Kayıtsızlık çağında Godot’yu yeniden hatırlamak

Godot'yu Beklerken

SAMUEL BECKETT

Kabalcı Yayınları
Şubat 2021
135 sayfa

çev. Pınar Aziz

30 Ocak 2025

ŞULE KAYNAR

“İradenin zıttı kararsızlık değil yabancılaşmaktır.”

–Rollo May, Aşk ve İrade

Batının sömürgecilik sistemiyle hız kazanan sanayileşme ve buna bağlı modernleşmeyle doruğa çıkan çıkar savaşları 20. yüzyılın ilk yarısında iki büyük dünya savaşına neden olmuş, bu savaşlar insanlığı büyük bir yıkıma götürmüştür. Bu dönemde içe kapanarak yalnızlaşan, kimi zaman kendi seslerini bile duymazdan gelecek kadar duyarsızlaşan, yozlaşan bir insanlık ortaya çıkmıştır. İnsanlar “neden yaşıyoruz?” sorusuna cevap aramaya başlamışlardır. Hiçbir anlam ifade etmeyen varlığı sürdürme çabası saçmadan öteye geçememiştir. Kendisi de bu döneme tanıklık eden, II. Dünya Savaşı yıllarında Fransız direnişçilere katılan Samuel Beckett de eserlerinde yıkılmış bir dünyanın yıkıntıları altındaki yaşamın boşunalığını ele almıştır. Beckett, umutsuzlukları varoluş kaygısını da beraberinde getiren karakterlerini, alışılagelmiş olan anlatım biçimlerini kırıp yeni anlatım teknikleri kullanarak kurgulamıştır. Beckett’in hem romanlarında hem oyunlarında yer alan karakterler yaşamı sorgulama aşamasını çoktan geçmiş ve yaşamın yıkımının sonucu haline gelmişlerdir. İşte Beckett’in ünlü oyunu Godot’yu Beklerken[1] de yıkımın ağır yükünü üstüne almış ve bu yükten nasıl kurtulacağını bilemeyen insanları anlatır, hatta anlatmaktan çok gösterir. İki yol ayrımının ortasında nereye gideceklerini bilmeyen, geçmişleri ve gelecekleri olmayan bu insanlar Beckett’in kurguladığı Vladimir ve Estragon karakterleri üzerinden verilmiştir. Karakterler ellerinde bir yaşam rehberi olmadan yeni bir yaşam umarlar. Oysa yaşayamadıkları hayat var olamayacak bir hayattır. Onlarsa bunun farkında bile değildir, sadece neyi beklediklerini bilmeden beklerler.

Eylemsizlik, bozguna uğramış kişinin eski gücüne kavuşana dek dinlendiği bir korunma hali gibidir. Eyleme geçemeyen, içinde yaşadığı şimdinin farkına varamayan Estragon ve Vladimir’in geleceği bekleyişi de bir tür korunmadır. Onlar bu korunma güdüsüyle yaşadıkları zamanın ve çevrenin farkına varamazlar. Oyunun kuru, çorak uzamı içinde tek yaşam belirtisi gösteren ağaca baksalar bile onu görmemeleri de bu durumun göstergesi olmuştur. Estragon ve Vladimir altında bulundukları ağacı algılayamadan ufku gözlemekte, Godot’nun gelişine odaklanmaktadırlar. Tüm sorunların çözümünü de bu belirsiz gelecekten beklerler. Bu bekleyiş tüm oyun boyunca şu cümlelerle tekrar edilir.

“Estragon: Ne sevimli bir yer.(...) Umut verici imkânlar. Haydi gidelim.

Vladimir: Gidemeyiz.

Estragon: Neden?

Vladimir: Godot’yu bekliyoruz.

Modern çağın getirdiği yıkım Vladimir ve Estragon gibi karakterleri sıkıştırmış, belli kalıplara hapsetmiştir. Savaşların yarattığı şiddet ve sarsıntılarla benliğini kaybeden, aynılaşan, sıradanlaşan bu karakterler boşluğun içinde kaybolmuş, belleğini de yitirmiştir. Zaten bütün günler ve bütün mekânlar birbirinin aynıdır. Bu boş mekân Vladimir ve Estragon’un nerede olduklarının ayırımına varmalarını engeller. Zaten herhangi bir varoluş çabası içinde de değillerdir.

Godot'yu Beklerken, Ankara Devlet Tiyatrosu, 2022.

Bu bekleyiş tüm zamanlar için geçerlidir. Bekleme alışkanlığı ve şimdinin geleceğe ertelenmesi günümüz modern insanının yaşamında zorunluluğa dönüşmüştür. Bu hiçlik içinde Vladimir ve Estragon da Vladimir’in “Artık alıştığımız gibi” sözleriyle belirttiği gibi, alıştıkları bir bekleme halindedirler. Alışkanlıklarla insanın yaşamı kolaylaşmakta, ne olup biteceğini düşünmeden yaşamaktadırlar. İnsan süreç içinde oluşturduğu kural ve kalıplarla kendi sistemini kurmuş, sonra da oluşturduğu sistemin tutsağı durumuna gelmiştir. Artık alışkanlıklarının dışına çıkamaz olmuştur. İnsan sisteme hizmet ederek bir farklılık ortaya koymadan yaşayacak, sorunların başka biri tarafından çözülmesini bekleyecektir. İnsan kendi yarattığının kölesi olmuş, bunları kaldırıp atmayı, özgürleşmeyi aklına dahi getiremez hale gelmiştir. Bunun için Estragon sıkan çizmeleri çıkarır çıkarır giyer. Kendini bu kalıba mahkûm eder. Düşünmeyerek, sorgulamayarak konmuş kuralların dışına çıkacak bir eylemde bulunamaz, yürümesine engel olan çizmeleri bir türlü çıkarıp atamaz. Vladimir ise düşünmesi gerektiği zaman düşünceyi şapkanın içinde arayarak kalıplaşmış anlayışlardan medet umar; zaten düşünmek tehlikelidir ve bunu şöyle dile getirir. “Korkunç olan düşünmüş olmak.” Zincirleri kırmanın sorumluluğunu kurtarıcıya yükleyen modern insan sistemin getirdiği sınırlar içinde yaşamakta, özgür düşünemediği için bireysel varlığını da ortaya koyamamaktadır. Düşünemeyen, sorgulamayan insan hareket de edememekte, yalnızca bekleyerek eylemsiz kalmaktadır. Eylemsizliğin korunmasına sığınan Vladimir “Artık düşünme tehlikesinden uzaktayız” diye yineler bu duygusunu.

Kendilerine yabancılaşan, iletişim yeteneğini kaybetmiş iki karakter Vladimir ve Estragon, Godot’yu beklerken birbirleriyle konuşur gibi görünseler de, birbirlerini anlamazlar ve başka başka şeylerden söz ederler. Diyaloglar birbirini karşılamaz, tutarsızdır. Bu iki karakteri diğer insanlarda ayıran farklı bir özellik yoktur. Her ikisi de hem herkes hem hiç kimsedir. Bir aradayken birbirine zıt olmakla birlikte tek başlarına da yapamazlar, birbirlerinden ayrılamazlar. Bu nedenle insanın farklı benliklerini çağrıştırırlar, bir anlamda insanın bölünmüş benlikleridirler, modern zamanlardaki insanın kendi benliğiyle bile iletişime geçemeyişinin ifadesidirler. Sürekli çatışma halindedirler. Bu çatışma onları kendilerine de yabancılaştırmış, yalnızlaştırmıştır. Kendilerini yalnız hisseden karakterler sürekli bir korku içindedir, çünkü sistemin dışına çıktıklarında yalnız kalacaklardır. Bu durumda tek başlarına kalmamak için sistemin istediğini yapmalıdırlar. Yalnızlık korkusu onları daha da sınırlandırmakta, alışkanlıklarının dışına çıkacak eylemi yapmaktan alıkoymaktadır. Oyunda Vladimir ve Estragon karakterlerinin yanında yer alan diğer iki karakter, Lucky ve Pozzo da absürt bir şekilde kurgulanmıştır; Lucky’nin boynunda bir ip vardır ve Pozzo onu bir köpek gibi çekiştirir…  Lucky oyunda aydın bir karakter olarak çizilmesine rağmen güç karşısındaki alışkanlığa dönüşen mecburiyetinin trajik görünümü onu da boyunduruk altına almıştır. Aslına bakılırsa güce kendiliğinden boyun eğiş ve bekleyiş insanlık tarihi boyunca devam etmiş, sadece bir ânın, bir toplumun, bir yapılanmanın değil, tüm insanlığın zamansız ve mekânsız yaşadığı bir gerçek halini almıştır.

Samuel Beckett, 1969.

Samuel Beckett bu oyunuyla modern insanın tarihin derinliklerinden beri sürüp gelen tüm inançlar adına oluşturulmuş kalıpların ve alışkanlıkların şiddeti içinde kayboluşunu vurgulamış, düşünmeden, sorgulamadan, eyleme geçmeden yalnızca bekleyiş içinde yaşamanın absürt trajedisini ortaya koymuştur. Belleksiz ve iletişimsiz insan, zaman kavramında da sürekli bir yanılsama içindedir. Değiştirici gücün gelmesini bekleyen ve yalnızca bekleyen insan sıradanlaşmış ayrıntılardan arınmış, uzam ve zamanla bağını koparmıştır. Yapacak hiçbir şeyin olmadığını düşünen Vladimir ve Estragon birbirini dinlemeden öylesine konuşur. Zamanı doldurmak için ortaya konmuş eylemsizlikleriyle hiçlikten öteye geçemezler. Bu eylemsizliğin ağırlığından bıkıp kendilerini öldürmeye bile çalışmış, ancak onu da becerememişlerdir. “Beckett’in oyununda öne çıkan konu, var olamamanın dayanılmaz ağırlığıdır. Karakterlerin yaşadıklarını sandıkları anların toplamı, yaşayamadıkları hayatlarından bir kesittir.”[2]

Beckett, Godot’yu Beklerken oyununda insanlığın varoluşsal yıkımının eylemsizliğe dönüşmesinin yarattığı tehlikeye dikkat çekmiştir. 21. yüzyıla gelindiğinde Beckett’in dikkat çektiği yıkımların yarattığı bu eylemsizlik yerini ürpertici bir kayıtsızlığa bırakmıştır. Artık bu yüzyılda savaşlarda ölen on binlerce insanı ya da sokak ortasında işlenen cinayetleri insanlar bir seyirci gibi izlemektedir. Çoğu insan sorumluluk almaz, dünyaya bir etki bırakamadan kendi kabuğuna çekilmiştir. Umursamama rolü yapa yapa kendi değerini unutmaya başlamıştır. Kayıtsızlığın zıttı ise umursamak ve varlığa yeniden kavuşmaktır. Herkes her olumsuz şeyi değiştiremese bile yaşama küçük bir iz bırakabilir. Etkilenmeden etkilemek mümkün olmadığına göre, şimdi Beckett’in Godot’yu Beklemek adlı oyununun çarpıcı etkisini yeniden hatırlamanın tam zamanı. Bu kayıtsızlık çağında yıkımlara inat direnme gücü fark edilmeli ve Walt Whitman’ın şiirindeki çağrısına kulak verilmeli: “Yaşam var, sen de varsın/ güçlü oyun sürmekte/ bir dizeyle de olsa /katılmaya ne dersin?”[3]

 

NOTLAR

[1] Samuel Beckett, Godot’yu Beklerken, çev. Pınar Aziz, Volga Serin S., Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2000.

[2] Elif Karaosman, “Belleksizliğin Belleğinde Godot’yu Beklerken”, Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Hakemli Dergisi, ART-E 2010-05.

[3] Walt Whitman, “O Me! O Life!”, Leaves of Grass, Dover Publications, 2007.