Bir zamanlar

İstanbul’da “Derin İlimler”

Eski İstanbul’da “Derin İlimler”

Nazar, Büyü, Uğur, Niyet, Bakıcılar, Rüya Tabirleri, Hipnotizma, Kıyafetname ve Kocakarı Rivayetleri (1931-1963)

SERMET MUHTAR ALUS

Büyüyenay Yayınları
2024
144 sayfa

Yayına hazırlayanlar: Mustafa Kirenci, Eren Yavuz

23 Ocak 2025

Sermet Muhtar Alus, Eski İstanbul’da “Derin İlimler” isimli kitabında nazardan büyüye, üfürükçülerden rüyalara, perili evlerden niyet kuyularına kadar batıl inançları konu ediniyor.

AHMET EKEN

Sermet Muhtar Alus, Eski İstanbul’da “Derin İlimler” isimli kitabında nazardan büyüye, üfürükçülerden rüyalara, perili evlerden niyet kuyularına kadar batıl inançları konu ediniyor. Eski İstanbul yaşamının vazgeçilmez yazarı Sermet Muhtar Alus (1887-1952), kitabında bir zamanlar kadın erkek pek çok kişinin zihnini meşgul eden, davranışlarında etkili olan inançları anlatmakta. Büyüyenay Yayınları’nın “Sermet Muhtar İstanbul Külliyatı” dizisinin 15. kitabı olarak yayınlanan kitap, yazarın Akşam, Son Posta gazeteleriyle Yeni Mecmua ve İstanbul Ansiklopedisi’nde kaleme aldığı yazılardan derlenmiş.

Kent folklorunun bir parçası olan “derin ilimleri”, insanları, mekânları, ritüelleriyle tanıtan yazarın mercek altına aldığı ilk konu, “Nazar-büyü” olmuş. Konu hayli geniş… Öncelikle insanların büyük bölümü varlığına inanıyor ve inanmayanları da cahil olarak görüp küçümsüyor. İnsanlara göre, “nazarın kundaktan teneşire kadar hükmü caridir. 20 günlük masum nazara gelir, çiçek çıkartır. 20 yaşında nazara gelir, zifaf gecesi bağlı kalır. Kıranta nazara gelir, felçten ahireti boylar. Eşhasın kadınlar tarafı da hakeza”.

Büyüye gelince, o da kapsamlı, “adamakıllı dallı budaklı” bir konu. Ancak diyor Alus, “Yani hoşa gitme, sevgi, aşk, lâkaytlık, vefasızlık, ihanet gibi keyfiyetlerin mihveri içinde çalkalanan bütün hadiselere münhasır”. Örneğin, kafesin arkasında gördüğü kıza tutulup yemeden içmeden kesilen oğlanın anası, kızın anasının büyü yaptırdığına inanıyor. Karı koca kavgaları, eşlerin birbirlerine karşı soğuklukları… hep büyü yle açıklanıyor. Büyü cinsellikle ilgili konular etrafında dönüp dolaşıyor. Yoksa kimsenin maaşının artması veya makamının yükselmesi için büyü yaptırması söz konusu değil.

Lakin nazar ve büyü mağdurlarını hemen paniğe kapılmasının da âlemi yok! Yazar duyduklarından ve gördüklerinden yola çıkarak nazara karşı alınacak tedbirleri şöyle sıralıyor… Önce üstte taşınacaklar: Beş pençe mavi boncuk, kaplumbağa yavrusu, yirmi yedilik maşallah yazılı Mahmudiye altını, şap ile mazı, mavi beze dikili nohut. Ardından, tütsüye verilecek olanlar var. “Karanfil çatlatmak” başlığı altında şu bilgileri okuyoruz:

“Üzerlik yüz bin eyilik, gitsin kemlik, gelsin eyilik, yahut: üzerliksin havasın, her bir derde devasın, sen bu evde daimken, kaza bela savarsın sözleriyle çörekotu ve üzerlik tütsüsü, bir tutam tuz ateşe atmak, amber kabuğu, kişniş, yedi dükkân süprüntüsü tütsüsü vermek.”Sermet Muhtar Alus

Büyü konusu dikkat istiyor, çünkü “muhtelif hedefler için muhtelif vesait ve kalkanlar var.” Evvela çiftler arasındaki çatışmaları, soğuklukları ortadan kaldırmak için yapılması gerekenler: Şirinlik muskası takmak, sürmeyi okutturup gözüne çekmek, zat-ı şerifi kendine çevirmek için çevirgil duası okutmak, beneksiz düz siyah veya düz beyaz tavuğu okutmak, nalın üstüne 41 adet o adamın ismini yazıp mangalın dibine gömmek veya külhana atmak… Ancak durum çok vahimse, adam evden çekip gitmişse, görünürde yoksa, o zaman 7 adet karabiber tohumunu okuyup ateşe atmak, kırmızı biber yakmak, defne yaprağını zeytinyağıyla “gel, gel!” yazıp tütsülemek gerekiyor.

Bir başka sonun ise erkeğin “bağlı” olması! Zifaf gecesinden itibaren her şeyi berbat eden bu durum için Alus’a kulak verelim:

“Vakaya çok tesadüf edildiğinden önden tedbirler unutulmaz; nikâh kıyılırken birbirlerinden ayrılmasınlar diye kilit kitlendiği gibi, bir düşmanın, ellerini bağlayarak veya saçına düğüm yaparak güveyi bağlamamasına da çok dikkat ederler.”

Sermet Muhtar Alus

Peki, bu da çare olmadı, o zaman “20 kulaç pamuk ipliğini her devirde bir düğüm yaparak erkeğin vücuduna sarmak” gerekiyor. Eşi bunu dişleriyle çözerse o delikanlı şir-i aslan (kükremiş aslan) kesiliyor. Bağıran çağıran adamın çenesini tutması için eşek dili yedirmek, evin dağılmaması için darı tanesini okuyup evin içine serpmek, “canına mevlut okumak” için 7 yahut 41 iğneyi sabuna batırıp kuyuya atmak… “çarelerden” birkaçı. Sonuç olarak, yazarın dediği gibi büyü ve nazar konusu, “âdeta derin bir ilim, sanki bir umman”.

Bütün bunların dışında hâlâ “kullanımda olan” bir başka ritüelden söz etmeden geçemeyeceğiz: Kurşun dökmek. O yıllarda nazar, kem göz, kuruntu, kara sevda, ağrı ve sızı, heyecan ve çarpıntı… için kurşun dökülürmüş. Am3aç rahatsızlığı sona erdirmek. Her semtin, mahallenin “meşhur” bir kurşuncusu vardır. Özellikle sıkıntısı olan kadınlar “okumuş, sofu, ehl-i takva” bu kurşun dökücüleri çağırır, hasıl olan şekiller de molla lakaplı kurşuncu tarafından yorumlanır: “Kurşunun yuvarlakça yeri hastanın yüreğidir. Bak, bir yanı pürtük pürtük, bir tarafında yuvarlakça düğüm düğüm. Hep bunlar kasavet alametleri.” Ancak molla hastayı dertleriyle baş başa bırakmaz, kaptaki bir parça kurşunu işaret ederek devam eder: “Boyun gibi uzamış bir parçanın üstünde bir yuvarlak daha. Allah’a şükür ki gümüş gibi parıl parıl parlıyor. Bu da genişliğe, ferahlığa alâmet.” Son olarak hastanın başında üç kere ekmek dolaştırılır ve bu ekmek doğranıp kapı önündeki yavru köpeklere verilir. Âdet kurşuncunun karnının doyurulup, cebine harçlık koyup gönderilmesidir.

“Büyücü”, Salih Erimez,
Reşat Ekrem Koçu,
İstanbul Ansiklopedisi, 1960.

Eski zaman hayatının bir başka özelliği de şehirde bol miktarda kendilerine “hoca, bakıcı, üfürükçü” diyen kişilerin bulunmasıdır. Haklarında pek çok rivayetin anlatıldığı bu kişilerden bazıları çok meşhurdur. Mucizeleri dillerden düşmez. Yatalak hastayı ayağa kaldıranlar, kaybolan yüzüğün yerini gösterenler, paşa efendinin yakında vezir olacağının müjdesini verenler, hayırsız damadın yakında eve geri döneceğini, beklenen mektubun posta da olduğunu söyleyenler… çoktur. Gelecekten haber veren bu kişiler gittikleri yerlerde izzet, ikram görür. Hediyelerine, ücretlerine dikkat edilir.

Derdine çözüm arayanların ziyaret ettikleri, İstanbul’un çeşitli semtlerinde bulunan niyet kuyularına gelince… Bunların en ünlüleri Mevlevihane Kapısı yakınlarındaki Merkezefendi Türbesi’nin yanında, diğeri ise Eyüp’tedir. Kuyucu bir kadının nezaretinde uzunca bir işlemden sonra kuyunun içine bakılır. Bakma süresi uzadıkça, “karanlık ve durgun suya bakan gözler, zaman geçtikçe kararır. Şaşı beş derken, alelâcayip karaltılar, gölgeler, hayaletler belirir, bunlar gide gide kımıldar ve canlanır”. Ve biri niyetini gördüğünü söyler, kuyuyu bekleyen kadın da bunu tasdik edince işlem sona erer. Elbette bunun da bir ücreti vardır!

Kitapta yer alan bir başka konu da rüya tabirleri. Önce, “Rabbim hayırlar versin” denmeden anlatılmaya başlanmıyor. Vakit gece ise “gündüz niyetine” sözü ekleniyor. Eğer rüya karışıksa başta ekmek çevrilip köpeklere veriliyor. Fakirlere de sadaka verilmesi ihmal edilmiyor. Hemen her evde bulunan Rüya Tabirnamesi’nin sayfaları bir kez daha karıştırılıyor, ancak çoğu zaman bununla yetinilmeyip hoca, hacı gibi dini bütün kişilere başvuruluyor. “Rüya” çok geniş bir mevzu, hangi gün, ne görüldüğü çok önemli. Alus, Tabirname’den alıntılarla konu hakkında hayli malumat veriyor.

Salih Erimez’in çizgileriyle fal bakanlar, Yeni Mecmua, 1939.

“Derin ilimlerin” içerisinde “kocakarı efsaneleri”nin ayrı bir yeri var. Sermet Muhtar Alus konuya şu sözlerle başlar:

“Anadan babadan kalma mı demeli, yoksa göreneğe mi atfetmeli, birçok kimse, farkında olmayarak, bilerek bilmeyerek, bu gibi birçok kayda kuyuda tâbi olmaktan geri kalmazdı. Bu hususta önayak olanlar, mostralığı teşkil edenler evin içindeki ihtiyar kadınlardı.”

Etrafı dört gözle kollayan, herkesin hareketlerini merakla izleyen bu hanımlar, gerekli gördükleri yerlerde uyarılar yapıp, yanlış yapanı da aksiliklere karşı uyanırlar. Örnekler verelim: “Cumartesi günü çamaşır yıkamak olmaz, eğer konu komşu yıkayacak olursa koşup ocağını söndür”, “Gece aynaya bakma iyi saatte olsunlar çarpar”, “Suyu üç defada bitir, bir solukta içenin duası kabul olmaz”, “Kapı eşiğinde oturma, iftiraya uğrarsın”, “Süpürgenin üstünden atlarken ‘tuh tuh’ de.”

Eski İstanbul hayatının bir parçası olan, dertlerin izahının ve çaresinin geleneksel olarak kuşaktan kuşağa geçen batıl inançlarda arandığı gizemli bu dünyayı anlatan Eski İstanbul’da “Derin İlimler”, geçmişten günümüze bir köprü oluşturmakta.