
Doğayla konuşulur mu? Sitemi, iç çekişleri, öfkesi, sevinci var mıdır? Bu sorulara yanıt olumlu ise doğanın ‘içinden’ bakılıyor demektir. Doğada, doğal olaylarda insana (kültüre) ait ‘yasalar’ görmek mitoslarla gerçekleşen bir şeydir. Başka bir deyişle, doğa olaylarını insan davranışlarıyla anlamlandırmak mitolojinin bütünüyle egemen olduğu bir dünyaya özgüdür. Mitosların insanın anlam dünyasını ve gündelik pratiklerini bütün bütüne kuşattığı o dünya, kiminin ‘insanlığın çocukluğu’ olarak adlandırdığı çağlarda kaldı. Peki, günümüz insanının akarsuda ‘coşku’, fırtınada ‘öfke’, akşamda ‘dinginlik’ gibi şeyler görmesini neyle açıklayabiliriz? Tamam, şairler, çocuklar, sanatçılar ‘o tür şeyler kuruyor’ hâlâ; ya ‘normal’ insanlar? İnsanın çocukluğu büsbütün yitebilir mi? Düşler kurmaktan yoksun bir insan bilinci neye yarar? Giderek daha zor ve korkunç sorular: ‘Egemenlik’ ve sermaye hırsıyla, insanın kendi eliyle hazırladığı sona (yok oluş: extinction) hızla gidişini neyle açıklamalı? Yeni bilgi ve teknolojiler de paradoksal biçimde başka tür mitosla ‘malul’ değil mi: “Her şey kontrol altında?” Açıkçası, kötümserlik için bolca neden var. Umut da var elbette: İnsan hem kültüre hem de doğaya ait bir varlık. Çocukluğunu veya düşler kurma yeteneğini elde tutmak ve bunun bilinciyle davranmak ilk adımlardan biri olamaz mı?
İşte, okurunu ‘doğaya’ çağıran Doğa Defteri bu bağlamda ilginç bir kitap. Adı ‘doğa defteri’ olsa da, bir tür ‘kültür’ kitabı, ama doğaya rakip veya onu alt etmek isteyen bir kültürün değil, doğayla birlikte var olan, sözcükleri, kavramsal çerçevesi, bilgi yoğunluğuyla bütün ‘gereç ambarı’ doğa olan, ona ilişkin sorun ve güzellemeleri yine onun araçlarıyla kuşatan bir kitap. Mitolojinin çeşitli alanlarla veya disiplinlerle olan ilgisini ele alan kitaplarıyla bildiğimiz Deniz Gezgin’in kitabı Doğa Defteri. Strauss’un ayrımı da göz önünde bulundurularak söylenirse, doğa ve kültürü birlikte konumlandıran yönüyle, uğraştığı alan gereği disiplinlerarası bir çalışma. Diğer yandan dilin akış ve yoğunluğu, duygudaş halesi ve kimi yerde coşkusuyla bir edebiyat yapıtı. Yazarının kuşattığı alana ilişkin bilgisini her adımda hissettiren, ‘nesnesine’ gösterdiği saygıyı okuruna da taşıran ve ona içerden dokunan bir deneme Doğa Defteri.

Yazarının hem mitoloji hem de edebiyata bakışı, iki alanın ortak noktalarına ilişkin bilgi ve sezgileri aslında hayli zor ve karmaşık konuların anlatımına ayrı bir akıcılık katıyor. Mitolojinin doğayı imgelem içinde konumlandıran özelliği, insanın doğaya yabancılaşmadığı bir düşünme biçimini işaret eder. İmgelemin dünyası kadar onun farklı halklar ve kültürlerde edindiği biçimler konusunda da duyarlı bir kitap. Bu yaklaşımıyla, giderek azalan ‘empati’ açısından da değerli.
Kimi yerde sitemle dokunarak ve belleğin durmaksızın kendini anımsattığı bir deneme Doğa Defteri. Bu yönüyle, okuyan yazan herkesi ilgilendiren kayıtlarla, parantezlerle dolu bir ‘defter’. Hem belleğe ilişkin oluşuyla hem de pitoresk havasıyla dolaylı/dolaysız ve biteviye hissedilen bir yenidendoğuş. Çevremize, belleğimize, vicdanımıza yeniden bakmak için…