
İnsan ömrünün neredeyse tamamı, çoğunlukla kendini ve çevresinde olan şeyleri keşfetmekle geçiyor sanırım. Okuduğumuz kitaplar, izlediğimiz filmler, dinlediğimiz müzikler, tanıştığımız ya da çalıştığımız insanlar, etrafımızda olan şeyler, bizi sürekli yeni şartlarla sınıyor. Farklı deneyimlerin içindeyken hem kendimizle hem de dünyayla farklı farklı noktalardan yeniden tanışıyoruz. Zamanla kendimizi tanıdığımızı sanıyoruz. Yaşadıklarımızın getirisiyle hayatta tecrübe kazandığımızı düşünüyoruz. Ta ki kendimizle ilgili yeni bir şey fark edene, daha önce hiç vermediğimiz bir şekilde farklı tepkiler verdiğimizi görene ya da etrafımızda yaşanan şeylerin bünyemizde doğurduğu değişik ruh hallerini görene kadar. Bazen çok mutlu oluyoruz bunu görünce, bazen de endişeleniyoruz. Bu yeni durumlara isimler koymaya çalışıyoruz. Hayatımız bir şeyleri anlamlandırmak ve anlamak çabalarıyla dolup taşıyor.
Bir şeylere isim koyma çabamıza birazdan döneceğim. Önce size bir konser deneyimimi anlatmak istiyorum. 2013 yazında Pink Floyd üyelerinden Roger Waters’ın İstanbul’da verdiği konserdeydim. Ömrüm boyunca bir dönem işim nedeniyle çok fazla etkinlik ve konserde görev aldım. Yüzlerce konser, yüzlerce futbol müsabakası seyrettim. Roger Waters konserinin neredeyse tamamını gözlerim dolu, tüylerim ürpererek seyrettim. Etrafımdaki insanlar, devasa bir kalabalık konserin tadını çıkartırken sık sık onların birleşen ve tek bir ağızdan çıkarcasına gürleşen seslerinden ürpertici bir seviyede etkilendiğimi, gözlerimin dolduğunu fark ettim. Dedim ya, insan kendini keşfetmeye doyamıyor. Sonrasında katıldığım her etkinlikte kendimi gözlemledim. Evet, tam olarak bahsettiğim duygu her güçlü birliktelikte ortaya çıkıyordu. Birlik duygusu beni hassaslaştırıyordu.
Konser örneğiyle sınırlı kalmayayım, devam edeyim: Bir tablodaki fırça darbelerinin gölgeleri ilgimi çekiyor. İnsanların birbirleriyle iletişim halindeyken kullandıkları vücut dillerini dikkatlice seyrediyorum. Her durumda her insan için empati kurabiliyorum. Çok fazla empati kuruyorum. Bu çok yorucu bir duygu. Hayvanlara ya da insanlara eziyet edilmesine, zulmedilmesine dayanamıyorum. Bir işi yaparken birileri beni seyrediyorsa stres altına giriyorum. Otobüs, metro, metrobüs duraklarında bekleme yerlerim sürekli sabittir. Bindiğim araçta mümkünse hep aynı koordinatları takip ediyorum. Sevdiğim, niye sevdiğimi bilmediğim ama izlemekten vazgeçemediğim filmler var; ne zaman televizyonda denk gelsem ya da izlenecek bir şey bulamasam açıp onları seyrediyorum.
Ben bunları sayarken, sizler de kendinizde benzer yönler düşündüğünüzü, belki de bulduğunuzu ve bazı noktalarda benimle benzer duygular taşıdığınızı hissetmiş olabilirsiniz.
Burada tanımlama bahsine geri dönüyorum: Seviyesini bilememekle birlikte hassas ya da duyarlı bir birey olduğumu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Peki bu tanımlamaya nasıl ve nereden ulaştım. Hassas ve duyarlı olmak ne demek?
Jenn Granneman ve Andre Sólo’nun kaleme aldığı Duyarlı isimli kitap, günlük hayatımızda sıklıkla kullandığımız ama manaları üzerine derinlemesine düşünmediğimiz duyarlılık ve hassaslık üzerine bizi tanımlamalar, araştırmalar ve örneklerle dolu bir yolculuğa çıkartıyor.
Granneman ve Sólo, Sensitive Refuge (https://highlysensitiverefuge.com/) isimli hassas ve duyarlı insanlara yönelik dünyanın en kapsamlı internet sitesinin kurucuları. Kendilerini duyarlılığı yüksek insanların yaşadıklarını bunun farkında olmayan insanlara göstermeye, anlatmaya ve çözümler bulmaya adamış iki yüksek duyarlı insan. Zamanınız varsa siteyi incelemenizi ve başlıklara bakmanızı öneririm.
itibaren farklı, hassas, aşırı tepkili ya da duyarlı olarak tanımlanmanın zorluklarını yaşamış bireyler olarak, bu fiziksel ve mental hassasiyet durumlarının toplum tarafından fark edilmesi için çeşitli çalışmalar ve araştırmalar yapıyorlar. Kitabın giriş bölümünde bu ikilinin yollarının kesişmesinin, yaşadıkları benzer zorlukların onları hissettikleri yalnızlık duygusundan nasıl ayırdığını ve bu durumlarla nasıl başa çıkmaya çalıştıklarını görüyoruz. Ve daha sonra anlıyoruz ki, dünyamız yüksek duyarlı insanlar için tam bir cehennem.
Hassas ve duyarlı kelimelerini düşünün. Kafanızda canlanan tanımlamaları, o tanımlamaları hangi davranışları sergileyen insanlara karşı kullandığınızı da not edin. Muhtemelen sözlük tanımlamaları içerisinde kaldınız ve bu kelimelerin karşıladığı anlamlardan başta benim de olduğu gibi bihabersiniz. Ya da şöyle düşünün, size hassas ya da aşırı duyarlı dendiğinde olumlu bir intiba bırakmadığınızı düşünebilirsiniz.
“…duyarlılık veya hassaslık, bir insanın çevresini yani içinde bulunduğu ortamı derinden algılama, işleme ve ona tepki ya da karşılık verme yeteneğini tanımlar. Bu yetenek iki düzeyde gerçekleşir: (1) Duyulardan bilgiyi almak, (2) alınan bu bilgiyi etraflıca düşünmek veya bu bilgiyle başka anılar, bilgiler veya fikirler arasında çeşitli bağlantılar bulmak. Hassas ve duyarlı insanlar bunları sıkça yapıyorlar. Doğal bir şekilde çevrelerinden gelen bilgileri alıyor, daha derinden işliyor, nihayetinde bu bilgi tarafından daha fazla şekilleniyorlar. Bu derin işleme genellikle bilinçsizce gerçekleşiyor ve pek çok hassas birey bunun farkında bile değil.”
Bu tanımlamayla beraber şunu da okuyoruz kitaptan: Aslında hepimiz hassas ve duyarlı insanlarız. Fakat bazılarımız aşırı duyarlı ve bu onların kontrolünde olan bir şey değil.
“Diğer özellikler gibi duyarlılık da bir spektrumdur, herkes bu ölçeğin herhangi bir yerinde bulunabilir – az, orta veya aşırı duyarlı gibi. Üç kategori de normal ve sağlıklı kabul edilir. Duyarlı insanlar yalnız değildir: Son araştırmalara göre aşırı duyarlı kişiler nüfusun yaklaşık %30’unu oluşturur – diğer %30 az oranda duyarlıyken, kalan %40 ise ikisinin arasındadır. Başka bir deyişle, hassas olmak yalnızca sanatçılar ve dâhilerde görülen nadir bir durum değildir. Şehirlerde, işyerlerinde ve okullardaki insanların üçte biri böyledir. Ayrıca hassaslık kadın ve erkeklerde eşit oranda görülür. Erkeklere hassas olmamaları gerektiği söyleniyor olabilir, ancak bu durum gerçekliği değiştirmez.”
Gördüğünüz gibi toplumsal iletişim dilinde olumsuz bir anlam kazanmış durumda olan bu kelimeler aslında hepimizin içinde olduğu durumu tanımlayan kavramlar.
Peki, aşırı hassas ve duyarlı olduğunuzu düşünüyorsunuz. Ne yapmalısınız?
Granneman ve Sólo, yapılan araştırmalar ve kitap boyunca gerek kişisel gerekse topluma mal olmuş ünlü kişiler üzerinden verilen örneklerle, bu duygudurumunun beşeri ve toplumsal ilişkilerde nasıl kullanılacağını göstererek dezavantajmış gibi algılanan bu hallerin olumlu yönlerini bölümler halinde bizlere anlatıyorlar. Yeni medyanın hızla büyümesi, toplumun bu yeniliklere derhal adapte olması, adeta bir sağanak yağmurcasına üzerimize yağan dünyalarca materyal içerisinde akıl ve ruh sağlımızı nasıl kontrol altında tutabileceğimizi, hassasiyet ve duyarlılık gösterdiğimiz noktalardan kendimize nasıl rotalar oluşturabileceğimizi, bu sağanaktan nasıl korunabileceğimizi de tavsiyelerle gösteriyorlar.
Hayatı kendimize ve etrafımızdaki insanlara daha yaşanabilir kılmak için en başta da dediğim gibi keşfetmekten ve anlamaktan başka şansımız yok. Duyarlı, en başta kendimiz üzerinden yaşadıklarımızı anlamamıza yardımcı olacak, okuması keyifli bir deneyim kitabı. Bana bir nebze de olsa toplumu ve kendimi tanıma, anlama fırsatı sağladığını rahatlıkla söyleyebiliyorum.