Çok sesli Berlin

Berlin’in İlk Günleri: Birleşme Yıllarının Sound’u üzerine bir değerlendirme

Berlin’in İlk Günleri: Birleşme Yıllarının Sound’u

ULRICH GUTMAIR

Kolektif Kitap
Mayıs 2022
224 sayfa

24 Ağustos 2023

DUYGU GÜLES K.

Hocam Prof. Dr. Uşun Tükel’e

Berlinli gazeteci-yazar Ulrich Gutmair’ın 2018’de kaleme aldığı ve 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından “birleşen” kentin orta yerinde vuku bulan mülksüz-komünal-sanatsal yaşantıyı kayda geçirmesiyle özgün bir Berlin kroniği olmaya aday kitabı, Berlin’in İlk Günleri: Birleşme Yıllarının Sound’u adıyla, Hulki Demirel’in son derece özenli çevirisi ve Kolektif Kitap etiketiyle Mayıs 2022’de yayımlandı. Daha önce de, Federal Almanya hükümetinin bir kuruluşu olan Tarabya Kültür Akademisi’nin konuğu olarak İstanbul’da bulunan Gutmair’ın, kitabının Türkçe baskısı dolayısıyla Kadıköy, Arkaoda’da okurlarıyla buluştuğunu da belirtelim.

Gutmair’ın kitabı, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında iki rejimli dünyanın kesişim noktasında yer alması yönünden sui generis bir kent olan Berlin’i, Berlin Duvarı’nın yıkılması ve yerelde Doğu ile Batı Berlin’in, geneldeyse Doğu ile Batı Bloku’nun birleşmesiyle birlikte kentin çehresini değiştiren squat (işgal) hareketini ve bu hareketin sebep olduğu müzik, sanat, kültür ortamını anlatan, böylece leziz bir okuma deneyimi yaşatan bir kitap. Kitabın iki izleği, dönemin politik kokusunun da sindiği Berlin kulüplerini kasıp kavuran house ve techno yoğunluklu müzikal yaşantı ile bu bohem yaşantının hem sebebi hem sonucu olan işgal hareketi. Kitabı okurken kentin yeraltı kültürünü ve kulüplerdeki doludizgin hayatı bizzat tecrübe etmiş kadar oluyoruz, bu açıdan Gutmair’ın atmosferi vermede yetkin bir yazarlık sunduğu rahatlıkla söylenebilir. Aynı güçlü atmosferi, işgal evlerini ve işgal evlerinde yeşeren kültür-sanat ortamını anlatırken de başarıyla sürdürüyor. Bilhassa anarşist yazına aşina olanlar, bu yazına sıkça atıf yapan Gutmair’ın çizdiği anarko-işgal haritasında kendilerine kolayca yer bulabilirler.

Kitabına, Batı Berlin’in ilk büyük punk kulübü (ortakları arasında Berlin gece hayatının ikonik ismi Fatma Souad’ın da olduğu) SO36’nın açılışında sahne alan Düsseldorflu punk grubu Mittagspause ve sonradan en meşhur Alman punk şarkılarından biri olacak Kebabträume’nin (Kebap Rüyaları) yazılış öyküsüyle başlayan Gutmair, Batı Berlin’de, özellikle Kreuzberg’de filizlenen Türk göçmen kültürünün kent belleğindeki güçlü etkisine değiniyor ve tarihsel bir gerçeğin altını çiziyor: 1961, Duvar’ın inşa edildiği yıl olmasının yanında Türk-Alman İşgücü Antlaşması’nın da imzalandığı yıldır. Bu tarihin, Batı Berlin’deki Türk varlığını anlamada etkili referansına karşın Gutmair, ırkçılığın ve hip hopun yükselişinin bir sonucu olarak Berlin techno kültüründe Türklerin pek rolü olmadığını belirtiyor. Yine de biri Khan adıyla kulüplerde çalan Can Oral, diğeri Kunsthaus Tacheles’in önünde büfe işleten Serdar Yıldırım, Gutmair’ın bize tanıttığı Berlin yaşamının iki önemli tanığı.

Ulrich Gutmair

Gutmair’ın başarısında, kentin öteki tarihini ona tanık olanlar yoluyla anlatmasının payı büyük elbet. Birbirine zıt iki dünyanın birleştiği o tuhaf anda, Berlin’in nasıl bir cazibe merkezi olduğu ve dünyanın dört bir yanından müzisyenlerin, fotoğrafçıların, ressamların, her kesimden sanatçı ve bohemin neden Berlin’e akın ettiği bu tanıklıklar sayesinde daha da anlaşılır oluyor. (Yazarın Helmut Höge’den alıntıladığı şu cümle meseleyi özetler nitelikte: “Berlin kaybedenler ve tutunamayanlar için hep bir çekim noktası olmuştur.”) Ayrıca, “mülksüzlük” çerçevesinde anlattığı iki nevi şahsına münhasır figürün, biri meskeni sokaklar olan Klaus Fahnert, diğeriyse 2000-2002 yılları arasında bisikletle dünyanın etrafını dolaşmış seyyah ve mülksüz Slavko Stefanoski’nin, majör olaylardan çok minör insanlık durumlarını önemseyen gayriresmi tarih yazınına meraklı okurun kalbine ve zihnine kazınmaması imkânsız. Gutmair’ın ifadesiyle, “Bir evsizin ölmesi, bir büfenin şehir manzarasından silinmesi; bunlar tarihçileri ilgilendiren hadiseler değildir.”

Gutmair, Berlin’in İlk Günleri ile, Berlin gibi sürgit yıkılıp yeniden inşa edilen bir kentin hem müzikal hem mimari hem de insani hafızası olma çabasıyla takdire değer bir metin ortaya koyuyor. 1980 sonrasında neo-liberalizmin de etkisiyle, dünyanın çoğu eski kenti soylulaştırma politikasının hışmına uğradı. Biz de böyle bir kentin sakiniyiz ve benzer sıkıntıları yaşıyoruz. Bu açıdan Doğu Berlin, sosyalist rejimden ötürü zamanın ve paranın adeta dondurulduğu bir kent olması sebebiyle farklı bir konumdaydı. Gutmair’ın anlatısını “göz alıcı” boşlukları henüz dolmamış, bu boşluklarda (Alm. brache) kendine yaşam alanı bulmuş floranın yolunmamış, semtleri soylulaşmaya başlamamış bir kentin üzerine kurması, bir şehrin sakini olma’nın anlamını düşünenler için ayrıca dikkat çekici...

Sevgi geçidi, Berlin, 1992. Fotoğraf: Ben de Biel

Tüm bu kent manzarasını, aynı zamanda bir soundscape, ses manzarası eşliğinde bize gösteren Gutmair, punk, house, Detroit kökenli techno derken enfes bir elektronik sound panoraması da çiziyor. Ancak burada, Alman müziğinin alametifarikası olan Krautrock’tan bahsetmemesi bir eksiklik olarak göze çarpıyor. Alman müziğindeki büyük kırılmayı, ‘68 kuşağının anarşist ruhunu temsil eden Krautrock akımı kanımca Berlin’in müzikal yaşamının asıl nüvesidir. Keza Detroit Techno da, Krautrock’un ve elektronik müziğin babası olan Kraftwerk’in etkisiyle onca mil ötede yeşermiş bir akımdır ve –kaderin müzikal bir cilvesi– Berlin’e, doğduğu coğrafyaya dönerek ‘90’ların sound’una damgasını vurmuştur. Gutmair’ın, odağında bilhassa Birleşme yıllarının, yani ‘90’ların müziği olduğu için, kökenlerinden –hatta Berlinli Blixa Bargeld gibi ikinci nesil avangard endüstriyelcilerden– hiç söz açmaması müzik tarihine ilgi duyanları hayal kırıklığına uğratsa da, ele aldığı konuyu iyi işlemesi bu açığı kapatmaktadır.

Berlin'in Batı yakasından bir graffiti: Doğu Almanya'ya Bir Bakış.

Birleşme döneminde, sosyalizmin hüzünlü bakiyeleri olan boş, âtıl fabrika binalarının anarko-techno mabetlerine dönüştüğü tarihsel bir kentin, Berlin’in izini yerüstünden yeraltına, müziklerden mekânlara, mekânlardan insanlara değin süren ve kişisel-toplumsal bir tarihi çok çeşitli konu ve olaylarla zenginleştirerek aktaran Ulrich Gutmair’ın kitabının hem anlattığı konu dolayımında hem de okur deneyiminde dekonstrüktif bir yönü olduğunu düşünüyorum. Kitabın kurgusunun, kişi ve olayların çokluğu sebebiyle zaman zaman kafa karıştırıcı olması bu yönü düşünüldüğünde göz ardı edilebilir. Düşünsel düzeyde dekonstrüksiyon, insanın örtüyü kaldırma, şeyleri parçalarına ayırıp tanıma, varoluştaki sonsuz anlamı araştırma tutkusunun bir izdüşümüdür. İnsanın yaşam yolculuğu da temelde dekonstrüktif bir eylemdir, tıpkı kentlerin veya ulusların tarihini anlamak gibi... Berlin nasıl ki palimpsest bir kentse, Berlin’in İlk Günleri de tam böyle; metnin viranelerinde nice hazinenin kazılıp bulunmak için bekleştiği bir kitap.