Akışkan Aşk:

İnsan İlişkilerinin Dayanıksızlığı

Akışkan Aşk

İnsan İlişkilerinin Dayanıksızlığı

ZYGMUNT BAUMAN

Alfa Yayınları
Şubat 2017
206 sayfa

3. baskı, Mart 2023
çev. Işık Ergüden

22 Ağustos 2024

AZİZ ŞEKER

Bauman’ın sosyolojinin bilge kalemi olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Sosyoloji meselelerine yaklaşımındaki insancıl duruşu, sosyal problemleri sosyal adalet temelli çözümleyişi onu çağın sorunları karşısında insan yüreğine dokunan bir büyücü yapıyor.

Genelde gerçeği anlatan muhalif entelektüellerin başına gelenlerden Bauman da payına düşen acıyı alır. Dünyaya geldiği Polonya’dan sınır dışı edilir. Ülkeler gezer. Britanya’ya gider. Leeds Üniversitesinde Sosyoloji kürsüsüne geçer. Yaşam mücadelesiyle, ürettikleri eserleriyle sosyolojik düşünmenin olanaklarını sosyal bilim mecrasında genişletmeyi başarır. Modernlik, küreselleşme, postmodernite, kültür, özgürlük, refah devleti, eğitim, kapitalizm, yoksulluk, göçmenler üzerine yazmakla kalmaz aşk, ölüm ve hayat stratejileri üzerine de düşüncelerini eserleri yoluyla okurlarına ulaştırır.

Amalfi Avrupa Sosyoloji ve Sosyal Bilimler ödülünü aldığı, modernitenin kusursuz araçlarıyla İkinci Dünya savaşında yapılan soykırım üzerine çarpıcı analizler içeren Modernite ve Holokaust eseri büyük bir ses getirir. Güncelliğini koruyan bu eseri halen ilgiyle okunmaktadır.

Bauman sosyolojik birikiminin zirvesinde “Akışkan” kavramını kullanmaya başladı. Öyle ki, bir grup kitabının isminde de bu kavram yer aldı. Buna Akışkan Gözetim, Akışkan Modernite, Akışkan Kötülük, Akışkan Hayat ve Akışkan Korku örnek verilebilir.

Bu metinde kritik edeceğimiz eseri Akışkan Aşk, insan ilişkilerinin dayanıksızlığını konu ediniyor. Anımsatmak isterim ki, Işık Ergüden’in titiz çevirisi kitabın Türkçe okunurluğuna işlevsel bir katkı sağlamaktadır. Eserin daha başlangıcında modern akışkan toplumun sakinleri olarak aralarında bağ kuramayan insanların, kablolu/kablosuz bağlanma yolu ile ilişkilerini bir girdapta ucu keskin bir kılıca dönüştürdükleri tezini ileri süren Bauman, partner yerine “ağ”ın tercih edildiği sanal ilişkiler aleminin ironisiyle okuru yüzleştiriyor. Bauman, insan ilişkilerine odaklandığı eserin ilk bölümüne “Aşka Düşmek, Aşktan Düşmek” adını vermiş. İnsan, küreselleşen dünyada düşlerini belki de gerçekleştiremeden giden tek canlı örneğini oluşturuyor. Söylenmemiş hakikatlerin kalmadığı dünyada belki de aşk ve ölüm insan yaşamının en trajik yanı. Bauman’a göre sevmeyi de ölmeyi de öğrenemeyeceğimize göre aşk ve ölüm, vaktinde ve zamanında insanı yakalar; ne zaman meydana geleceğini bilemeyiz. Ne zaman gelirse gelsin, sizi hazırlıksız yakalar. Gündelik kaygılarınızın göbeğinde, aşk ve ölüm ab nihilo –hiçten– ortaya çıkar (s. 18). Öte yandan alçak gönüllülüğün ve cesaretin beslediği aşk söz konusu olduğunda eros yeni tartışmalara kapı aralar. Düş kırıklığı, sahiplenme, iktidar, kaynaşma hepsi bir arada aşkı, belirsiz ve nüfuz edilemez bir gelecek üzerindeki ipoteğe dönüştürür. Hal böyle iken Bauman aşkı tüketim pazarı öngörüsü ile ele alır. İşte bu pazarda “insanlar partner ararlar ve kırılganlığın tedirginliğinden kaçmak amacıyla ‘ilişkilere girerler’, ama sonunda öncekinden daha can sıkıcı ve çetin kırılganlıklarla karşılaşırlar. Kırılganlığa saptanan/umulan/beklenen sığınağın aile ocağı olduğu defalarca ortaya çıkar…” (s. 44). Ve hayat yeni başlangıçlar için tohumlarını içinde taşır. Bauman tanınmış şairlerin, felsefecilerin, edebiyatçıların söylemleriyle desteklediği bu bölümü yaşamın hareketliliğine olan inancıyla noktalar.

“Sosyalliğin Alet Edevat Kutusunun İçinde ve Dışında” ismini verdiği ikinci bölüme Claude Levi-Strauss’un “cinsiyetlerin buluşması doğa ile kültürün buluştuğu ilk alandır” tespitiyle başlar. Bauman’ın aktarımı ile her insanın varlığı bir başkasıyla birleştiğinde anlam ve bütünlük kazanır. “Paran kadar konuş!” cümlesinin bir bayrak gibi elden ele dolaştığı bir dünyada yargılanmak artık çok kolay hale gelmiştir. “Tüketimci egemen yaşam tarzından” feyz alan bu bakış açısı toplumsal olanı da aslında öldürmektedir. Tüketim pazarları insan dayanışmasını ortadan kaldırdığı gibi ötekilerin insan varlığını da görmezden gelir. Doğrusunu söylemek gerekirse tüketim pazarlarının geleceği adına insan ilişkileri bir ahlak ekonomisine kurban edilmemelidir.

“Komşunu Sevmenin Güçlüğü Üzerine” ismi eserin üçüncü bölümüne verilmiş. Bauman, Freud’un Uygarlığın Hoşnutsuzlukları kitabından aldığı “komşunu kendi gibi sev” buyruğunun uygarlaşmış yaşamın temel kurallarından biri olduğunu dile getiriyor. Komşu sevgisinin insanlar açısından farklı şekillerde değerlendirildiği muhakkak. Bunu anlamsız bulanlar olabileceği gibi hayatta kalma içgüdüsünün bir adım ötesinde insanlığın doğuşu ve ahlakın benimsenmesiyle gelişme gösteren bir süreç olduğunu kabul edenler de çoğunlukta bulunuyor. Sonuçta insan özrü de ıstırabı da ödemesi gereken bedel sahibi bir varlık. Kuşkusuz insan haysiyet ve saygıyı hak etmektedir. Diğer bir ifadeyle bütün değerler insan haysiyetine hizmet ettikleri ve bunun davasını sürdürdükleri ölçüde değerdir (s. 113). İnsan haysiyeti inkâr edilemez. Bauman bu bölüm boyunca ancak haysiyetli bir hayatın insanı değerli kılabileceğini irdeler. Haysiyet ve onur bütün insanlar için geçerli bir ilkedir. Bauman ayrıca modernitenin “katı” evresinden “sıvı” evresine geçişe dikkat çeker. Bu süreçte küreselleşen dünyada politikanın giderek yerelleşmesinin yanında şehirlerin küresel olarak yaratılmış problemlerin hurdalığı halini aldığı saptamasında bulunur.

Zygmunt Bauman

“Parçalanmış Birlik” ismini taşıyan dördüncü bölümde Bauman, yaşamının son yıllarında üzerinde sıklıkla durduğu “kapımızdaki yabancılar” olgusuna eğiliyor. Onun anlatımı ile, gezegenin üzerinde gezinen hayaletin yabancı düşmanlığı hayaleti olduğunu kabul etmek gerekir. Suçun nedeni olarak görülen yabancıların bir küresel ‘problem’ haline geldiğini ve güvenlik sorunu olarak algılandığını belirtiyor. Dahası modernitenin ürettiği insan artığının yanında yerkürenin bir çöplüğe dönüşmeye başladığı ve “insanlığın bütün artıkları”nın küresel bir problem halini aldığının altını çiziyor. Bu konuda uzun bir süredir, dünyanın egemen uluslarının başını ağrıtacak şekilde bir yönetim krizinin görünürlük kazandığı gözlenmektedir. Deyim yerindeyse dünya artık doldu. İnsan akışkanlığı bile “yerinden edilmiş insanlar”ı, gittikleri ülkelerin sorunu haline getirdi. Bauman’a göre “mülteciler, küreselleşmiş dünyanın yeni iktidar seçkinlerinin karikatürü olarak, insanlığın korku ve kaygılarının başında gelen insanlık durumunun günümüzdeki eğretiliğinin köklerinin daldığı bu yer-dışılığın cisimleşmiş hali olmuşlardır” (s. 183). 21. yüzyılda zorunlu göç kurbanı ya da başka nedenlere bağlı olarak ülkelerini terk edenler koruma altına alınmaya çalışsalar bile kaygının ve korkunun fitilini ateşlemişlerdir. Özellikle Avrupa büyük bir kampa dönüşmeye başladı. Bu kamplarda kalanların onurlu ve gönüllü geri dönüş süreçlerinin, nelerin düzelmesiyle mümkün olacağı tartışılsa da ne kadar zor bir durum olduğu bilinmektedir. Asıl tedirginlik göç yönetiminin sağlıklı yürütülmemesiyle artmaktadır. Başta Avrupa’da olmak üzere mülteci, sığınmacı, koruma gerektiren insanların koşulları belki de yüzyılın en önemli sosyal problemi olarak büyümeye devam etmektedir. Türkiye açısından bakıldığında ise iç savaşa bağlı Suriyeli ve Afgan göçünün ülkenin en büyük meselelerinden biri olarak ağırlığını koruduğunu söyleyebiliriz. Bauman, mülteci kamplarının çoğalmasını küreselleşmenin bir ürünü olarak kabul ederken yasadışı insan akınının şehirlerde yeni gettolar kurulmasına kaynaklık edeceğini ve “hiçbir yerdeki-şehirler”in büyüyeceği uyarısında bulunur. Nasıl bir ortak insanlık davasının bu küresel sorunu çözeceği ise Bauman’ın önemle tartışılmasını istediği bir konudur.

Sonuç olarak Bauman, tenimizin altında gezinen yaşam ve ölüm duygusuna parmağını basıyor. Bu eserinde hepimizin fani olduğunu kırılganlık ve güvensizlik çerçevesinde anımsatıyor. Hayat yerini bir anda ölüme elbette bırakabilir. İnsan ilişkilerinin insanları geniş caddelere ya da çıkmaz sokaklara sürükleyeceğinin bilinemezliği içinde Akışkan Aşk’ta geçtiği gibi Sofokles’e danışarak metni tamamlamak okuru daha fazla yormamak adına yerinde bir karar olacaktır: “Arzuladıkları metaneti fanilere garanti edecek bir kâhin yoktur.” Yaşam, bu kadim düşüncenin etrafında güçlü bir şekilde akmaya devam ediyor.