“Şehirlere bombalar yağardı her gece…”

Çamur Gezegeni

SAMAR YAZBEK

Ketebe Yayınları
Ocak 2024
178 sayfa

çev. Mehtap Özer Isovic

15 Şubat 2024

PEN ödüllü yazar Samar Yazbek’in yazdığı Çamur Gezegeni Suriye iç savaşına, üzerine bombalar yağarken tek dileği özgürce yürümek olan genç kız Rami’nin gözünden saf ve düz bir bakış atıyor. Bombalardan nasibini almamak için ailesi tarafından iple bağlanmasına rağmen olan biten her şeyin farkında olan ve kaçış yolunu kendi yaptığı hayalî ama gayet anlamlı gezegenlerde bulan Rami hepimizin hikâyesini yazıyor bu farklı âlemlerde.

BURAK SOYER

Samar Yazbek 1970 yılında Suriye’nin Cebele kentinde doğmuş. Tishreen University’de Arap Edebiyatı eğitimi almış. Suriye televizyon kanalları için senaryolar yazmış. 2011 yılında Esad rejimine karşı başlayan ayaklanmalara katılmış ve yakalanıp bir süreliğine sürgüne gönderilmiş. Child of Heaven, Clay, Cinamon, In Her Mirrors gibi uluslararası alanda bilinen romanlarının yanı sıra, Türkçeye de çevrilen Çapraz Ateş Altında Bir Kadın: Suriye Devrim Günlükleri ile The Crossing: My Journey to the Shattered Heart of Syria gibi kurgu dışı eserler de kaleme alan Yazbek, PEN İfade Özgürlüğü başta olmak üzere, Sofitel En İyi Yabancı Kitap Ödülü, PEN Tucholsky Ödülü, PEN Pinter Ödülü olmak üzere çok sayıda ödüle layık görülmüş. Samar Yazbek, Ketebe Yayınları’ndan Mehtap Özer Isovic çevirisiyle yayımlanan ve birçok dile çevrilen Çamur Gezegeni adlı kitabıyla bir kez daha Türkiyeli okurların karşısında. Kitap Suriye iç savaşını, bütün isteği özgürce yürüyebilmek olan Rima’nın, üzerine bombalar yağan bir bölgede canlı kalması için önce annesi, sonra abisi, en sonunda da arkadaşı tarafından iple bağlanarak yaşamak zorunda kalışını anlatıyor. Bu mecburi koşullarda Küçük Prens ve Alice Harikalar Diyarında’daki gibi hayalî bir özgürlük alanı yaratarak kendi hikâyesini yazan bu genç kızın, çaktırmadan hissettirdiği etrafında olup biten her şeye karşı olan farkındalık hali de okurun tüylerini diken diken etmeye yetiyor.

“Ayaklar ‘baş’ olmuş!”

Artık genç kızlık arifesinde olan Rima’nın doğduğundan beri engelleyemediği bir dürtüsü var: Yürümek. Sadece yürümek. Kusana kadar, bayılana kadar yürümek. Bunun nedenini bilmiyoruz. Kendisi de bilmiyor. Ama bir fikri var: Ona göre beyni ayaklarına bağlı. Bu yüzden durmadan yürümek istiyor. Zihninden dudaklarına inen düşüncelerini dile getiremediği için yürümek istiyor belki de. Çünkü konuşmamayı tercih etmiş o küçücük yaşında Rima. Lal olmuş. Annesi bu durumu ilk fark ettiğinde kızını bir iple kendine bağlamış. O da annesi nereye giderse onunla gitmiş. Bir okulda hademelik yapan annesiyle, okula gide gele nihayetinde kütüphaneyi keşfetmiş Rima ve bu keşfiyle beraber bambaşka gezegenlere açılan kapıların tokmaklarından sıkı sıkıya kavramış. Kitapları sadece okumakla kalmayıp ezberlemiş bir de. Kuran-ı Kerim’in dışında Küçük Prens’i ve Alice Harikalar Diyarında’yı sevmiş en çok. Her şeyi bu kitaplardaki dünyayla kıyaslar olmuş. Onlardan gördüklerini kendi hayatına uyarlamaya başlamış.

Ölüm, kan, çiş kokusu ve Küçük Prens

Bir gün kontrol noktalarında Rima ve annesinin içinde olduğu otobüsü durdurmuş silahlı adamlar. Sert adamlarmış ve sert davranıyorlarmış. Bu noktayı sağ salim geçtikten kısa bir süre sonra yine aynı tarifeden başka bir noktaya denk gelmişler. Bu defa daha sert adamlarla karşılaşmışlar. Şakası olmayan bu adamların asabını bozan bir şey olmuş. Birkaç el silah sesi duymuş Rima. Artık annesi yanında değilmiş. Yürümeye başlamış hayatında eline geçen bu ilk fırsatta. Ne olup bittiğini anlamadan ortalık toza dumana bulanmış. Gözlerini bir hastanede açmış. Yine bir koluyla sedyeye bağlı vaziyetteymiş ve artık annesi de ortada yokmuş. Yaşadığı sarsıntıdan olsa gerek, Rima hastanede yattığı yerde en sevdiği kitap Küçük Prens’i aklına getirmiş. Beyaz duvarlarda onunki gibi resimler görmeye başlamış. Ama “ölüm kokan” odası bu hayalin çok ileriye gitmesine izin vermemiş ve Rima gerçeğe dönmüş. Etrafında inim inim inleyen kızlar, kan bere içinde kadınlar varmış. Sidik kokusu kan kokusuna karışmış. Yaraları iyileşmeye başlamış. Abisi gelip çıkarmış onu hastaneden. Yine yollara düşmüşler. Artık üçüncü bölgedelermiş. Yani kuşatma bölgesinde. Bodrumun da bodrumu bir yere götürmüş abisi Rima’yı. Burada kendisi gibi onlarca insanla karşılaşmış. Günde en az dört beş kere bombaların seslerini duyuyorlarmış. Yemek, su, tuvalet yokmuş. Abisi savaşıyormuş. Ve Rima, “kendi iyiliği için” bu kez de bu yerin yedi kat altında iple bağlı vaziyetteymiş.

Samar Yazbek

Bombalar “tepeden aşağı koşan atlar misali”

Günler bombaların hızına yetişemeyecek yavaşlıkta akarken, artık burasının da güvenli olmadığını ve başka bir yere gitmek zorunda olduklarını söylemiş abisi. Rima’yı en yakın arkadaşına emanet edip onların yanından ayrılmış. Bu defa da abisinin arkadaşına iple bağlıymış Rima. Yine kendi iyiliği için. Rima bir anlam veremiyormuş bu duruma. Çünkü tepesinden bombalar yağarken insan kaçsa ne olur, kaçmasa ne olurmuş? Son durağa geldiklerinde bombalar kar tanesi gibi iner olmuş gökyüzünden. Ve artık Rima yalnız başına kalmış. Bu kez ipi yokmuş. Ama mecali de yokmuş. Sadece yattığı yerden etrafa bakınarak sonuna gelmiş hikâyesinin. Üzerinde uçuşan sineklerin uyuzluğuna rağmen getirmiş ama sonunu. Bir de kendi kurduğu çamurdan gezegenini bırakmış bize. Rima’nın teninin renginden alırmış gezegen adını. Bir de insan en ufak bir çizikte bile çamur gibi dağılmaz mıymış? Arkadaşı Ümmü Said’in evi bombalanırken kendi gözleriyle görmüş bunu. “Bomba onun dibine düştüğünde çamurdan bir heykele dönüşmüştü” diye anlatıyor Rima. O yok olana kadar çamur gezegeni de yok olmayacakmış. Öyle düşlemiş genç kız.

Ama her şeyin bir sonu vardır, malum…

Samar Yazbek, Çamur Gezegeninde sadece yürümek gibi basit ve insancıl bir özlem duyan genç bir kızın gözünden bakıyor savaşa. Bunu yaparken yaşını küçültüp o kızın yerine geçiyor ve o yaştaki biri bütün bu olup bitenlerin farkında olup da belki anlamlandıramadığından, belki de anlamlandırmak istemediğinden, kendi kafasında kurduğu hayalî gezegenlerde sürdürdüğü “yaşamını” “çocuk aklıyla” anlatıyor.