Görünmezliğin kıyısında bir bilim kadını:

Dilhan Ezer Eryurt

Akıl İzi

Oyun - iki perde

N. TANER BÜYÜKARMAN

Sanat Kritik Yayınları
Ekim 2023
145 sayfa

16 Kasım 2023

FERYAL SAYGILIGİL

“Hafıza, ellerin bir şeyi tuttuğu o ilk anda değil, onu bıraktığı anda yaşıyordu; af dileyerek onu bırakan ellerde, boşalsa da yeniden dolabilen yürekte ve düşlerde yeniden canlandırılan tasarımlarda yaşıyordu.” (Eudora Welty, İyimser Babanın Kızı, çev. Zeynep Baransel, Can Yayınları, s. 167)

1926 doğumlu Dilhan Ezer Eryurt (ö. 2012), 1969 yılında kazandığı bir bursla 1973 yılına kadar NASA’da çalışır. NASA’ya burs alarak giden tek kadın astronomdur. Güneş ve yıldızların evrimi üzerine ciddi araştırmalar yapar. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için öğrencisi İbrahim Küçük’ün metnine bakılabilir.

Ay’a ilk iniş için yaptığı önemli çalışmalar nedeniyle 1969’da Apollo Başarı Ödülü’nü kazanır. 1973’te ODTÜ’de astrofizik anabilim dalını kurar. 1977 yılında da TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü alır. 5 Eylül 1997’de açılışı yapılan TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi’nin kuruluşunda rol oynar. Türkiye’de astronominin uluslararası düzeye gelmesinde ve nitelikli astronomların yetişmesinde çok büyük payı olan Nüzhet Gökdoğan (d. 1910-ö. 2003) gibi Dilhan Ezer Eryurt’un da üniversitelerde yapılan astrofizik çalışmalarına katkısı çok önemlidir.

Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyesi olan Eryurt’u dile getirmeme vesile olan, Sanat Kritik tarafından Cumhuriyet’in 100. Yılı kitabı olarak yayımlanan, N. Taner Büyükarman’ın yazmış olduğu Akıl İzi isimli iki perdelik oyun.

Prof. Dr. Dilhan Ege Ezer Eryurt, NASA, 1969.

Burada asıl sözünü etmek istediğim ise Eryurt’a ait bilgilerin, evrakların, arşivin değer bilmezlik neticesinde yok olmaya giderken tesadüfen bulunmuş olması. Cemal Fazıl Karakaş, Dilhan Ezer Eryurt’a ait olan bazı belge, kitap ve benzerlerini Yargıtay’ın otoparkındaki çöplükte bulur. Karakaş Eryurt’un tüm belgelerine ulaşabilmek için çöplüğü adeta dedektif gibi didik didik eder. Ardından “Yargıtay Mazisinde Bir Astrofizikçi: Prof. Dr. Dilhan Eryurt” başlıklı bir makale kaleme alır. Karakaş’ın makalesinde aktardığı Eryurt’un yaşamından bir kesit de Büyükarman tarafından oyunlaştırılır.

Prof. Dr. Dilhan Ege Ezer Eryurt’a NASA tarafından verilen Apollo Başarı Ödülü, 1969.

Belirli olayların, tarihlerin, hikâyelerin tarih anlatısı içinde yer almasının bilinçli bir seçim olduğunu bilmekteyiz. Eryurt’un yaşamını kaybettikten sonra görünmez oluşu, silikleştirilmesi, hikâyesinin yok sayılması da bunu kanıtlıyor. Tam da Joan W. Scott’ın 1986 yılında sorduğu gibi: “Biz kadınların insanlık tarihinin küçük ya da büyük olaylarına katıldıklarını bilirken neden ve ne zamandan beri kadınlar tarihin özneleri olarak görünmez oldular?

Burada bu sürece yol açan iktidar ilişkilerinin sorgulanması gerekiyor. Yani, niye ve nasılı sormaktan vazgeçmemeli ve bunun bireysel bir görmezden geliş değil, politik bir tercih olduğunu gözden kaçırmamalı. İktidarın sorgulanması, iktidarı oluşturan süreçlerin kavranması, toplumsal olarak kurulan cinsler arası farklılıklara dayanan gölge olguların, “toplumsal cinsiyet” rollerinin ne biçimde evrildiğinin açığa çıkarılmasıyla anlaşılabilir. Neyin kayıtlara geçeceğini iktidarın belirlemesi iktidarın dışında kalanlar açısından hayal kırıcıdır. İktidarın kendi söylemini oluştururken neleri unutturmak ya da dışarıda bırakmak istediğine dikkat etmek gerekir. Dilhan Ezer Eryurt’la ilgili yazılmış olan oyun bu duruma karşı çıkıp onu tarihin öznesi haline getirerekgeniş tarih anlatısı içinde görünür kılıyor.

N. Taner Büyükarman

Cumhuriyet’in öncü kadınlarıyla ilgili yaptığım çalışmalarda çıkarttığım sonuç, bu kadınların pek de kabul görülmedikleri fen bilimleri alanında ilkelerinden ödün vermeden büyük bir özveriyle çalışmaları ve çalıştıkları alanı dönüştürmeleriydi. Türkiye’nin ilk kadın astronomlarından Nüzhet Gökdoğan da, ilk kadın su mühendislerinden Mülhime İnce de, ilk tıp tarihçisi Emine Atabek de aristokrat ailelerden gelmekteydiler ve Batı tarzı eğitim almışlardı, birkaç yabancı dili çok iyi derecede biliyorlardı. Cumhuriyet’e, devrimlere olan inançları sonsuzdu. İdealisttiler. Modern Türkiye’nin Batılı yüzünü temsil etmekteydiler. Ancak elbette cinsiyet ayrımcılığı yaşamışlardı ve erkekler dünyasında var olma mücadelesi vermişlerdi. Yaşamlarının son yıllarında onlarla yaptığım söyleşilerde hikâyelerinin ortaya çıkmasını, birilerinin onların seslerini duymasını, meramlarının ne olduğunun anlaşılmasını önemsediklerini görmüştüm. Tıpkı Mediha Esenel’in Geç Kalmış Bir Kitap’ı (Geç Kalmış Bir Kitap; 1940’lı Yıllarda Anadolu Köylerinde Araştırmalar ve Yaşadığım Çevreden İzlenimler, Sistem Yayıncılık, yayına haz. Betül Çelik, Temmuz 1999) yılların yorgunluğunu üzerinden atmak, yıpranmışlığının nedenlerini anlatmak için kaleme alması gibi.

Solnit’in dediği üzere, “Bize düşen görev ayrımcılıktan kaynaklanan kayıplarımızın normal olmadığını gözler önüne sermek ve kayıplar karşısında insanların sessiz kalmasını bekleyen bu sistemi parçalamak. Herkesin hikâyesinin anlatılabildiği bir toplum yaratmak” (Rebecca Solnit, Bu Kimin Hikâyesi; Eski Çatışmalar, Yeni Tartışmalar, çev. Asude Küçük, Minotor Kitap, 2023, s. 113); tam da Büyükarman’ın yapmaya çalıştığı gibi.