• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Kevin Barry’nin öyküleri:

Taşkın anları, alacakaranlıklar ve aşk

“Kevin Barry’nin öykülerinin atmosferinde doğa ve ışık dikkat çekici biçimde öne çıkıyor. İrlanda’nın kıyıları, dağları ve ormanları hemen her öyküde sadece bir fon değil, aynı zamanda öykü kişilerinin ruh halinin birer yansıması ya da tamamlayıcı parçası olarak beliriyor, anlatılıyor.”

BEHÇET ÇELİK

@e-posta

KRİTİK

25 Temmuz 2024

PAYLAŞ

Kevin Barry’nin O Eski Türkü kitabında yer alan “Leitrim Sahili” öyküsünün anlatıcısı, Seamus Ferris’ın Katherine’e “kendisi hakkında anlatılması mümkün olduğu kadarını anlattı[ğını]” belirtir. Demek ki Seamus’ın “iç”inin katmanları var, diye düşünebiliriz, bunların bir kısmının anlatılması mümkün, bir kısmınınsa değil. Anlatılması mümkün olmayanların neden anlatılamadığı hakkında da iki seçenek olduğunu varsayabiliriz: Seamus’ın da içerisinde neler olup bittiğini bilmediği, bilemediği katman ya da katmanlar olabileceği gibi, bildiği, sezdiği halde başkalarına aktaramayacakları da olabilir. Bu cümlenin devamı ilk seçeneğin daha geçerli olduğunu gösteriyor gibi.

Doğasında bir şeyleri bitirmeye yer olmadığını söyledi. Bunu daha önce hiç söylememiş, hatta düşünmemişti ve söylediklerine kendi bile şaşırdı. (s. 22)

Düşünmediği, bilmediği şeyler midir bunlar? Öyle olduğu söyleniyor, peki o zaman nasıl olmuş da Katherine’le sohbet ederlerken söyleyebilmiş, anlatabilmiştir. Yukarıdaki iki seçeneğe bir üçüncüsünü mü eklemek gerekir? Bildiğini bilmedikleri var! Bunların nasıl olup da bilinç düzeyine çıktığının yanıtıysa çok açıktır öyküde. “Yumuşak kirpiklerin, bakışların önünde ağzından çıkıveriyordu laflar.”

Kevin Barry
O Eski Türkü
çev. Begüm Kovulmaz
Epona Yayıncılık
Nisan 2024
155 s.

Seamus’la Katherine arasında bir aşk olduğunu vurgulamaya gerek yoktur sanırım. İnsanı bildiğini bilmediklerini söylemeye iten yumuşak kirpikleriyle kendisine bakan kişiye duyulan duygudur çoğu zaman, daha doğrusu bu duygunun yarattığı taşkındır. Nitekim Seamus, aktardığım sözlerinin ardından Katherine’e “Ne kadar yalnız olduğumun farkında değildim” de diyecektir. Öyküde daha çok, ama başka edebi türlerde de, anlatıcının sesiyle (onun bildikleriyle) metindeki kişinin sesinin nerelerde ne kadar örtüştüğünü tayin etmek her zaman mümkün olmaz; aslına bakarsanız okumakta olduğumuz metni çok zaman çekici kılan da bu belirsizliktir; başka bir deyişle, anlatıcıyla öykü kişisi arasındaki mesafenin kısalıp uzamasıdır. Okurken bu soruları sormayız elbette, seslerin birbirlerine yaklaşıp uzaklaşmasını da anbean takip etmeyiz ama tam bir örtüşme olmadığını sezmişizdir. Öykü kişisi anlatıcının bildiklerini biliyor mudur, metin ilerledikçe bilecek midir, öğrenecek midir? Bir başka “taşkın” yaşanacak mıdır? Aydınlanma ânı dediğimiz şey böylesi taşkın zamanları mıdır?

Kevin Barry’nin bu öyküsünde anlatıcı bildiklerini sözü dolandırmadan ifade etmeyi yeğliyor ama Seamus için meselenin bu denli açık seçik olduğunu söylemek çok mümkün değil. Anlatıcı şöyle diyor mesela: “Tabiatı gereği şimdi de kendi mutluluğu işkence ediyordu ona. Gelecekte Katherine’siz bir gün bile geçirmeyi hayal edemiyordu.” İkinci cümle bariz biçimde Seamus’ın hislerinin ifadesi, o da bunu bilip kabul edecektir diyebiliriz, ama bu hislerle kendisine işkence etmekte olduğunu saptayacak kadar farkındalığının yüksek olduğunu söyleyebilir miyiz? Benzer biçimde Seamus’ın, anlatıcının “yatağında uyuyan ufak tefek kadına” sadık kalacağına dair bir gece –kendi kendine– ettiği “ayinsel yemin”e düştüğü şerhin farkında olduğunu da ileri sürmek kolay görünmüyor. Bu şerh şöyle:

Ufak tefek kadının gerçekliğine değilse bile onun senaryolarında geliştirdiği kusursuz tasvirine sadık kalacağına söz verdi. Zira bu tasviri cisimleştirip sürdürebileceğine, hepimizin sevgililerimizin hayalini kurarak var edebileceğimize inanıyordu. (s. 25 – vurgu eklenmiştir)

Aslında anlatıcı çok net ifade ediyor gibi; Seamus sevgilisinin tasvirini cisimleştirip sürdürebileceğine inanıyor, çünkü hepimiz öyle yaparız, sevgililerimizin hayalini kurarak onları var ederiz. Gelgelelim, bu o kadar kolay değildir, hatta imkânsız olduğunu ileri sürmek bile mümkün. Sorun şuradadır ki, sevgilisini hayalini kurarak var edebileceğine inanan Seamus kendisini var edebilmiş midir, ya da var ettiği kendisindeki arızaların farkında mıdır? Bu arızalardan birini yukarıda andım: Kendi mutluluğunun ona işkence etmesi. Öykü (ve aşk ilişkisi) devam ettikçe olmadık huzursuzluklar duyacaktır; kendisine, sevgilisine ve ilişkilerine dair kurduğu hayaller huzur bırakmayacaktır – önce kendisinde, sonra Katherine’de.

Bir şeylerin farkında olmaksızın bilinmesine, yahut derinlerdeki bir şeylerin romantik-erotik bir ilişkinin ardından/vesilesiyle yüzeye çıkmasına “Geyik Sezonu” öyküsünde de rastlıyoruz. Öyküdeki genç kadın on sekizine girmesine kısa zaman kala yaz tatili için geldiği baba yurdunda bir adamla sevişmek istemektedir; bu, bir başka öyküdeki ifadeyle “hormon girdaplarının” mı sonucudur, okulundaki “dedikodu ve rekabet ayinlerinin” mi, bundan çok emin olamayız. Ancak şu kesindir, her şeyi göze almıştır. Bu “her şey”in içerisinde “bilmeden taşıdığı” bir korkuyu, bir başkasına zarar gelmesi korkusunu da barındırdığını ise sonradan fark edecektir. Şaşırtıcı olan, neler yaşanabileceğini az çok kestirmiş olduğunun da yüzeye çıkması. “Bu sahneyi de önceden hazırlamıştı zihninde” der öykünün anlatıcısı. Barry’nin öykülerinden söz ederken öykü kişilerinin bildiklerinin farkında olmadıkları birtakım şeylerin yaşananların ardından bilinç düzeyine çıkması gibi bir tanımlama yapmak yanlış olmaz ama çok eksik kalır, bunun nedeni şu: Öykü kişilerinin ne bildiklerinden mutlak surette söz etmek mümkün değil, ne bilmediklerinden de... Onlar için bilmekle bilmemek arasındaki sabit olmayan bir ara katmandan söz etmek daha doğru olacaktır: Sezer gibi olup bastırdıkları, başlarını çevirdikleri, göze aldıkları, belki de olmaz diye umdukları, elbette buz gibi bildikleri ve hiç akıllarına gelmeyecekler de var; gelgelelim taşkın anlarına gelene kadar her şeyi baştan sona hesaba katıyorlar ne de taşkından ve taşacaklardan kaçınabiliyorlar.

Leitrim sahili

Kevin Barry, öyle ya da böyle öykü kişilerinin huzurlarının yittiği ve/veya başkalarının huzurlarını kaçırdıkları zamanları anlatmayı yeğlemiş O Eski Türkü’deki öykülerin büyük bölümünde. Özellikle aşk ilişkilerinde ya da cinselliğin, erotizmin çekimine girdiklerinde yaşanan krizler dikkat çekiyor. Başka bir insana çekilmenin yarattığı taşkınlar; buna “iç”in başkasına doğru akarken dışa taşması mı demeli? Bu bağlamda “Çayırların Azize Catherine’i” öyküsü de anılabilir. Bu öykünün anlatıcısı –bir müzik araştırmacısıdır– çok eski bir şarkıyı ve o şarkıyı yaşlı bir yerel derleyici-şarkıcıdan öğrenmesinin hikâyesini anlatır. Şarkıyla ilgili saptamaları şöyledir:

En bilinen karanlık şarkılardan birisi olması gerekirdi bana göre. Karmaşık bir hikâyeyle çok üzücü bir hikâyeyi dile getiriyordu. Şarkı insanlığın tüm acımasızlığını içeriyordu ama bana göre aşkın ne olduğuna dair bir şey daha vardı içinde. Tonu benzersizdi. Dörtlükler benim çağdaş ruh halimle keskin bir şekilde uyuşan bir tür erotik cinnet yüklüydü. […] Şehvet, ihanet, cinsel kıskançlık hakkındaydı – benim için et ve içki gibiydi. Geçmişte benim şu anda olduğum gibi yürek ve cinsel organla ilgili meseleler yüzünden delirecek gibi olan başkalarının da yaşadığını söylüyordu şarkı bana. (s. 75-76)

“Erotik cinnet” anlatmaya çalıştığım taşkın halin en üst aşamalarından olsa gerek; Barry’nin öykülerinde farklı tonlarına rastlamak mümkün bunun. “Çayırların Azize Catherine’i” öyküsünde bahsi geçen şarkıda “sığırlardan başka eşlikçisi olmadan tek başına tepelerde” kendi halinde yaşayan bir sığırtmacın yaşadığı dönüşümün anlatıldığını öğreniyoruz. Hayatına giren evli bir kadın onun dünyasında büyük çalkantılar yaratmıştır. “Kendi içinde uyanan adam durumdan hoşnut değildi[r].” Daha önemlisi, “Kalbinin hakiki ve umulmadık kapasitesini, yapabileceği korkunç şeyleri anlamıştı[r].” Bir de öykünün anlatıcısı var, bu uzun ve eski şarkıdaki hikâyede kendi serüvenine de tanık olan. Ne ki kendi serüvenini bize şarkıyı anlattığı gibi ayrıntılı olarak anlatmaz, değinip geçer. Onun hakkında tek bildiğimiz şarkının hikâyesinden etkilenmiş olmasıdır. Gelgelelim şarkıda anlatılan kişilerden hangisiyle özdeşlik kurduğu bile bize açık seçik ifade edilmiyor. Anlatıcı şu ipucunu bırakmakla yetinir.

Şarkının da ortaya koyduğu üzere romantik hamlelerimizi gerçekleştiren bizler değildik – kararların hepsi bizim adımıza, haberimiz bile olmadan veriliyordu. Kararlar zaten ortada, havadaydı.

Şehir ışıklarının altında tüm o insanlar vardı. Doğuyor ve ölüyor, ilk anlarından son anlarına dek habersizce yol alıyorlardı. (s. 82)

Öykünün anlatıcısı şarkı üzerine düşündükçe ve şarkı vesilesiyle kendi iç taşkınlığını hatırladıkça bu haşin hikâyenin failinin de aynı zamanda daha büyük bir hikâyenin mağduru olduğunu sezecektir.

Belki de yalnızca kendi zamanının kısıtlı ve sefil olduğundan haberdardı. Belki de tek istediği sefil zamanlardan alabileceği her şeyi almaktı. (s. 82)

Kadın yaptığı bu “alış-veriş”le sığırtmacın uzamış, on yıllar boyunca devam edecek bir yıkım yaşayacağını bilmemiş, bilmek istememiş, büyük ihtimalle göze almıştır; gelgelelim mağdur da bir başka erotik cinnetle maluldür, bunu da çok içeriden bilip ifade eder anlatıcı. “Görebilseydi onu hemen affederdi” dedikten sonra “şarkının sonundaki yakarış bana da ait olabilirdi” deyip sığırtmacın yakarışını alıntılar: “Ah bir kere daha uzan benimle birlikte, aşkım, son kez de olsa.” (Vurgu metinde var.)

Kevin Barry’nin öykülerinin atmosferinde doğa ve ışık dikkat çekici biçimde öne çıkıyor. İrlanda’nın kıyıları, dağları ve ormanları hemen her öyküde sadece bir fon değil, aynı zamanda öykü kişilerinin ruh halinin birer yansıması ya da tamamlayıcı parçası olarak beliriyor, anlatılıyor. Uzun uzadıya tasvirlerle çizmiyor Barry doğa manzaralarını, öykülerin genelindeki yalın anlatım doğadan söz ederken değişime uğramıyor. Kevin Barry’nin doğa tasvirlerinden birkaç örneği, öykülerin atmosferine ve kişilerin ruh hallerine katkılarının yanı sıra Barry’nin öykü dilini göstereceğini umarak alıntılıyorum:

Haziran sonunda nemli bir pazar günü. O gri ve kesif, netameli pazar günlerinden biriydi. Bir uğursuzluğun yaklaşmakta olduğu hissi havayı ekşitmişti. Killala Körfezi’nden paranoya buharları yükselirken Ox Dağları’nın pusların arasında koyu maviye çalan çıkıntılı sırtı çömelmiş bir canavar gibi yüzükoyun yatmış, bir hayvan gibi tetikte bekliyordu. (s. 47)

Atlantik kıyılarının bu soluk yeşil günlerini canlandırabilecek tek şey sevişmek ve dövüşmekti. (s. 50)

Bir süre dışarı çıkmam gerekiyordu. Soğuk yoldan sahile yürüdüm ve orada yalnızca ben ve denizanaları vardık, gözlerim soğuktan yandı, denizin tüm gümüş ışığı üzerime gelip oracıkta, ayın çopur ve kraterli yüzü gibi görünen beyaz kumların üstünde içime girdi, denizanaları çevremde can vermiş ve şeffaf halde yatıyordu, ben de bu boşluk ve yıldızlar gecesinde düştüğüm yerde yatıp kalarak ah Tanrım, diye düşündüm, hava öyle soğuk ki lanet olasıca. (s. 98)

Ox Dağları

“Eski Mal” öyküsünün anlatıcısı ise bir yazardır, ölmek üzere olan amcası Aldo’nun yanına, Batı İrlanda’ya çağrılmıştır. “Kendisinin kalıntısı” haline gelmiş olan Aldo son nefesini Bluestack Dağları’nın eteklerindeki bataklığa bakan kır evinde yeğeninin gelmesinden kısa süre sonra verir. Oraya ilk gittiğinde anlatıcı önce hayranlık duyar manzaraya, “dağlar lekesiz bir dünya gibiydi, falan filan” der. Doğayı kısaca tasvir ettiği cümleye eklediği bu “falan filan”da bir hor görü değil de, başka türlüsü beklenmezdi, umulmazdı tınısı saklı. Amcasını görür, savruk bir konuşma geçer aralarında – amcasının konuşabildiği anları “kendi benliğine son ziyaretleri” diye nitelendirir. Onun uyuklamaya başlaması üzerine yeniden dışarı çıkar ve kır evinin çevresini dolaşır.

Aldo’nun rüzgârı kessin diye ektiği boz söğütler sert esintide sallanıyor, ışığı dağıtıyordu. İzin verirseniz bu yer insanın düzyazı tarzını altüst ederdi. Güney Sligo’nun [buraya gelmeden önce yaşadığı yer] sadeliği belki de şimdiye kadar beni kurtaran şeydi, sonu gelmez yağmuru ve kamış tarlalarını seyrederken süslü püslü yazmak gelmiyordu insanın içinden. Fakat burada manzara görkemli ve sarhoş ediciydi. Gördüklerimden korkup yeniden içeri girdim. (s. 63-64)

Amcasının ölümünün ardından buraya yerleşir. İlk zamanlar hoşnuttur yaptığı seçimden. Daha sakin birine dönüşmektedir, “dünya, kuzeybatıdaki yeni sığınağı[n]dan güzelce uzakta duruyordu[r].” Yeni bir roman yazmaktadır ve harika gidiyordur.

O zamana dek yazdığım her şey mekânların ve yerlerin kendi duygularını yayması üzerineydi. Saçmalıktı elbette, edebi etkinliklerde kulağa hoş gelen yarım yamalak zırvalardı hepsi ama şimdi, burada Aldo’nun kır evinde durumun aslında böyle olduğunu kanıtlayan yadsınamaz kanıtlarla karşılaşmıştım. Bu evde sakindim, zihnim netti, tenimin içinde rahattım ve görünen o ki çekiciydim. (s. 69)

Alıntının sonundaki çekicilik bahsine bir not düşmeliyim. Son akşamındaki kısacık konuşmalarında Aldo bu kır evinin kokusunun, havasının kadınları baştan çıkardığına benzer bir şeyler söylemiştir. Bu kadarla ve bu kır evindeki huzurun anlatıldığı gibi kalmayacağını söylemekle yetineyim. Ancak mekânların kendi duygularını yaydığı bahsiyle Kevin Barry’nin öykülerinde sıkça karşılaştığımızı da ekleyeyim. Bu, genellendiğinde Barry’nin öykü kişisinin vurguladığı üzere, “yarım yamalak zırva” kategorisinde bir değerlendirmedir elbette; ancak O Eski Türkü’deki öykülerde biraz da öykü kişilerinin arayıp buldukları bir şey, yahut bir tür algıda seçicilik. İçinde bulundukları ruh halini kışkırtacak, kanırtacak, hissetmekte olduklarının üzerine bir ton daha benzer bir ruh halinden geçecek doğa parçaları, iklim olayları onların dikkatlerini hemen çekiyor. Aynı zamanda anlatıların atmosferini kuran ya da kuvvetlendiren birer öğe halini de alıyor bunlar. Belki de Aldo’nun yeğeninin nasıl bir şey olduğunu anlatmaksızın altını çizdiği (ve bir biçimde de aslında anlatmış olduğu) “geçmişin gölgesi” gibi, doğanın, atmosferin gölgesi vuruyor onların üzerine; ışıklarını kesiyor, azaltıyor ya da çoğaltıyor; bu ışık-gölge oyunu geçmiş-şimdi eksenine de etki ediyor; öykü kişilerinin belleklerini biliyor, onlarda birtakım çağrışımlara yol açıyor ya da geçit veriyor.

Kevin Barry

Eski bir İrlanda halk şarkısının hikâyesinde kendi hikâyesinin yansısını gören öykü kişisi gibi Kevin Barry’nin başka öykü kişileri de tanık oldukları başkalarının hikâyelerinden yansıyan ışık altında bir kez daha bakıyorlar kendilerine – bundan kaçındıklarında bile gözlerine ilişiyor geçmiş. Pub’ına gelen seksen yaşındaki kadınla altmışlık oğlunun farklı içkilerle sürdürdükleri maratona tanık olurken şunlar geçer “Toronto ve Kutsanmışlık Hali” öyküsünün anlatıcısının içinden.

Ayıklık bar penceresinden görünen menekşe rengi hain alacakaranlık ışığıydı; eğimli tarlalardan sonu gelmez denize ulaşan hain manzara; benim için bir başka menekşe renkli hain kış. (s. 87-88)

Bu “başka menekşe renkli hain kış”ın gelmekte olan kış mı olduğunu, yoksa geçmiş kışlardan biri mi olduğunu bilemeyiz, öğrenemeyiz; ancak hain olduğunu biliriz, annenin oğluna (ve pub sahibine) anlattığı gençlik hikâyelerinden ötürü –oğul daha sonra annesiyle babasının kendisinin annesinin rahmine düştüğü zamanlar “en azından bir tür seks ışıltısı yaşamış” olduklarını düşündüğünü söyleyecektir– onun meselesinin de bir tür “erotik cinnet”ten kaynaklandığını sezeriz böylece.

Kevin Barry’nin öykülerinde bugünün dünyasına dair çok şey var; Google aramaları, uygulamalar, Instagram hesapları, vs. Keza İrlanda’dan farklı doğa manzaraları, ama bu ayrıntılar anlattıklarını şimdiye ve/veya İrlanda’ya kayıtlı kılmıyor. Zamanı ve mekânı aşan cinnet halleri, taşkın zamanları çünkü anlattıkları; alacakaranlıklar, zamanımızın kısıtlılığı ve aşk ve soru işaretleri.

Gece çökerken Mercedes’e duydukları aşkı fısıldıyor olmalılar. Kasık kıvrımlarına uyacak biçimde konmuş bir el. O elin soru işareti. (s. 131)

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Kevin Barry
  • O Eski Türkü

Önceki Yazı

KRİTİK

Minyatür ve tahkiye:

İhsan Oktay Anar’da şark estetiği

“Anar’ın yazı dünyasını, sözgelimi Nakkaş Osman’ın temsil ettiği klasik dönem minyatürlere benzetebiliriz... Hadiselerin dekorunu Matrakçı Nasuh’un kartografik çizimleri oluşturur sanki. Ama avlu dışındakilerin hayatlarına bakan Levnî’nin nakışlarına da arada yer açılır.”

ÖZGÜR TABUROĞLU

Sonraki Yazı

SÖYLEŞİ

Pınar F. Deniz ile söyleşi:

“Sakatlığın nesi bu kadar kötü?”

“Savaşıp kazanacağımı, bir daha herhangi birine böyle davranmayacaklarını bilsem var gücümle mücadeleye devam ederim ama savaşarak değil, sokakta olmaya, hayatı keyfimin istediği gibi yaşamaya devam ederek daha iyi sonuç alacağıma inanıyorum.” (Denize Dökülen, s. 205)

DENİZ KOLOĞLU
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist