçek Doğru

Gündedün’de yer alan öykülerde birinci tekil kişi anlatıcı, üçüncü tekil kişi anlatıcı ve her şeyi bilen-Tanrısal konumlu anlatıcı dengeli biçimde kullanılıyor. Öyküleri farklı anlatıcıların bakış açısından yazmak yazara özellikle değişen bakış açılarını ve anlatım biçimlerini vermede geniş bir özgürlük alanı sağlıyor. Dönem öykülerinde geçmişe gidilerek daha rahat bir anlatım için tanrısal konumlu anlatıcı kullanılıyor. Bazen odak noktasına dışarıdan bakan üçüncü göz tarzında, olup biten her şey bir kamera mantığıyla soğukkanlı biçimde aktarılıyor. Sıra mektuplara ve anılara geldiği zaman ise birinci anlatıcının içtenliğine ve yakınlığına başvuruluyor. Öykülerde ele alınan konular, izlekler ve yaratılan kişiler çok çeşitli, sonlara doğru iyice yükselen akış hemen hissediliyor. Kitabın arka kapak yazısında belirtildiği gibi, “Bambaşka hayatların içinden çıkıp gelen öykü kahramanları, unutmayı seçtiklerimizle hatırlamaya cesaret ettiklerimiz arasındaki boşluğa kendiliğinden gelip yerleşiyor”. Öykülerde yer alan karakterlerin hikâye etmeye dayalı psikolojik çözümlemeleri, davranışları ve duyguları eşliğinde etkileyici biçimde anlatılıyor. Bildik gelen hikâyelere karakterler aracılığıyla yeni bir bakış açısıyla yaklaşılıyor.

Dil ve anlatım anlamında, göstermeden ziyade –özellikle diyaloglar– anlatma –hikâye etme, mektup ve betimleme– tekniği ön plana çıkıyor. Bu durumun nedenleri hakkında, “Platon, kurgusal metinlerde bir duygu ve düşünceyi aktarırken ‘mimemis’ –göstererek– ve diegesis –anlatarak– şeklinde iki yaklaşımdan bahseder. ‘Gösterme’ yaklaşımında olayın kendisi, eylemler ve konuşmalar daha ön plandayken, ‘anlatma’ yaklaşımında anlatıcının duygu, görüş ve anıları daha görünürdür. Gündedün’ü yazarken iki anlatı türüne de başvurmakla birlikte daha çok betimleme, anlatma ve mektup tekniğini kullandım. Sanırım öykülerin ruhu bunu gerektirdi. Diyaloglara yaslanan anlatılarda, onu yaratan anlatıcı bir süre sonra silikleşir. Gösterme anlatısındaki nesnellik ve tarafsızlık sunduğum ‘renkli yaşamlar geçidi’ karakterlere yer yer ket vurabilirdi. Mektup formunu kullanmak kafamdaki bazı hikâyeleri anlatmak için kaçınılmazdı. Ben’den başlayan, Sen’e varan o samimi iletişim biçiminde ‘ben’ anlatısının büyüsü ve şeffaflığı saklıdır. Ancak yazarın gerçek dünyanın bir parçası, anlatıcının ise metinsel bir dünyanın parçası olduğunu unutmamak gerekir” diyor Bahar Gerçek Doğru, Litera Edebiyat’ta yayınlanan söyleşisinde.

Bahar Gerçek Doğru’nun ilk öykü kitabı Gündedün’de öykü kişileri zaman, bellek, umut yörüngesinde geçmiş ve bugün arasında salınan sonsuz şimdide konumlanıyor. Kitap, hayallerinden çok uzağa düşmüş on sekiz yaşında genç bir kızla başlayıp yetmişli yaşlarda yaşamın kör noktalarında bile çiçeklenmeyi öğrenmiş bir kadınla bitiyor.

 

 

[1] Michel Butor, Roman Üstüne Denemeler, Düzlem Yayınları, çev. Mehmet Rifat, Sema Rifat, Şubat 1991.