Mircan Karaali’nin Babek romanları

Babek Rüzgârları

MİRCAN KARAALİ

Demos Yayımları
2023
440 sayfa

22 Ağustos 2024

SUNA ÇİÇEKÇİ

Mircan Karaali 1975 Mersin doğumlu. Asıl adı İbrahim Şahin. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu. Öğrenimlerini Mersin, Sivas, İstanbul ve konulduğu hapishanelerde tamamlamış. O da Metin Turan gibi siyasi bir tutuklu, üstelik de müebbet hükümlü. Yaklaşık bir yıl sonra özgürlüğüne kavuşacak. Pek çok siyasi tutsak gibi o da yazarak kendini ve yazdıklarını görünür kılmaya çalışıyor. Onunla ilgili bu paylaşımım, son iki kitabının bana gönderilmesini sağlayan düşünsel arkadaşı Hasan Gülbahar ve sevgili Adil Okay’dan öğrendiklerimdir. Dört duvar arasında yalnızlığını büyütmemek ve zihnini beslemek için yaptığı sınırlı okumalarla önceleri şiire sığınır pek çok yazar gibi. Bunları özenle işler, biriktirir ve yayımlanmalarını sağlar. Şiirleri ve yazıları pek çok gazete ve dergide yayımlanır. 1995’ten bu yana politik tutsak olduğu için F tipi hapishanelerine karşı direnişi ve ölüm oruçlarını anlattığıGorki’nin Gitarı (Umut Yayımcılık, 2008) ilk romanı, Fulin/Mavi ve Hudutsuz (Umut Yayımcılık,2010) ise ilk şiir kitabıdır. Afganistanlı bir kız çocuğunu konu edindiği Afgan Kızı Rubina (Umut Yayımcılık, 2011) bu açıdan önemlidir onun için. Çocuklar, Krallar ve Kardeşim Mavi Martı(Umut Yayımcılık, 2011) adlı kitabı daha çok çocuklar ve gençler için yazdığı şiirlerin toplamıdır. Dersim’de kışı geçirdikleri barınakta yaşanan göçük sonucunda yaşamlarını yitiren beş TİKKO’cu (Sefagül Kesgin, Nurşen Aslan, Gülizar Özkan, Fatma Acar ve Derya Aras) için yazdığı şiirlerden oluşur Beş Kızıl Karanfil (Umut Yayımcılık, 2012). Kaypakkaya Destanı(Umut Yayımcılık, 2013) da işkenceyle öldürülen, “ser verip sır vermeyen” İbrahim Kaypakkaya ile ilgilidir. Rojova’ya Selam Olsun (Sınırsız Yayıncılık, 2014) ise Rojova’daki direnişe dair şiirlerdir. Sonra roman ve anlatılara yönelir, okumalarından soğurduklarını içselleştirir.Sözcükleri kendince anlamlandırdığı bir çalışması da var: İçimin Sözlüğü (Umut Yayımcılık, 2014). Bu bir tür sözlüktür. Umut Kolonileri (Umut Yayımcılık, 2020) adlı 365 sayfalık romanı ise bilimkurgu türündedir.

Yazar öteki kitaplarında da aynı mahlası kullanmış. Özel harekâtçı, derin devlet mensubu ve adı yakın tarihteki pek çok olaya karışmış polis İbrahim Şahin’le karıştırılmamak için seçmiş olmalı bu mahlası. İki ciltlik Babek ise onun son eseri. Bu devasa çalışmada ona dair tek sözcük yok biyografik bilgi olarak, öteki kitaplarında var mı bilemiyorum. Yazdıklarıyla görünür olmak isteyen birinin mahlas kullanması anlaşılır ama kendinden birkaç cümleyle de olsa söz etmemesi anlaşılamaz bence.

Babek kimdir?

Mircan Karaali’nin ana izleğini anlamak için, öncelikle bu ateşli, karizmatik, etkili ve genç yaşta geniş bir kitleyi örgütleyip Abbasi İmparatorluğu’na başkaldıran liderini kısaca da olsa tanımamız gerekiyor. Hakkında yazılmış onca roman, şiir var ama gerçek anlamda onun hayatını bir kitap yok. Daha çok, başlattığı ve 22 yıl süren isyanı ele alan kaynaklar var…

Babek (795/98-838), Hürremiye adlı dinsel-siyasal hareketin İran kökenli önderidir. Her ne kadar Azeri olduğu iddia edilse de bu kesin değil. Çünkü iddia odur ki, bugünkü Azerbaycan topraklarında pek çok millet vardı o dönemde ama Türkler Babek’in öldürülmesinden sonra oraya yerleşmeye başladı. Medayinli bir yağ tüccarının oğludur Babek. Eğitimli mi, değil mi, bilmiyoruz. Karaali de onu birinci kitabında (Azerbaycan Kartalı) Azerbaycan’da, akıllı, yürekli, çalışkan ve annesiyle, kardeşiyle yaşayan yoksul bir öksüz olarak anlatır ki, pek çok romanda da aynıdır bu, birbirilerinden yararlandıkları için. Hürremiler’in önderi Cavidan bin Sehl ile tanışarak onun yoldaşı olur. O ölünce ruhunun kendisine geçtiğini öne sürüp (ki bu bir Hürremi inancıdır) Arran’ın dağlık Bezz bölgesinde yaşayan halkı Abbasi Halifesi Memnun’a karşı ayaklandırır. (816’da ki o sırada 18/21 yaşındadır Babek.) Halifenin gönderdiği kuvvetler hiçbir başarı elde edemediği gibi, ayaklanma Cibal bölgesine kadar yayılır. Mutassım halife olunca (833) Komutanı Afşin’i İslam’a karşı yeni Mazekçiliği savunan Hürremiler’in Babek önderliğindeki ayaklanmasını bastırmakla görevlendirir Afşin’in asıl adı Heyzar bin Kavus, Türk kökenlidir. [d:?- ö: 841] Arap kaynaklarına göre de adı Haydar. Bir düşmanını öldürdüğü için Horasan’a kaçar. Bir süre sonra Bağdat’a geçer. Saraya kapağı atar ve yükselir. Müslümanlığı kabul eden babası ölünce Uşrusana Beyi [Afşin] olur. Halifenin Mısır Valisi olan kardeşi Ebu İshak Muhammed’in muhafız komutanı olarak atanır. İshak, Mutassım adıyla halife olunca da onun Mağrip’teki ordusunu düzenler.

Afşin, Babek’i Arsak Meydan Savaşı’nda bozguna uğratır. Babek kaçtıysa da sığındığı kişinin onu ele vermesi yüzünden bir av partisinde Arran’da yakalanır. Samara’da halifenin huzurunda elleri ve ayakları kesilerek işkenceyle öldürülür (838). Sıyrılmış Kılıç Babek romanında bu final çarpıcı biçimde anlatılır. Öldürüldüğünde de 40/43 yaşındadır. Yoldaşları 11. yüzyıla kadar Bezz bölgesinde varlıklarını gösterir. Çoğunluğu Sünni Müslüman olur, ötekiler de İsmaililer’e katılır. Bu arada Afşin’e başarısından dolayı Ermeniye, Azerbaycan, ek olarak da Sind valiliği verilir. Anadolu seferine katılır. (838) Kendine rakip gördüğü Horasan Valisi Abdullah bin Tahir’e başkaldıran Mazyar’ı gizlice destekler. Mazyar yenilince bu açığa çıkar. Düşmanlarınca eski İran dinini savunmakla suçlanır. Samara’da hapsedilerek açlıktan ölüme terk edilir. (841)

Yazar bu olanları iki ciltlik kapsamlı çalışmasında, yarattığı kurgu anlatıcısının aracılığıyla aktarır. İkinci cildin sonuna geldiğimizde anlarız ki, üçüncü bir cilt yolda (olmalı).

Azerbaycan Kartalı ile Babek Rüzgârları ne anlatır?

Mircan Karaali, İslam’ı yayarak gelişen Abbasiler dönemindeki Arap yayılmacılığına karşı tarihteki güçlü direnişlerden olan Babek İsyanı’nı merkeze almış bu kapsamlı çalışmasında. Babek önderliğinde Arap işgalcilerine, fetihçilere köle ve paralı askerlere direnenler yalnızca Hürremiler değildi tabii. O topraklarda yaşayan pek çok eski din ve tarikat mensubu milletin yanı sıra Arapların zulmünden kaçan kimi Müslümanlar da vardı aralarında. Mircan Karaali, Babek öncesinden başlayarak hem genel acılı ortak hikâyeyi hem de Babek’in kurgusal kişisel hayat hikâyesini birinci cildin 79. sayfasından itibaren, hayata öksüz, yetim bir dilenci ve “hayatın çocuğu” olarak başlayıp Babek’in hayat hikâyesinin tanığı ve yazıcısı olan anlatıcının ağzından aktarır. Ama bundan önce ilk 78 sayfada benzer bir atmosferde ve ortamda yaşayan saray çocuklarının eğitmeni, kâtibi, astroloğu ve kâtiplerinden diyebileceğimiz Ali adlı kişinin hikâyesini, yaşadıklarını bir başka anlatıcıdan dinleriz/okuruz. Önüne hep aynı dilenci kılıklı adam çıkar Ali’nin ve ona anlamlı şiirler okur. O da bu gizemli dilencinin peşine düşer böylece. Aslında iyi bildiği Babek ve direnişi hakkındaki kitabı bilmesi, dinlemesi için Babek, Bezz Kalesi gibi korunaklı bir yere getirilir. Detayına fazla girmeyeceğim bu 78 sayfadan anlıyoruz ki, Babek’in hikâyesinden sonra başlayacak Ali’nin ve onu o gizemli yere götürüp Babek İsyanı’nın detaylı yazıldığı defter kitabı dinlemelerini/okumalarını isteyenlerin hem kişisel hem de ortak hikâyeleri. Bunları anlatacak olan bir üçüncü kitap daha yolda sanırım demem bu yüzden. Üçüncü ciltsiz Babek romanı eksik olacak. Çünkü ikinci cildin sonuna geldiğimizde Afşin ile Babek’in askerleri daha kanlı dövüşe başlamamış ve Babek’in de hazin, hüzünlü sonu yaşamamış olduğunu görürüz.

Böyle yarım bırakılmış bir nehir roman olmaz, olmamalı da. Mircan Karaali devasa çalışmasında pek çok olayı uzun metrajlı bir film gibi anlattırır anlatıcısına. Bitmeyen bu filmin üçüncüsü bize Babek’in hazin sonunu da, Ali ve diğerlerini de anlatmalı bence. En azından ben bunu bekliyorum. Ayrıca bitmemiş bir hikâye pek de sevindirmez kimseyi.

Yazar cezaevi koşullarında tasarladığı çalışmayla ilgili hem çok okuma yapmış hem de bu konuda yazılan birkaç kurmaca (çünkü Babek’in özel yaşamına dair kaynaklar yok denecek kadar az) eserden, özellikle de Celal Bergüşad’ın (1924-1996) yazdığı Sıyrılmış Kılıç Babek adlı popüler romandan yararlanmış. İran’da Babek adıyla tercüme edilen bu kitap günümüze kadar onlarca kez ve yüksek tirajla basılmış. Bizde de 1979’dan beri yayımlanmaktadır. Özellikle Yurt Kitap Yayın pek çok baskısını yaptı. Babek hakkındaki bilgiler bu romana ve bir de Enver Memmedhanlı’nın filmleşmiş (Babek, Azerbaycan-SSCB yapımı, 1979) romanına dayanmakta.

Babek (Eldar Kuliyev, 1979) filminden bir sahne.

Bunların hiçbiri tarihî bilgi içermiyor, tümü efsane. Efsane olması Babek İsyanı’nın gerçek olmadığı anlamına gelmez tabii. Babek ve isyanı üzerine sahiplenilen Azerbeycan’da da, İran’da da sosyolojik araştırma yok maalesef. Olması gerekir. Ama Babek ve isyanıyla ilgili kimi bilgiler var. Ebu Hanife Dineveri, el-Ahbaru’t-Tıval kitabında Babek’in Ebu Müslim Horasani’nin kızı Fatimen’in torunu olduğunu yazar. Yine Mısırlı tarihçiler Halil El-Cer ve Hena El-Faguri, İslam Dünyasında Felsefenin Tarihi adlı kitaplarında da Hürremiler’in nasıl oluştuğunu ve yayıldığını anlatır. Hürremiler’in rehberi Cavidan bin Sehl’in başaramadığı birleşmeyi dinamik ve karizmatik Babek kısa sürede başarır ve kendine bir yurt/devlet kurmak için uğruna ölecek inanmışlarının sayesinde Halife’nin altı ordusunu mağlup eder. Bunları Babek’in yoldaşı, müridi ve yazıcısı olan anlatıcı, ulu bir kişiden ve ulvi işlerden söz eder gibi anlatır. Çünkü Babek sadece bir önder değil, ruhani bir rehberdir de. Yazar anlatıcısına bunu her koşulda söyletir.

Mazdek, Hürrem ve Babek komünalist hareketlerin önderleri olmaları açısından tarihte yer alır. Özellikle Mazdek ilk komünalist hareketin önderi olması açısından önemli bir yere sahip. 499’da Zerdüşt rahipleriyle Sasani aristokratlarının ortaklaştıkları zulme karşı eşitlikçi, özgür, kardeşçe bir düzeni savunmuşlar. Toplum üzerinde kurulan her türlü iktidar aygıtına karşı, tahakkümün olmadığı komünal bir yaşamı savunduğu için katledilmiş Mazdek. Onun katledilmesinden sonra takipçileri Hürremizm adıyla örgütlenmiş. Cavidan bin Sehl, Hürremizm’in önderi olarak eşitliği savunmuş, ölümünden sonra da Babek hareketin başına geçmiş. Bu komünal hareketler İsmaililer, Hasan Sabbah, Hamdan Karmat, Şeyh Bedrettin, Baba İshak, Pir Sultan gibi kişiler şahsında günümüze kadar gelmiştir…

İşte bunları kendi kavlince anlatır bize iki kitabın da anlatıcısı.

Bu kadar kusur kadı kızında da bulunur mu, bulunmaz mı?

Yazarın önceki kitaplarındaki yazı dilini bilemem ama bu iki kapsamlı romandaki dili oldukça pürüzlü geldi bana. İşte bu yüzden en azından bu yazıyı okuyacak olan ara başlık için ne düşünür bilemem, ama maalesef ben “Bu kadar kusur kadı kızında da bulunur” diyemeyeceğim. Yazar yarattığı atmosferin ruhuna uygun mekânlar, kişiler, eşyalar, varlıklar, hatta döneme uygun anlatım dili de oluşturur, buna kimsenin itirazı olamaz. Dizgiden kaynaklı pek çok hatayı hikâyeye odaklandığımızda kusur olarak görmeyebiliriz. Teknik yanlışlar anlaşılabilir bir yere kadar. Yalnız maddi yazım ve anlam hataları görmezden gelinemez. İki kitapta da baştan sona, sanki aceleye getirilmiş gibi hem dizgiciden hem de yazardan kaynaklı pek çok hata var. Yazarın bulunduğu koşulları ve olanaksızlıkları düşündüğümde dosyalardaki hataları yayınevi bünyesindeki düzeltmen ya da editör varsa düzeltmeliydi. Onca emek verilmiş, toplamı 807 sayfa olan kitaplarda bu kadar hata olmamalıydı.

Mircan Karaali
Babek 1/Azerbaycan Kartalı Demos Yayınları
2023
367 s.

Örneğin, “tanımak, tanımamak” sözcüğü “bilmek, bilmemek” anlamında değil ki, “bazıları tanımadığım lisanda konuşuyordu” denmiş. Yine “müsaade vermedim” demeyiz, “müsaade etmedim” deriz. Sonra, “fazla yol at etmemiştik ki…” ya da “o dağlarda edebileceğimiz daha faaliyetimizin mevcut olmadığına emin olduğumdan buraya gelmeyi münasip gördüm” ne demek? “Fakat bizim nizamımızın ikisinden de üstün ve meşrudur.” Ve “katiyen bunu haricinde hareketimiz olmayacaktır”, “onların suratlarında peçe takılmıştı”, “bir yoldaşımız askerlerin olduğu tarafa bakın ahır kapılarını açmaya niyetlenmiş ki”, “sen fellah (iyileşmek) bulamazsın cümlesindeki fellah, felah da olsa iyileşmek anlamında değil ki. İkisinin de anlamı farklı. Birkaç yerde de “neden, niçin” yerine “neyden” sözcüğü kullanılmış. Oysa neden, nasıl, niye anlamında bir müzik aleti olan “ney” sözcüğü “neyden kaçmak istediler” ya da “korkuyoruz dedik. Rehberimiz bu defa şunu sordu: Neyden?” biçiminde kullanılamaz. Mütevazi ile mütevazı da farklı anlamda, aynı değil ki “sen, mütevazi niyettesin” diye bir cümle yazılsın. “İnsan, harp esnasında vuku bulan hiçbir şeye şaşırmalıdır”, “sizin kadın muhariplerimizden korkuyor”, “… ayağa kalktı hatta yapmış bir suçlu gibi”, “burnundan akan kanın silinmeye çalışırken yanağına ve ağzının kenarına bulanmış olduğunu gördü”, “onları beni ele geçirdiler”, “bıçağı ele alıyorum”, “daha evin kapasına varmadan”, “Zühal, halktı masadan”, “her ay sonaelli dirhem göndereceğim”, “sen de istersen, oğlun orada düzen kurunca sen de gelirsin, “biraz önce vuruşup liderlerini öldürdüğünü ordunun askerlerine şöyle dedi”, “uzun seneler boyun eğdikleri başları eğik değildi artık”, “onlara ne dediyse fikirlerinden caydıramadık”, “rehberimiz, komutanlarımıza emir verdi ki: her isteyen kadın, orduda erkekler gibi vazife alabilsinler”, “her ev birkaç askerimizi evine konuk aldı”, “geceyi sizi saran örtü yaptık, gündüzü de geçiminizitemin için çalışma zamanı kıldık”. Bunlar gibi daha pek çok yanlış var.

Özel isimlerin, kimi noktalama işaretlerinin ve bazı sözcüklerin dizgiden kaynaklı sorunları (onlra, sizz, getii gibi) dışında da yanlışlar var. “Söz çuvala sığmaz” diye bir atasözü yok, doğrusu “Mızrak çuvala sığmaz” ve biz atasözlerini, deyimleri olduğu gibi kullanırız, bu temel bir dil kuralıdır. Bunun dışında yazarın yoğun çalışmasından dolayı gözünden kaçan birkaç temel maddi hata da var. Rehber Cavidan öldükten ve cesedi Suskunluk Kulesi denen mezarlığa bırakıldıktan sonra karısı Dohteri Geldaniye, yoldaşlarına Babek’le evlenip karısı olacağını açıklar. (Azerbaycan Kartalı, s. 95) İhtimal ki Dohteri, Babek’ten yaşça büyük, bunu geçtim; ama Babek’in ordusunda kadın komutanlar ve askerler varken iki cilt boyunca karısının hiç yanında, meclisinde olmaması kabul edilemez. Üstelik Kardeşlik Meclisleri’nde de görmüyoruz onu. Ondan hiç söz edilmiyor. Dohteri’nin kişisel hayat hikâyesi birinci cildin 95. sayfasında kalıyor ve de unutuluyor. Ayrıca komutan olduğuna ve cephelerde de bulunduğuna göre Babek’in oğlu Zerdüşt, Dohteri’den mi, yoksa ikinci kitaptaki (Babek Rüzgârları, s. 20) karısı İbnet’ten mi, hiç belli değil. Ayrıca Zerdüşt’ün yaşı da, konumu da tutarsız, çünkü tarihlere baktığımızda yanlışlıklar çok. İbnet hamiledir ve bir kızı olur. Bir savaşta hayatını kaybeden kadın askerlerden Zeynep’in adını koyar bebeğine Babek. İbnet’ten de bir daha hiç söz edilmez. Barış içinde bir arada yaşama düşüncesindeki Babek’in Kardeşlik Meclisleri’nde herkes var, ama kadınları yok. Bunu anlamak zor. Adeta anlatıcı tarafından bir peygamber gibi yüceltilip aktarılan Babek’in anlatılan kişiliğiyle ve savunduğu düşüncesiyle ters düşen sadece özel yaşamındaki kadınların görünür olmaması da değil. Birinci kitaptaki (s. 340) tavrının anlatılan ve yüceltilen ulvi kişiliğiyle ters düşmesi de sorunlu. Çevresindekileri tüm farklılıklarıyla kabullenmiş bir önderin ne sebeple olursa olsun birine “Bre fahişenin evladı! Sen kendini benimle mi kıyas ediyorsun?” demesi ve darp etmesi bana hiç de doğru gelmedi. Roman dediğimiz şey ister kişisel isterse ortak hikâyelerden oluşsun, hiçbir ayrıntıyı unutmama sanatıdır aynı zamanda.

Mircan Karaali gerçekten emek vermiş, kurgusal ve abartılı da olsa, kusurlarına rağmen iyi bir çalışma çıkarmış ortaya. Disiplinli ve sabırlı çalışmayla daha da yetkin romanlar yazacağına inancım tam.