Kapitalizmin enkazları ve matsutake’nin yolculuğu
“Antropolog Tsing'e göre matsutake mantarının hikâyesi küresel kapitalizmdeki çatlakları aydınlatabilir ve ekolojik yok oluş olasılığına dair farklı bir bakış açısına ulaşmamızı sağlayabilir. Kitap akademik bir nitelik taşımakla beraber, antropoloji, ekonomi politik, ekoloji, biyopolitika ve tabii ki mikoloji arasında salınıyor, edebi açıdan da gayet etkileyici.”
Matsutake bir mantar cinsi. Japonya’yla özdeşleşmiş, nadir bulunan, pahalı ve yabani bir mantar. İnsan faaliyetiyle üretilemiyor, ortaya çıkması için birçok etkenin aynı anda işlemesi gerekiyor. Çoğunlukla, el değmemiş ormanlarda değil, insan eliyle tahribata uğramış, kendisini onarmaya gayret eden ormanlarda yaşam şansı buluyor. Tabii bu süreç tek yönlü değil; matsutake de ormanın yeniden yaşama dönmesi mücadelesinde önemli bir örgütleyici. Ağaçlardan beslendiği kadar, onları da besleyerek en elverişsiz koşullarda dahi ormanların yetişmesine katkıda bulunuyor. Olağanüstü hayatta kalma yeteneği bu örgütleyici özelliğini daha da kritik bir noktaya taşıyor. Mantarlar üzerine kaleme aldığı Saklı Dünya kitabında Merlin Sheldrake, matsutake cinsi dahil, mantarların bu hayatta kalma yeteneği hakkında şunları söylüyor:
İnsanların yarattığı pisliğin mantarlara bir fırsat gibi görünebilmesi çok da şaşırtıcı değil. Mantarlar, her biri gezegendeki türlerin yüzde yetmiş beş ila doksan beşini ortadan kaldıran beş büyük yok oluş atlattı. Hatta bazı mantarlar bu felaket dönemlerinde serpildi. Dinozorları yok eden ve bütün dünyada ormanların kitlesel ölümüne yol açan Kretase-Tersiyer yok oluşunun ardından ayrıştırılacak odunsu maddenin bollaşması üzerine mantarlar da çoğaldı. Radyoaktif parçacıklardan yayılan enerjiyi kullanabilen ve Çernobil’in enkazında büyüyen radyotropik mantarlar, geçmişi daha da eskilere dayanan bir mantar-insan nükleer girişimciliğinin son oyuncularıdır sadece. Hiroşima’ya atom bombası atıldıktan sonra o harabenin üzerinde ilk beliren canlı, bir matsutake mantarı olmuştu.[1]
Bunun yanında, matsutake Japonlar için kültürel anlamlarla yüklü. Japon edebiyatında da kendisine sıklıkla yer bulan bu mantarın kokusu yazdan sonbahara geçişin bir simgesi niteliğinde. Mantar toplama eylemi ise özgürlük hissiyle yan yana anılıyor çoğunlukla. Bir grup insan eşliğinde yapılan bu toplama eylemi işbirliği ve dayanışma üzerine kurgulanıyor. Ayrıca çoğunlukla hediye olarak verildiğinden, mantarın toplumsal ve kişilerarası alanda iletişimsel bir değeri de var. Ormanın yeniden yaşama dönmesi için ortaya koyduğu iletişimsel becerileri, toplandıktan sonra da çalışmaya devam ediyor matsutakenin: “Matsutake satın alan kişilerin aklında hemen her zaman için başkalarıyla ilişki kurmak vardır.” (s. 164)
Dünyanın Sonundaki Mantar – Kapitalizmin Enkazlarında Yaşam İmkânı Üzerine
çev. Erdem Gökyaran
Yapı Kredi Yayınları
2023
376 s.
Antropolog Anna Lowenhaupt Tsing bütün bunlardan etkilenerek bu mantarın peşinde bir yolculuğa çıkıyor. ABD, Kanada, Japonya, Finlandiya ve Çin’i kapsayan bu yolculuk, Dünyanın Sonundaki Mantar: Kapitalizmin Enkazlarında Yaşam İmkânı Üzerine isimli bir kitapla sonuçlanıyor. Tsing bu mantarın hikâyesinin küresel kapitalizmdeki çatlakları aydınlatmak ve ekolojik yok oluş olasılığına dair farklı bir bakış açısına ulaşmak konusunda bizlere yardımcı olabileceğini ileri sürüyor. Kitap akademik bir nitelik taşısa da, mimarisi açısından alışılageldik akademik çalışmalardan oldukça farklı bir yerde duruyor. Antropoloji, ekonomi politik, ekoloji, biyopolitika ve tabii ki mikoloji arasında salınan anlatım, doğrusal bir ilerleyiş ve bütünsel bir sunuş yerine, yağmurdan sonra mantarların birden ortaya çıkması gibi kısa ve rastlantısal bölümlerden oluşuyor. Sınırları belirli sonuçlardan ziyade hikâye ve gözlemlerin yer aldığı kitabın edebi yönünün kuvvetli olduğunu da söylemeli...
İnsanları da içerisinde barındıran ekolojik ilişkileri “birinci doğa”, kapitalizmin ekolojide yol açtığı tahribatları ise “ikinci doğa” olarak tanımlayan Tsing, kapitalizmin bu saldırılarına doğanın verdiği yanıt niteliğindeki oluş halini ise “üçüncü doğa” olarak adlandırıyor ve dikkatimizi en az birinci ve ikinci doğa kadar üçüncü doğaya da vermemiz gerektiğini, buradaki ihtimal ve potansiyellere kulak kesilmemiz gerektiğini söylüyor:
Matsutakeyi takip etmek bizi tahrip edilmiş bir çevrede birlikte yaşama imkânlarına götürüyor. Bu daha fazla tahribat için bir mazeret değil elbette. Yine de matsutake, işbirliğine dayalı hayatta kalmanın bir örneğini sunmaktadır. (s. 20)
Matsutakenin insan kaynaklı tahribata karşı dayanıklılığı bu mantarın kolay yetişebileceği anlamına gelmiyor. Tersine, onun kaprisli yaşam döngüsü rastlantısallık, karşılıklılık ve güvencesizlik kavramlarıyla betimleniyor yazar tarafından. Kitabın Oregon’un kereste endüstrisi tarafından yıkıma uğratılmış ormanlarında matsutake toplayıcılığı yapan Kamboçyalı ve Laoslu mültecilerle Vietnam’da savaşmış Amerikalıları konu edinen ilk bölümü de, mantarın bu güvencesiz var olma haliyle, onunla geçinmeye çalışan bu insanların yaşamlarının kırılganlığı arasında bir paralellik kuruyor.
Tıpkı bu mantar gibi bir felaketin (savaş) enkazından çıkmış, çeşitli insan gruplarının işbirliği ve dayanışmasıyla hayatta kalmayı başarmış, memleketlerinde öğrendikleri ormanla yaşama pratiklerini göç ettikleri ABD’de geçinmek için kullanan, ancak matsutake varlığının rastlantısallığı nedeniyle toplayacak mantar bulamayınca parasız kalmaya mahkûm, güvencesiz şekilde yaşayan insanlar bunlar. Ancak matsutake toplamanın bu insanlar için para kazanma gayretinden başka anlamları da var. Sözgelimi, Kamboçya ve Laoslu göçmenler için matsutake hem kopup geldikleri, ormanla iç içe, eski yaşamlarını yad etme hem de bu toplama eylemi üzerinden grup kimliklerini sağlamlaştırma aracı olarak işlev görüyor. Japon Amerikalılar için toplama eylemi para kazanmanın birincil amaç olmadığı, ABD gibi uzak bir coğrafyada Japon kültürüne has bir etkinlik olarak ele alınıyor. Vietnam gazisi Amerikalılar için ise, travmalarla yüklü bir geçmişi hatırlatma pahasına, herhangi bir patronun ve mesai düzeninin denetiminden azade bir şekilde para kazanabilmenin özgürlüğü olarak kodlanıyor.
Tsing ölçeklenebilir bir üretim modelinden tamamen uzak bir şekilde işleyen matsutake ticaretinde bu mantarların maceralarına bir hediye olarak başladıklarını, toplayıcılardan aracılara ve lojistik sürecine geçildiğinde bir meta halini aldıklarını, son duraklarında ise yeniden bir hediye formuna büründüklerini söylüyor:
“Japonya’da matsutake hemen her zaman bir hediyedir. Düşük kaliteli matsutakeler süpermarketlerde satılır ve gıda üretiminde katkı maddesi olarak kullanılır. Fakat bu mantara esas şöhretini kazandırmış olan kaliteli matsutakeler değerli bir hediyedir. Hemen hiç kimse iyi bir matsutakeyi sadece yemek için satın almaz. Matsutake insanlar arasında ilişkiler kurar ve bir hediye olması itibariyle bu ilişkilerden ayrı olarak değerlendirilemez. Matsutakeler kişilerin uzantılarına dönüşür ki, bu da bir hediye ekonomisinde değeri tanımlayan başlıca özelliktir.” (s. 161)
(...)
Dolayısıyla matsutake yaşamına bir hediye olarak başlayıp ömrünü yine bir hediye olarak tamamlayan kapitalist bir metadır. Tümüyle yabancılaşmış bir meta olarak sadece birkaç saat geçirir: Bu, pistte sevkiyat kasalarının içinde envanter olarak beklediği ve bir uçağın kargosunda seyahat ettiği süredir. (s. 168)
Tsing matsutakenin bu ticari yolculuğu üzerinden daha geniş bir ekonomi politik açıklama getiriyor ve geç kapitalizmin mevcut işleyişini bu örnek üzerinden anlatıyor. Yazara göre, ölçeklenebilir bir üretim modelinden ziyade, toplayıcıların geleneksel becerilerine, tutkularına, grup kimliğine dair motivasyonlarına, yani kapitalist olmayan değer sistemlerine göre toplanan ve bir araya getirilen bu mantarlar, tedarik zincirlerinin bunları büyük firmalar lehine kapitalist değere tercüme etmesiyle bir meta niteliği kazanıyor. Büyük bir üretim örgütlenmesi yerine kıyıda köşede kalmış, geleneksel değerlere dayanan ve bireysel yeteneklere muhtaç küçük üretimlerin büyük meta zincirlerine dahil edilmesi sürecini Tsing devşirme yoluyla birikim olarak adlandırıyor.
Eskinin her şeyi ölçeklendirme sevdasındaki kapitalizminin aksine, geç kapitalizmin sadece envanter ve lojistiği ölçeklendirip üretim ve emeği bunun dışında tuttuğunu savunuyor. Örneğin ABD’li tedarik zinciri Wal-Mart envanter haline getirdiği ürünlerin sadece bu niteliğiyle ilgileniyor; bu ürünlerin kimler tarafından, hangi koşullarda, ne pahasına üretildiği ise onu bağlayan bir konu değil:
Envanterin okunabilirliği sayesinde Wal-Mart, üretimin ölçeklenebilir olmasına gerek duymaksızın, ölçeklenebilir bir perakende genişlemesine sahip olma imkânına kavuşur” (…) zorla çalıştırmanın, tehlikeli ve sağlıksız çalışma koşullarına sahip merdiven altı atölyelerin, zehirli ikame maddelerinin ve çevreye sorumsuzca zarar veren hafriyat ve atık dökümlerinin yaygınlaşmasında küresel tedarik zincirleri belirleyici bir rol oynamıştır. (s. 89)
Aynı işleyişi Türkiye’de ve dünyada ve sayısız şirketin, internet satış sitesinin faaliyetlerinde gözlemleyebiliriz. Bu tedarik zincirleri, kapitalist değer dünyası dışında edinilen becerileri kapitalist değere tercüme eder. Örneğin, önceleri yakınları için patik ören ve örgü örmeyi geleneksel ilişkiler içerisinde öğrenen bir kadının ürünleri bu zincirler sayesinde bir meta niteliği kazanır ya da sadece dükkânında satmak için küçük ölçekli üretim yapan bir esnafın ürünleri geniş bir meta zincirine dahil edilir. Bu süreçte söz konusu şirketlerin ürettiği söylem, herkesin kendi işinin patronu olduğu, kendileri sayesinde insanların koşullarını kendilerinin belirledikleri, “özgür” bir çalışma ortamında para kazanabilecekleridir. Oysa bu platformların komisyon oranlarından kargo fiyat ve sürelerine, kampanyalardan eğitimlere, indirim baskısından yoğun rekabet ortamına kadar çeşitli araçlarla oluşturduğu denetim, bu platformlarda satış yapan insanları ücretli emeğe yakın bir iş disiplini içerisinde tutmaya yarar. Böylece tedarik zincirleri, emeğin ölçeklendiği bir fabrika sisteminin aksine, emeğin de, üretimin de güvencesiz ve kırılgan olduğu koşullarda, kendilerine karşı hiçbir sorumluluk taşımadığı on binlerce insanı işe koşan, hem üretimin hem üretim sürecinin hem de üreticilerin taşıdığı riskleri yine bu insanların üzerine yıkan bir sistem kurmuştur. Bu platformların işlevi temel olarak iletişim ve muhasebeyle sınırlı kalmış, bu alandan devasa kârlar elde etmişlerdir.
“Kapitalizm, insan ve insan-olmayan her türlü var olma biçiminden sermaye üretmeye yarayan bir tercüme makinesidir” (s. 173) diyor Tsing, matsutake ve doğayı da işin içine katarak. Bu tercüme eyleminin popüler adı ise girişimciliktir. Dünyanın sonlu, güvencesiz ve kırılgan olduğunun anlaşılması, büyük devlet ve şirketlerin iki yüzlü “çevreci” projelerinin pıtrak gibi yayılmasının yanında “inovasyon” ve “yaratıcılık” sloganlarıyla insanlığın kafasını şişiren girişimcilerin doğal kaynaklar sona ermeden kâr haline getirebilecekleri ne varsa onun üzerine atlamalarını getiren bir telaşı da ortaya çıkartmıştır. Girişimciler, kapitalist üretimin güvencesizlik ve rastlantısallığında, böylece ortaya çıkan enkaz durumunda sadece fırsat görmektedir. Bu fırsat, bu koşullarda bile, Tsing’in ifadesiyle bir “dünya yapma” olasılığı değil, enkazı kâra çevirme uyanıklığıdır.
Dünyanın Sonundaki Mantar, geç kapitalizmi ve felaketlere elverişli geleceğimizi anlamak için doğrusal, ilerlemeci bakış açılarından kendimizi kurtarmamızı, halihazırda var olan ilişkisel, çok parçalı, dolanık ve iletişimsel olgulara kafa yormamızı salık veriyor. Güçlü ve edebi bir anlatımla bunun örneklerini önümüze seriyor. Ancak kitabın sınırları burada bitiyor. Yaratılan enkazın failinin kapitalizm olduğunu teslim etse de, bu suç hikâyesinin siyasi temellerini teğet geçerken, bu enkaz altında eğer bir yaşam imkânı olacaksa, bu imkânın yaratılmasının başlı başına siyasi bir mesele olduğundan ve bu siyasetin nasıl örülmesi gerektiğinden pek söz etmiyor. Doğada var olan dayanışma ve işbirliği örnekleri, toplumsal yaşamda birebir siyasete karşılık gelirken, apolitik bir analoji kitabın güçlü varsayımlarını da törpülüyor. “Büyük tarihleri anlatmanın yolu mütevazı fakat ısrarcı ayrıntılardan geçer.” (s. 145) Belki bu yol biraz da mütevazı ve ısrarcı ayrıntıları politikleştirmekten geçiyor.
[1] Merlin Sheldrake, Saklı Dünya: Mantarlar Yaşamı Zihnimizi ve Geleceğimizi Nasıl Değiştirir?, çev. Şiirsel Taş, Domingo Yayınları, 2022, s. 183.
Önceki Yazı
Buca’dan Stockholm’e
Muvaffak Falay’ın caz macerası
“Osman İkiz'in kaleme aldığı Maffy’nin Sevdası Caz, ömrünün seksen yılını trompetiyle yaşamış, atak, tez canlı, maceraperest ve müziğe tutkun bir adamın biyografisi üzerinden Cumhuriyet’in kurumlarını, dünya cazının efsane isimlerini, Ege’nin mahalli müzisyenlerini ve İsveç’in hiç bilmediğimiz müzik endüstrisini anlatıyor...”
Sonraki Yazı
Bir yayıncılık otobiyografisi
“Azınlık, çeviri editörü Edi’nin otobiyografisi olarak kurgulanmış olmakla birlikte, aynı zamanda Türkiye’deki yayıncılığın 1980’lerden 2015’e kadar yaklaşık 35 yıllık tarihini de sunuyor. Bu yüzden yalnızca Edi’nin değil, Türkiye yayıncılığının da otobiyografisi.”