Dayanışmanın Zincirlerini Çözmek:

Karşılıklı Yardımlaşma ve Anarşizm Üzerine

Dayanışmanın Zincirlerini Çözmek

Karşılıklı Yardımlaşma ve Anarşizm Üzerine

KOLEKTİF

Livera Yayınevi
Nisan 2024
416 sayfa

Derleyenler: Catharine Malabou, Dan Swain, Petr Urban, Petr Kouba

16 Mayıs 2024

ABDÜLHALİM KARAOSMANOĞLU

 

Tüm zenginliğine rağmen kısır bir üretim sürecine hapsedilen anarşizm bugüne kadar çoğunlukla kurucu isimlerin temel metinleriyle kendini sınırlamıştı. Fakat 2010lardan itibaren akademik anlamda verimli tartışmaların gelişmesi sonucu ortaya oldukça değerli eserler çıkmaya başladı.

Bu bağlamda, süregelen meseleleri güncel toplumsal hareketlerle birlikte tartışmaya açmak üzere yola çıkan Güney Çeğin ve Kürşad Kızıltuğ, Livera Yayınları’nın da desteğiyle Anarşist Tahayyül isimli seriyle tahakküm yapıları içinde çentikler açmayı amaçlarken aslında düşünsel bir atom bombası patlatıyorlar.

Serinin ikinci kitabı olan Dayanışmanın Zincirlerini Çözmek: Karşılıklı Yardımlaşma ve Anarşizm Üzerine nöro-plastisiteden Covid salgınına, özgecilikten neo-ateizme ve Stirnerden Foucaultya kadar uzanan geniş bir spektrumda dayanışma kavramını inceliyor. Kitapta 14 makale yer alıyor ve yazar kadrosu akademisyenlerin yanı sıra LGBTİ+ ve HIV gibi toplumsal meselelerde aktivizm yapan anarşist ve feministlerden oluşuyor. Tüm yazarların katkıları Malabou’nun çalışmalarına dayanıyor ve onun teorilerini yaratıcı yeni yönlere taşıyor. Malabou’nun açılıştaki plastisite politikası” çağrısının varyasyonlarını dile getiren bu çarpıcı teorisyenler topluluğunun sahip olduğu ana fikir, günümüzde insanların birbirlerine destek olma şekillerinin özgürce yayıldığı ve güçlü bir şekilde planlanmış politik veya kavramsal etkilerle desteklendiği yönündedir.

Bu nedenle önceliği kitabın baş editöMalabouya vermekte sakınca olmayacaktır. Derridanın öğrencilerinden olan Malabou en genel ifadeyle nörobilimle siyaset felsefesini kesiştirmeyi başarmış, çağdaşımız olan bir filozof. Malabou plastisite” kavramıyla Hegelin zaman düzeyini yeniden ele alırken aynı zamanda beynin” bilincini ifade etmektedir. Malabou burada zaman içerisinde oluşan değişimin kendisini aynı zamanda politik bir nesne olarak ele alırken, değişimin kendisinin biyolojik, ancak etkisinin politik olduğu üzerinde durur.

Pyotr Alekseyeviç Kropotkin

Dayanışma ve yardımlaşmayı anarşizmle birlikte düşünen Malabou kavramı Kropotkinden alır, fakat kavramın evrimsel olduğu kadar politik bir strateji de olduğunu vurgulayarak biyolojiyle politikayı kesiştiren bir yaklaşım ortaya koyar. Kitap, Kropotkinin karşılıklı yardıma dayalı bir toplum çağrısını desteklemek için biyolojik kanıtları açıkça sıralıyorken, karşılıklı yardımlaşmanın basitçe evrimle ilişkilendirilemeyeceğini gösteriyor. O halde ihtiyaç duyulan şey, bireyi kutsallaştırmadan bireyselciliği ve mutlak ilkeleri reddeden, canlılar arasındaki karmaşık ve karşılıklı bağımlılığa dayanan bir karşılıklı yardım vizyonu”dur. Bu vizyon tüm canlıların refahını gözetmeyi ve sürdürülebilir bir gelecek için birlikte çalışmayı içerir. Darwinden farklı olarak rekabete dayalı değil, paylaşıma dayalı bir formasyon önerir.İnsanların doğal olarak birbirlerine yardım etme ve dayanışma içinde olma eğilimlerinin aynı zamanda neo-Proudhoncu akımın bir unsuru olduğu da vurgulanmalıdır. Toplumsal formasyon içerisinde dayanışma pratiğinin rekabetten daha verimli bir pratik olduğu da Malabouun tarafından vurgulanmaktadır. Devletin merkezî bir iktidar olmak yerine yerellerde var olan ve hizmet odaklı bir özne olması üzerinde duran neo-Proudhoncu akım aynı zamanda mülkiyetin adaletsizliğini ve eşitsizliğini vurgulayarak toplumda daha adil bir mülkiyet yapısı için alternatif modeller önerir.

Malabounun anarşizm yöneliminde iki eksen dikkat çekiyor: Birincisi, genel olarak hâlâ neo-Proudhoncu fikirlere sahip. İkincisi, Malabou, Hegel’i mezardan çıkarma konusunda istemeden de olsa Marksizmin yeniden canlanışına katkıda bulunuyor. Malabou plastisite” kavramıyla zamansal değişime vurgu yaparken aynı zamanda Hegelin tarihsel diyalektik” tezinden yararlanmakla birlikte, ruhun kendisini ise (geist) ontolojik değişimde aramaktadır. Hegelin zaman kavramını Marx’ın tersine çevirdiğini anımsayacak olursak, Malabounun burada Hegelyen bir zaman kategorisi içerisinde değişim unsuruna vurgu yaptığının da altı çizilmelidir.Yine sürecin” tarihsel olarak belirlenmiş olmadığını, toplumsal yapıların ve ekonomik ilişkilerin dönüşümüne bağlı olarak ortaya çıktığını anımsayacak olursak Malabounun plastisite” kavramının bu bağlam içerisinde merkeze oturduğunu ifade edebilmek mümkün görünmektedir.

Kitabın yazarlarından biri olan Haukedal, Malabounun Hegelin doğa felsefesiyle ilgili olan formülasyonundan ve kavramsallaştırmadan yararlanmakta, Mutlak Bilmenin, diyalektiğin kendi oyununda yakalandığı ve faillerinin de içinden kurtulamadığı bir bilme hali olduğunu savunmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da bireysel bakış açısı, bireyin kimliğini köklü biçimde değiştiren patlamaları daima ihtimal dahilinde tutan başka bakış açılarıyla bağlantılıdır. Malabou, Hegelin doğa felsefesini eleştirel biçimde yeniden formüle edip temel kavramı olan plastisiteyle organizmaların bireyselliklerini korumak için kaygılarını ve tedirginliklerini nasıl yönlendirdiğini açıklamaya çalışırken, Hegelin idealist yorumlarını tersine çevirir:

Beden ve ruh iki ayrı alt-sistemden oluşan bir “sistem” oluşturur: Bir yanda beş duyunun meydana getirdiği alt sistem (“belirli bir beden-sel varlığın basit sistemi”), diğer yanda da içeriden doğan ve bedensel biçimler verilen belirlenimlerin düzenlenmiş bir şekilde işlev yürütmesini sağlayan alt sistem (“içe dönük duyarlılığa ait sistem”). Hegel bu iki idare biçiminin temel birliğini göstermek için nesnesi fiziksel ve psişik unsurlar arasındaki karşılıklı ilişkiler olan bir bilim yaratmanın, “psişik psikoloji” adını verdiği bir bilim yaratmanın gerekliliğinde ısrar eder (Malabou, 2005, 33).

Catherine Malabou

Foucaultnun bilgi ve iktidar” konsensüsü içerisinde tarihsel seyrin değişim kategorisi Malabounun değişim kategorisiyle yakından ilişkili olmakla birlikte, zamanın verili durumu bu bağlam içerisinde merkezî bir yere oturmaktadır. Altıncı bömde Feiten, Foucaultnun tarif ettiği benlik teknolojisi”ni de eşit şekilde tarihsel bağlamı içinde değerlendirmektedir. Genel olarak Foucault’nun betimlediği tekniklerin sadece ilgili toplumların ayrıcalıklı ve güçlü fertleri yani özgür insanları tarafından kullanıldığını söyler. Onlar için kendilik kaygısını hayata geçirmenin taşıdığı anlam, yaşamlarını özgür insanlar gibi sürdürmelerini garanti altına almaktır. Bu da kişinin tutkularının belli bir yere kadar kontrol edilmesini, kişinin eşine, çocuklarına, kölelerine ve diğerlerine yalnızca doğru miktarda şiddet uygulamasını içerir. Bu bağlamda özgürlük kişinin mevcut bir toplumsal ideale uyum sağlama derecesine karşılık gelir ve Foucault’nun antik çağlarda tarif ettiği pratikler bu hedefe hizmet etmektedir. Feiten, Foucaultnun bu yaklaşımından hareketle, bu tartışma çizgisinin cinsiyet farklılıklarını, evrim tarafından türümüzün derin tarihi için sabitlenmiş, kendisini erkek ve kadın beyinlerinde gösteren, nörolojik görüntülemelerin harikaları sayesinde cinsiyetlendirilmiş özümüzü ekranlara yansıtan şeyler olarak doğallaştırmaya çalıştığını savunur.

Kitapta Malabou ayrıca ‘68in büyük adamlarının, yani adeta birer rock-stara dönüştürülen Derrida ve Foucault gibi filozofların düşüncelerini yenileyip günümüz koşullarına uyarlıyor. Fakat buna rağmen devlet karşıtlığından hiçbir zaman vazgeçmiş değil. Ve böylece kendine yeni bir görev koyuyor: Dayanışmanın zincirlerini çözmek…

Kitapta Malabou ve arkadaşları Marksist dogmaların bir kez daha tekrarlanmasını önlemek için hepsini çöpe atıyorlar. Sonuç olarak Malabou, proleterliği sıklıkla ilahi yasa olarak kabul eden solculuktan bizi kurtarmaya muktedir biri mi, bilmiyoruz ama dayanışmanın nasıl somut ve erişilebilir hale getirilebileceğine dair fikirleri araştıran bu derlemenin, bu kavramı yeniden sahiplenmek isteyen aktivist felsefecilere sunacağı çok şey olduğunu biliyoruz.