
Annesi ve babası ilkokul öğretmeni olan, belli bir yaşa dek köylerde, dağ köylerinde büyümüş biri olarak bu zamana kadar köy romanları ve Türk sinemasında köy filmleri hep daha fazla ilgimi çekti. Erkan Irmak’ın Eski Köye Yeni Roman isimli kitabını okurken fark ettim ki, bu zamana dek şehir romanlarından çok “köy romanları”yla “köy temalı romanlar” okumuşum, köy filmleriyle köy temalı filmler izlemişim. Hazırlanışı yıllar süren, son derece detaylıca çalışılmış bu doktora tezinden müteşekkil kitaptan hakikaten çok şey öğrendim, bilgiler edindim ve yorumlar kazandım.
Kitapta en çok dikkatimi çeken hususlardan ilki şu oldu: “Berna Moran, köy romanlarını beş temel içerik/bakış karakteristiğiyle çerçevelemeyi dener. Buna göre köy romanlarında en çok görülen durumlar: 1) bu metinlerin tahlil değil eylem odaklı olmaları; 2) kıtlık-bolluk karşıtlığının hemen her seferinde kullanılması; 3) roman kişilerinin kurban-asi ikiliğiyle kurulması ve içlerinden birinin ilkinden ikincisine dönüşmesi; 4) mekân olarak köyün temel odaklardan biri olarak ele alınması ve 5) buna bağlı olarak köy-kasaba/kent karşıtlığının vurgulanmasıdır.” (s. 24-25) Bazıları üzerinde tartışılabilecekse de aslında çok güzel, mühim genellemeler içeren bu beş maddenin pek çok köy romanını ayırt edebileceğini düşünüyorum. Tabii bir noktaya kadar. Irmak, kitapta karışan hudutlardan, tanımlara sığmayan eserlerden, köy romanlarından ve köy temalı romanlardan yerinde örneklerle bahsederek tartışma çerçevesini epey genişletiyor. Adeta bir hasbıhal ya da edebiyat dersi gibi tane tane anlatıyor. Köy romanlarıyla köy temalı romanlar arasındaki ayrım zihnimizde netleşmeye başlıyor.

Mahmut Makal’ın Bizim Köy adlı romanını haklı olarak uzun uzadıya irdeliyor. “Enstitü (Köy Enstitüsü) mezunu köylü çocuklarının yazdığı öncelikle köy notları ve ardından da köy romanları, (s. 106)” edebiyat sahnesinde belirmeye başlıyor. Irmak “döngüsel zamanın, olay odaklı yaşamın, kapalı mekânın bir sonucu olarak köy notları birbirlerinin replikası olarak çoğalır, ancak özgün olmalarını sağlayacak imkânlar yaratamazlar” (s. 124) yorumunu yaparken döngüsel zaman vurgusunu ayrıca önemli buluyorum. Tıpkı köylerde olduğu üzere köy notlarında da zaman döngüsel, hayat olay odaklı ve mekân köyün hudutlarıyla sımsıkı kapalı.

Sarı Traktör’ü (Talip Apaydın), Hüyükteki Nar Ağacı’nı (Yaşar Kemal) ve Bereketli Topraklar Üzerinde’yi (Orhan Kemal) yan yana getiriyor Irmak. (s. 156) Aslında kitaba ülkemizdeki köy ve köylü hususunun tarihi seyri ile Köy Enstitüleri’nin köy edebiyatı alanının gelişmesindeki sonuçlarına bakarak başlayan yazar daha sonra 1950’ler itibariyle yaklaşık 30 yıllık bir periyodu kapsayan (1950-1980) bir dönemde köy romancılarına ve romanlarına tüm veçheleriyle yakından bakıyor. Fakir Baykurt romanlarında tekrar eden temaları, karakterleri, zamanın ve mekânın kullanımını detaylandırıyor ve Yaşar Kemal’in Yer Demir Gök Bakır romanıyla mukayese ediyor.
Köy romanı aslında nedir?

Yazarın Fakir Baykurt romanlarındaki “olay-zaman-mekân” incelemeleri çok önemli. “Fakir Baykurt ve diğer Enstitülü köy romancıları olsun, dramatik kurgularını daima dışsal bir “olay” ve bu “olay”ın etkilerine bağlı biçimde oluştururlar.” (s. 205-206) Malum, köy filmlerinde de köye bir öğretmen, kaymakam, vb. gelir ve esas olaylar, çatışma, dengenin bozulması – girdabın oluşması gelişmeye başlar. Irmak tüm bu metinlerde dinin ve onun temsilcilerinin nasıl konumlandırıldığına da dikkatle bakıyor. “Fakir Baykurt romanında her ne kadar öğretmenle imamı, yani modern ve akılcı olanla eski ve batıl olanı karşı karşıya getirse de”, (s. 231) örneğin Yaşar Kemal romanlarında çizgilerin bu denli keskin olduğunu söyleyemeyiz. Yazar Yer Demir Gök Bakır’dan birçok örnek veriyor; böylece kıyaslama netleşiyor.
Irmak’ın şu tespitinden de bahsetmek istiyorum: “Kara Bayram, ilk kitabın (Yılanların Öcü) aksine Irazca’nın Dirliği’nde (Fakir Baykurt) bir anda çocuklarını okula göndermenin hayaliyle yanmaya başlar.” (s. 252) Yazarın öğretmenlik olgusunu inceleme şekli de çok önemli; olguları sosyolojik, iktisadi arka planlarıyla birlikte basamak basamak çözümlediği için üretilen edebiyat incelemesi, muhtelif romanlardan sayısız mukayeseli misallerle bana göre hedefine ulaşıyor.

“‘Köylü’ köy romancılarının aksine, köyü anlatan ‘şehirli’ yazarlar içeriden şahit olan ve deneyimleyen değil, dışarıdan gözlemleyen ve kural koymayı deneyen bir bakış geliştirmişlerdir” diyor Irmak. (s. 276) Bir yandan da Eski Köye Yeni Roman ile aynı anda Yaşar Kemal romanları okumaya devam ettiğim için (ilk fırsatta da Yer Demir Gök Bakır’ı okuyacağım) bu kitaptaki değerlendirmeleri iki kere düşünme fırsatı yakaladım. “Köy romanı nedir?” sorusunu çok mühim buluyorum. Günümüzde büyük şehirleri doğru anlamak, toplumları doğru anlamak için çok önemli bir anahtar; burada kolayca, hızlıca hemfikir oluyoruz. Büyük şehirlerde banliyölerin sınırlarını çizebilmek, sosyal hareketliliği ve sosyo-ekonomik geçişleri, duyguları yorumlamak için esas. Bazen Charles Dickens’ın romanı İki Şehrin Hikâyesi’nin birçok kent sosyolojisi teorisine eşdeğer olduğunu düşünüyorum. Şehirleri, banliyöleri doğru anlayabilmemiz için köyleri, köylülüğü doğru anlamamız gerekmiyor mu?
“Otuz yıla yakın bir süre hayatta kalmış ve etkin olduğu süre boyunca da evrilmeye devam etmiş bu türün” (s. 300) çok daha fazla ilgiyi hak etmesi gerektiğini düşünüyorum ben de Erkan Irmak gibi. “1950’lerde kuruluş, 1960’larda yükseliş dönemini yaşayan köy romanı türünü 1970’lerde çöküşe...” (s. 305) götüren arka planı da okuyoruz kitapta. Bağlamlarıyla çok özenli, sebep-sonuç ilişkileri ağlarıyla ilerleyen kitap, daha fazlasını okuma isteği uyandırıyor. Tüm iyi kitaplar gibi.