Filmlerle

Aşkı Yeniden İcat Etmek

Aşkı Yeniden İcat Etmek

Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor?

MONA CHOLLET

İletişim Yayınları
Temmuz 2023
256 sayfa

çev. Z. Hazal Louze

2 Ocak 2025

GÜL YAŞARTÜRK

Mona Chollet, Cenevre doğumlu bir gazeteci. 2016 yılından buyana Le Monde’un baş editörü. Fransa’da yaşıyor ve feminist kimliğiyle tanınıyor. Türkçede iki kitabı var. 2020 yılında ilk baskısını yapan Bugünün Cadıları-Kadınların Yenilmez Gücü (çev. Z. Hazal Louze, İletişim Yayınları) ve 2023 yılında yayınlanan Aşkı Yeniden İcat Etmek-Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor? (çev. Z. Hazal Louze, İletişim Yayınları).

Chollet her iki kitabında da güncel dizi ve filmlere, romanlara, oyuncuların ve yazarların hayatlarına sıkça atıfta bulunuyor. Aşkı Yeniden İcat Etmek-Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor?’da dizilere ve filmlere daha fazla değiniyor. Chollet’nin referanslarıyla, çizdiği çerçeveden verdiği dizi ve film örneklerini gözden geçirmek aşkın, ilişkilerin egemen söylem bağlamında temsilini, kırılma noktalarını görmemizi ve sorgulamamızı sağlıyor.

Chollet, Aşkı Yeniden İcat Etmek’te kâh bir Hint minyatüründen, kâh Annie Ernaux öykülerinden, kâh bizzat tanıdığı bir arkadaşının ilişkisinden söz ederek başlıyor ve aşktan söz etmenin “bildiğimiz en güzel hikâyeleri sonsuza dek temcit pilavı gibi tekrarlamaktan” ibaret olmadığını hatırlatıyor. Aşk bir duygudan ziyade aslında bir hikâye anlatma itkisidir ona göre. Filmlerin ve romanların sunduğu peri masalı hikâyeleri pek sorgulanmaz. Kadınların feminizmi keşfi ise bir nevi Matrix’te Neo’nun mutlu cehaleti sağlayan kırmızı hap yerine farkındalığı sağlayan mavi hapı tercih etmesi gibidir. Chollet, Jane Birkin gibi ünlü ve “mutlu”, daha doğrusu romantik aşk yaşıyor zannettiğimiz kadınların aslında şiddet sarmalında toksik ilişkiler yaşadıkları gerçeğini görünür kılıyor. Mary Wollstonecraft’ın iki kez intihara teşebbüs etmesinin feministler tarafından görmezden gelinmesinden, Bell Hooks’un akademik kariyeri seçince terk edilişinden, kadın bedenine dair güzellik beklentisinden, kadın-erkek ilişkilerinde kelimenin her anlamıyla (boy/ekonomik gelir/konum) eşitsizliğin romantize edilmesinden söz ediyor.

“Konformizm ile nihilizm arasında” başlıklı Önsöz’de izlediğimiz aşk hikâyelerinin iki sevgilinin kavuşmasıyla yani ilişkinin başlamasıyla bittiğini ve asla ilişkinin nasıl sürdüğünün, nelerle karşılaştığının, nasıl evrildiğinin anlatılmadığından dem vurarak 2020 yılında yayınlanan mini dizi Normal People’ın bu geleneği az da olsa kırdığını, ancak dizinin başkarakteri olan çiftin anlaşmazlıklarının melodram geleneğine uygun olduğunu anlatır. Çünkü Chollet’nin Bell Hooks’tan aktardığı üzere, aşktan ve aşkın varlığının hayatlarımızdaki anlamını tasvir etmektense kayıptan söz etmek daha kolaydır. 2018 yapımı Amor Flou’da ise on yıldan fazla süredir evli, iki çocuk ve bir köpek sahibi olan Romane ve Philippe birbirlerini artık eskisi gibi sevmediklerini fark eder ve ayrılmaya karar verirler. Ancak bunu başarmaları da pek kolay olmaz. Bu yüzden de Romane ve Philippe bitişik dairelerde yaşayacakları bir ayrılık gerçekleştirmeye karar verir. Çünkü “çift hayat insanın kendi boşluğuyla ve mecburi bir aradalığın boşluğuyla yüzleşme korkusundan kaçtığı bir sığınaktır”.

Hemen her yılbaşı döneminin favori filmlerinden biri olan Love Actually’de (2003) gördüğümüz gibi, popüler kültür ev içi emek sömürüsünü romantize eder. Portekizli Aurelia, ilişkileri resmiyet kazanınca yazar Jamie’ye eskisi gibi aynı hizmetleri sunacaktır; tek farkla: Jamie ona para ödemek zorunda değildir, çünkü evleneceklerdir. “Birlikte yaşamayı reddetmek işte bu yüzden bizim biz olduğumuz için mi, yoksa sunduğumuz hizmetler için mi sevildiğimizi anlamaya yarayacaktır. Bu aynı zamanda erkeklerin tam insana dönüşmelerini de sağlayacaktır.”

“Sevilmek için kendini un ufak etmek: Romantik idealimizde kadınların değersizleştirilmesi”başlığı altında, Victor Hugo ve Honoré de Balzac’tan alıntılarla eril kültürün kadınları ince ve kırılgan, “oyuncak bebek” gibi görmekten hoşlandığını anlatır, 2015 yılında Serena Williams’a yapılan ırkçı ve cinsiyetçi yorumları örnek verir.[1]

Sinema sektöründe uzun boyuyla tanınan Gwendoline Christie tarafından canlandırılan Brienne de Tarth karakterinin Game of Thrones’un son sezonunda değişimi bu bağlamda istisnadır. Jamie bir kadının şövalye olmasını engelleyen geleneğe karşı gelerek Brienne’yi şövalye ilan eder ve ardından onunla birlikte olur. “Jamie onu eşiti ve dengi olarak görürken ona olan arzusunu da gösterir; halbuki dizinin büyük bölümünde bu iki ayrı tavrın birlikte var olamadığını görürüz.” Chollet’nin vurguladığı üzere, “kadının ufalması sadece fiziksel değil, profesyonel ve ekonomik anlamda da beklenir”. Romantik ilişkiler hiyerarşi ve güç sorunlarına sahiptir.

Chollet bu noktada ‘Oscar laneti’ deyimini hatırlatır. Oscar kazanan kadın oyuncuların evliliklerinin ortalama dört yıl ömrü vardır. Bette Davis, Halle Berry, Kate Winslet, Reese Witherspoon, Hilary Swank, Sandra Bullock ödül kazandıktan kısa bir süre sonra ayrılmış ya da boşanmıştır. Eva Illouz’a göre, “kadınların değeri çerçevesi çizilmiş estetik kriterlerine uygunlukları, hem de gençlikleri ölçüsünde belirlenir. Erkeklerin çekiciliği ise yaşlarından bağımsız olarak toplumsal konumları üzerinden ilerler”.

Buna karşın Gloria Steinem eşitliği erotikleştirmemizi söylemektedir.[2] The Marvelous Mrs. Maisel’de (2017-2023) Midge ve Joel’in ilişkisinin gelgitleri üzerinden eşitliğin de erotik olabileceği gösterilir. Her zaman bir stand-up’çı olmak isteyen Joel, kendi hayalini eski eşi Midge gerçekleştirince önce hayal kırıklığına uğrar, ancak daha sonra komedi yeteneği olmadığını kabul ederek Midge’e hayranlık beslemeye ve onunla gurur duymaya başlar. Midge turnedeyken çocuklarla ilgilenir; “evlenerek farkında olmadan kendilerini içinde buldukları ve birbirlerini aşağı çekmelerine neden olan rollerden çıktıklarında ikisi de karı kocayken olduklarından çok daha ilgi çekici bireylere dönüşürler. Toplumun ve aile kurumunun kontrolünden kaçmayı başaran hikâyeleri ilgi çekici bir hal alır”.

Post-empresyonist Fransız ressam Paul Gaugin 1891’de Tahiti’ye yerleşmiş ve adada frenginin yayılmasına neden olmuştur. On üç yaşında bir yerli olan Tehura’nın da aralarında bulunduğu üç yerli çocukla evlenmiştir.[3]

2017 yılında çekilen Gaugin: Voyage de Tahiti adlı filmdeyse tahmin edilebileceği üzere bunların hiçbiri yer almaz. Gaugin ülkesinde kıymeti bilinmemiş bir sanatçı olarak temsil edilir, Tehura’yı on yedi yaşındaki bir oyuncu canlandırır ve elbette Gaugin’in adaya yaydığı cinsel hastalığın yerini filmde diyabet alır.

Chollet,Hakiki erkekler. İlişkideki şiddetten öğrenilecekler” adlı başlıkta temel olarak patriyarkanın sevgi ve şiddet arasında kurduğu ilişkiden, şiddet uygulayan erkeklerin çekici bulunmasından söz ediyor. “Kızları beyaz atlı prensi bekleyecek şekilde yetiştirirken, diğer yandan da onları diğer tüm erkeklere karşı dikkat etmeye yönlendiriyoruz. Yetişkin birer kadın olduklarında birbirlerine güvenmeyi ve asıl tehlikeleri tespit etmeyi öğrenmemiş oluyorlar.” (Hirigoyen’den akt.)

Mon Roi’de (Maïwenn, 2015) Tony ve Georgio arasındaki ilişkide gördüğümüz üzere, şiddet sadece psikolojik de olabilir. “Yönetmenin geniş ölçüde otobiyografik olan filminde bir kadının ona tokat dahi atmadan nasıl mahvedilebileceğinin iyi bir örneğidir.” Chollet’e göre sürekli aşağılama, küçük düşürme, mesafeli tavırlar, tehditler ve kadını tecrit eden, dengesini bozan hareketler intihara dek sürükleyebilecek akıl sağlığı aşınmasına yol açar.

The Marvelous Mrs. Maisel’de Midge liseden arkadaşı olan Manniford MacClain’e hayrandır, ancak adam yıllar sonra karısını öldürdüğü için gazetede elleri kelepçeli haliyle haber olarak yer aldığında Midge “o artık bekâr ve ben de bekârım” diye düşünür. Sahne katilleri çekici bulan kadınlara göndermede bulunmaktadır. “Erkeksilik güce, tahakküme, şiddet uygulamaya doğrudan bağlıysa, Midge’in Manniford’a dair yaptığı tasvirin bize anlattığı üzere, bir katilden daha erkeksi ne olabilir?” Sheila Isenberg’in belirttiği üzere, patriyarkal kültürde katillere üstün erkeklik atfedilir. “En maçolara, en güçlülere, en şiddetli ve en kaba olanlara atfedildiği gibi (…) şiddetin kendisi erotikleştirilmektedir. Erkeksiliği ve maçoluğu abartılı boyutta olan bir erkekle birlikte olan bir kadın kendisini daha çok kadın hisseder.”

Marlon Brando 1962-1972 yılları arasında evli kaldığı Tarita Teriipaia’yı kürtaja zorlayıp hamileyken ona şiddet uygulamıştır. Steve McQueen kendisi gibi oyuncu olan Ali MacGraw ile ilişkisinde onu eve hapsetmiş, dövmüş ve oyunculuk yapmasını yasaklamıştır. Böylesi bir ilişki Elle dergisi tarafından “yıkıcı, çılgın bir tutku” olarak nitelenir. Chollet’nin aktardığına göre, Ali MacGraw dört yıl sonra Steve McQueen’le birlikte yaşadığı evden kaçmış ve bir daha oyunculuk yapmamıştır. Benzer biçimde, Jane Birkin de yazdığı kitapta kendisinden yirmi bir yaş büyük Serge Gainsbourg’un ilişkilerinde “zalim, manik ve maço” olduğunu söyler.[4] Serge Gainsbourg, Birkin’e “Sen bensiz çalışamayacak, popüler olamayacak kadar beceriksizsin” diyecek denli narsist ve toksik bir erkektir. Ancak kitle kültürü mit yaratmayı sever ve şiddeti görmezden gelir.

“Mabedin gardiyanları. Aşk kadın işi midir?” başlığı altında kadınlar arası rekabetten ve erkekliğin ketumluk olarak inşa edilmesinden söz edilmiş. Kadınlar hem kendilerine hem başkalarına karşı eleştirel bir bakış açısına sahiptir. “Sanki rekabeti devamlı harlamak, erkeklerin ya da herkesin ilgisini çekme yarışında kendi konumumuzu kaygı ve saldırganlık karışımı bir tutumla durmadan yeniden yenilemek gerekiyormuş gibi.” Oysa sözü edilen şartlanma hali en güzel dayanışma hamlelerinin de altını oymaktadır. Crazy Ex-Girlfriend (2015-2019) dizisinde olduğu gibi. Dizinin müzikal tür özelliklerine sahip bölümlerinden birinde Valencia Perez karakteri gitar çalarak sokakta kız kardeşlik temalı bir şarkı söylemeye başlar (1/9); “Women Gotta Stick Together” (“Kadınlar Birlik Olmalı”). Yoldan geçen herkes ona eşlik edince bu kez bir anda soğur ve gelip geçen kadınları iğneleyen eklemeler yapar. “Kadınların değişim yapacak gücü vardır. Örneğin şu gördüğünüz kadın kaşlarını almalıdır, şu da kotunu değiştirmelidir.” Böylece en güzel dayanışma hamlelerinden birinin altı rekabet şartlanmasıyla oyuluş olur.

Mrs. America (2020) adlı mini TV dizisi 1970’li yıllarda ABD anayasasında cinsiyetler arası eşitlik ilkesinin yer almasını sağlamak için yazılan Eşit Haklar Bildirgesi etrafında yürütülen mücadeleyi anlatır. Dizi Gloria Steinem’in da aralarında bulunduğu feministleri muhafazakâr Cumhuriyetçilerle karşı karşıya getirerek, mücadeleyi Chollet’nin deyimiyle, “kız kavgasına” indirger. Oysa anketlere göre Amerikalı kadınların çoğunluğu bildirgeyi desteklemektedir. Dizi bildirgeye muhalefet eden birçok lobiden de söz etmiyordu. Steinem’ın belirttiği gibi,[5] Amerikan Medeni Haklar Hareketi’nin başarısızlığını Martin Luther King Jr. taraftarlarıyla Malcolm X taraftarları arasındaki rekabete indirgemek mümkün olur muydu? Sex Education (2019-2023), patriyarkanın içimizde yaşaması ve kök salması karşısında politik değişimin psikolojik dönüşüme, psikolojik dönüşümün de politik değişime bağlı olduğunu gösterir. (Carol Gilligan ve Naomi Snider’den akt.) Moordale Lisesi’nin birbirine bağlı öğrencileri, okul müdürü Michael Groof’un temsil ettiği patriyarkal otoriteyi altüst edeceklerdir. Müdürün oğlu Adam Groof da aynı okulda öğrencidir; “ifadesiz, dev bir ahmaktır”. Adam annesi babasını terk ettiğinde ve neden terk ettiğini açıkladığında değişir. Babası sevdiği insanları kaybedeceğini düşündüğü için sevmekten korkar, kendisine her tür duyguyu yasaklar. Annesi “Ama sen insanlara onları sevdiğini söylemelisin, bu sana büyük bir acı verse bile, çünkü sen yaşıyorsun” diyerek Adam’ı Carol Gilligan’ın sözleriyle “sevgiden kaynaklanan savunmasızlığını” kabul etmeye çağırır. Böylece Adam eşcinselliğiyle yüzleşerek Eric’e ilanı aşk eder.

Ancak erkeklerin soğukluğunu, dilsizliğini bunda bir gizem, derinlik, erkeksilik, çekicilik görecek kadar erotikleştiren bir kültürde yaşadığımız için, “çok sayıda erkek taştan olmaya devam etmektedir”. Örneğin Mad Men (2007-2015) dizisinin “en dikkat çekici sahnelerinden bazıları, sırlar ardına gizlenen bu kahramanın duygularının savunmasızlığının ruhunun görülmesine müsaade ettiği sahnelerdir”. Karakter arka arkaya evlendiği iki eşine kendisini nadiren açarken başka kadınlara özelini sıkça anlatır. “Bu mekanizma gerçek hayatta kadınları altı ay veya on yıl boyunca yeniden psikolojik kötü muameleyi sineye çekmeye yüreklendirir.”

Chollet’nin ifade ettiği üzere, duygusal açlık sürdürülebilir bir şey değildir. Açlıktan kıvranırken bayat ekmek bize ziyafet gibi görünür ya da susuz kalmışken paslı suyu kana kana içebiliriz. Duygusal ilişkilerde en azıyla yetinmek de buna benzer.

Mona Chollet

Mona Chollet, Aşkı Yeniden İcat Etmek’in “Büyük kaybediş: Erotik öznelere dönüşmek” adlı son başlığında “Eril tahakkümle yönetilen bir dünyada yaşadığımızda bize ait olduklarından emin olduğumuz arzulara sahip olmak mümkün müdür?” sorusunu sorar. Çocukken arkadaşıyla oynadığı en sevdiği oyunun kurt adam oyunu olduğunu, arkadaşının onu yemek için üzerine atladığını ve onu devirdiğini anlatır; “Bu oyun beni çok mutlu ederdi ve büyüdüğümde de bu fantezim sürdü” diye ekler. Harrison Ford’un Star Wars ve Indiana Jonesgibi filmlerde canlandırdığı erkeksi tiplerden büyülendiğini itiraf eder. Star Wars-The Empire Strikes Back’te (1980) Harrison Ford’un, itiraz etmesine rağmen Prenses Leia’yı öptüğü sahne egemen görsel kültüre romantizmin zirvesi olarak yerleşmiştir. Indiana Jones’ta (1984) ise Willie, Jones’a kızdığını söyleyerek ondan uzaklaştığında Jones kırbacıyla onu kendisine döndürür ve öper. Benzer biçimde James Bond Spectre’de (2015) Bond bardak kırar ve sırtı aynaya dönük olan Monica Bellucci’nin canlandırdığı Lucia Sciarra’yı öper. “Böylece filmler ve daha birçok şey üzerinden ben de dahil olmak üzere milyonlarca kadın izleyici şiddetli güçle cezbetme tehdidini bağdaştırmayı öğreniyorken (…) erkekler de kadınların hayır’ının itiraf edemedikleri evet olduğunu, onların sinirinin her zaman yapmacık olduğunu ve lanet okumalarının erkeği daha fazla ısrar etmeye davet etmeleri anlamına geldiğini öğreniyorlar.”

Chollet’nin kitapları teoriyle yaşanmışlığı, gözlemleri ve yazarın kendisine dair özeleştirilerini bir araya getiren, son derece içten ve bu nedenle özel çalışmalar. Bitirirken son sözü yazara bırakalım: “Ataerkillik soluduğumuz havanın kendisidir. Ondan kurtulmak istiyorsak hepimizin yapacak çok işi var.”[6]

 

NOTLAR

[1] Erika Nicole Kendall, “Female athletes often face the femininity police - especially Serena Williams”, Guardian

[2] Gloria Steinem: “We Need to Eroticise Equality” bigthink.com

[3] Sasha Grishin, "Paul Gauguin was a violent paedophile. Should the National Gallery of Australia be staging a major exhibition of his work?", theconversation.com

[4] Jane Birkin, Munkey Diaries (1957-1982), W&N, 2021 ve Post-Scriptum (1982-2013), Fayard, 2019.

[5] Eleanor Smeal & Gloria Steinem, “Steinem and Smeal: Why ‘Mrs. America’ is bad for American women”, Los Angeles Times

[6] Aynur Kulak, “Ataerki Her Türlü İlişkiyi Sabote Eder”, artfulliving.com.tr