
“Meraklısı için söyleyeyim; buradaki melek, yani yaşlı adam benim. Kurgu gereği böyle oldu. Bu esnada iki latte içtim ve ‘Ne olacak bu dünyanın hali’ diye hayıflandım. Hazırsanız, başlıyorum.’
SAHNE (DIŞ MEKÂN)
Kalabalığın arasından tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla olamasa da sıyrılır okuyucu, kitaba uzanır. Beklediği an; kasaya yönelir, sırası gelir ve artık kitap onundur… Kafasını biraz sola çevirse yazarının üç kat yukarıda onu beklediğini görecektir de biraz gecikmiştir: “Ne yaparsan yap, yaşam bildiğini okuyor.”
Görece ince bulur kitabı; kapağını ve adını ise oldukça etkileyici…. Okuma ânı ve elbette mekânı kutsaldır. Kalabalığı yine ve yeniden aşmanın ne demek olduğunu zerrelerinde hissederek hedefine ulaşır. Okuma zamanı… “Bazen iyi bir hikâyeyi, kötü bir gerçeğe tercih etmek iyi bir rotadır (…)”
SAHNE (İÇ MEKÂN)
“Yaşasın şimdiki zamanın gücü…”
‘Öykü kitabı okumayı seçmek, özgürlüğü yeniden ve istediğin yerden yaşamak analıma gelir’ denebilir(di) Müge İplikçi’nin Ah Be Melek kitabına kadar. Hoş yine de sayfa ya da öykü adı seçip okuyabilirsiniz elbette ve fakat sol yanınız hep boş kalır, hazırlıklı olun.
Okuyanın şimdiki zamanında bu kitabı okumak, dikkat, sabır ve biraz da satranç bilgisi istiyor. Bir öykünün içinde saklı anahtarla bilmem kaçıncı ya da hemen sonraki öyküyü okumak ve derin bir nefes almak gerekiyor.
Kısa ve kuvvetli cümle, etkileyici öykünün en önemli ögesi olsa gerektir. “De’ler ve da’larla yüklü biri (öyle oldu da, böyle dedi de…). Yorulmuş, dinlenecek, soluklanacak biraz.” Okuyucunun da yazarı gibi dinlenmesi, soluklanması, içselleştirmesi için küçük ve fakat sağlam adımlarla öyküde olması önemli.

Müge İplikçi, muhtemel, bir büyük öyküyü öyle güzel bölümlere ayırıp hepsinin kendine has hikâyelerini öyle etkileyici bir şekilde öne çıkarmış ki, “uyandığımda yine orada olacak mı?” demeden uyanamıyorsunuz…
Mesela; bir tren bileti var elinizde… Tren zamanında yanıyor perona… Komutlara uyup biniyorsunuz vagonunuza, numaralı koltuğa otuyorsunuz, yolculuk başlıyor. Önce kendi vagonunuza âşina oluyorsunuz kaçamak bakışlarla… Sonra merak işte, kalkıyorsunuz ayağa ve diğer vagonlardaki öykülerin peşine düşüyorsunuz Sizi ayağa kaldıran ayrıntı elbette... Müge İplikçi, ayrıntıları çok iyi yerleştirmiş o vagonların belli koltuklarına… Oralarda göz göze gelmeniz gerek, gelin lütfen. Zira “Görünmeyenler birbirini görür.”
SAHNE (İÇ MEKÂN DIŞA AÇILIR)
“Kadının sesinde erken bastıran bir kış günü vardı şimdi.”
Bu öykülerde kadının gücü saklı aslında. Bu coğrafyada ne çok Melek adında güzel insan var cinsiyeti “kadın” olan. “Zaten gerçek meleğin kanadı yoktur.”
Göz ardı edilen meleklerin hemen hepsi de kadındır ve kadının gücü, neşesi ve kızgınlığı hep görmezden gelinir. Müge İplikçi, bütün bu özellikleri öykülere öyle hakkaniyetli bölüştürmüş ki, dikkatli okumazsanız “Gerçeğin rüyadaki sesi. Ya da tam tersi” gibi gelir size. Adı ne olursa olsun duyulmayandır aslında ‘kadın’ ve Müge İplikçi, elinde en incesinden bir tığ ile ördüğü parçaları öyle bir araya getirir ki duyarsınız da, görürsünüz de: “Aslında Leylâ’nın herkese beş basacak bir hikâyesi vardı. Ancak sorun şu ki bu hikâyeyi kimsecikler duymak istemiyordu. O zaman bana da susmak düştü. Ya da Leyla’yı hiç duymamış gibi yapmak. O ise ısrarlıydı: ‘Sana diyorum sana…’ Bu kız beni nasıl ve nerden biliyor? Bu kız beni nasıl görüyor? O Zaman düşüncelerimi anlamış gibi: ‘Görünmeyenler birbirini görür.’ dedi Leyla. ‘Bunda şaşılacak bir şey yok Zeyno”…
Hayatı ya da yaşamı diyelim, olduğu gibi görmezseniz mesela çok ciddiye alırsanız ya da tam tersi fazla serbest bırakırsanız anlamazsınız bu öykülerde anlatılanları.
İçinize/ içimize açılıyor her öykü… Altı çizilesi bir cümle mutlaka var. “Kazanmak önemli değil.” Şu yanılan/ yanıltan hayatta yani ‘şimdiki zaman’da.
SAHNE (DIŞ MEKÂN)
İç sesle ve içtenlikle okur “Söylemesi kolay, yaşaması zor bir yıldı. Yine de her şey bildiği gibi aktı.” cümlesini okuyucu ve iner trenden, iki adım geri atar kendini, bavuluna bakar önce ve sonra karşısındaki trene… Avcuyla ağzını kapar önce, sonra tanıklık ettiği tüm ‘Melek’lere selam durur. Zira “Bana sen ve ben zaman yolcusu değiliz, demişti bir keresinde. / “Neyiz? diye sormak gafletinde buluğumda ise ‘Elbette zamane yolcusuyuz’ diye cevap vermişti.”
“Ah be dünya” senin bu halini son cümle yazmış Müge İplikçi. Hazırsanız demiyorum, hazır olun ve okuyun, sevgili okur… “o gerçekten bir melek; ama bunu kimseye ispatlama gereği duymuyor.”