• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Kaldırım kitapçısı ve şair Anastas Kozma Andosoğlu:

Bâbıâli’nin yitik bir siması

“En eski kaldırım kitapçılarından biri –belki de en eskisi– olan, Bâbıâli kaldırımlarında yağmur, çamur, rüzgâr dinlemeden bu mesleği icra eden Anastas Kozma Andosoğlu sadece kitapçı değil, bir şair aynı zamanda.”

BURAK KUMPASOĞLU

@e-posta

EVVEL ZAMAN

17 Nisan 2025

PAYLAŞ

Geçen yıl vefat eden Vahan Kocaoğlu, nam-ı diğer Hayal Sahaf Vahan Usta ile sona erdiğini düşündüğüm kaldırım kitapçılığının kitapçılık tarihindeki yeriyle ilgili bir şeyler yazmak zor elbette. Kendi dönemlerine damgasını vurmuş pek çok mekânın bile zamana ayak diretemediği, unutulduğu bir yerde, bu işe ve icra edenlerin tarihine dair yazıya geçmemiş, hafızalarda silinmeye yüz tutmuş bilgiler belki de birkaç kuşak sonra tamamen unutulacaklar. Hasan Coşkun’un hazırladığı Hayal Sahaf: Vahan Usta Üzerine Yazılar bu unutuşa karşı verilen mücadelenin belki de en anlamlı örneği.

‘90’lı yılların korsan kitap furyasında, sokakta her sergi açanın kitapçı sayıldığı bir dönemle anlamının içi boşaltılan, kimi zaman seyyar kitapçılık, seyyar sahaflık yahut sokak sahaflığı olarak da bilinen bu işin mahiyetine dair Feza Kürkçüoğlu’nun sorusuna şöyle cevap vermiş Vahan Bey:

Sokak sahafı apayrı bir âlem, ayrı bir dünya tabii. Hatta şöyle­; içtenlikle söyleyeyim, bir dükkâncıdan daha avantürdeyim. Bilinmeyenleri yaşadığım, bilmediklerimi yaşadığım ve kişilerle haşır neşir olduğum bir durum bu. Bunca yıl içinde nice nice şöhretler geldi, onlarla tanıştım. Onların bende izi var.[1]

Vahan Usta

Enis Batur’un ve Selahattin Özpalabıyıklar’ın Vahan Bey’e kendisi hakkında çıkan kitabı imzalatmaları, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Ustacığım, her geçtiğimde seni görüyorum, seviniyorum ve üzülüyorum” diye laf atması[2] gösteriyor ki, sokak sahaflarının da bıraktıkları kimi izler var. Arşivleri karıştırmaya başladıkça bu izlerin aslında daha da derin olduğu anlaşılıyor. Nitekim, Reşad Ekrem Koçu’nun tamamlayamadığı ansiklopedisinin gün yüzüne çıkan arşivlerinde anılan iki isim, farklı tarzlarda da yapılsa sokak sahaflığının kültür tarihinde bıraktığı bu izlere örnek teşkil ediyor.

Ayak sahafı olarak bilinen Güranlı Hıdır Efendi bunlardan ilki. Koçu’nun arşivindeki belgeye göre, Selim Nüzhet Gerçek tiyatro tarihimizde “ortaoyunu” tabirini ilk kullananlardan biri olarak bu Hıdır Efendi’yi göstermiş. Hıdır Efendi’nin Abdülmecid ve Abdülaziz’in sünnet düğününe dair yazdığı manzum eserinde bu tabiri nasıl kullandığını da şöyle aktarmış:

“Ayak sahhafı Güranlı Hıdır Efendi’nin Abdülmecid ve Abdülaziz’in 1252’de (1836-1837) Kâğıthane’de yapılan sünnet düğününden bahseden manzum eserinde ortaoyununun ismi geçmektedir:

Ortaoyun çeşme oyunla diğer bâzîceler
Eylediler cümle etfâli serâser dilresâ”[3]

Seyyar kitapçı Kirkor ise Koçu’nun arşivindeki bir diğer isim. Bu belgeye göre 2. Abdülhamid devrinde seyyar kitapçılık yapan Kirkor Efendi, Sirkeci, Çemberlitaş, Divanyolu, Sultanahmet kahvehanelerinde dolaşıp kalın sesiyle, “Kitaplar, romanlar, hikâyeler” diye bağırırken, yakın gördüklerine usulca sokulup, “Namık Kemal’in eserleri de var” diye fısıldarmış. Trabzonlu ilim adamı Ömer Fevzi Efendi’nin, “Gençliğimde yasak edilmiş bütün eserleri Seyyar Kitabcı Kirkor’dan alıp okumuştum” dediğini de not almış Koçu. Bir de Münir Süleyman Çapanoğlu’ndan şu dörtlüğü:

“Haylardan Kitabcı Kirkor

İrfan yayar her lafa tınmaz

Yapdığı hoşur işdir

Ölünce kılınsa câizdir namaz”[4]

Bâbıâli’nin bilinen en eski kaldırım kitapçılarından olan Anastas Kozma Andosoğlu da gün yüzüne çıkan bu isimlerden birisi. Tıpkı Vahan Bey gibi Yozgatlı olan Andosoğlu hakkında, 1955 tarihli Hafta dergisinde ve 1964 tarihli Milliyet gazetesinde yer alan iki yazıya geçmeden önce kaldırım kitapçılığına, kitapçılarına dair erişebildiğim gazete ve dergi yazılarından kısaca örnekler vermek konunun meraklıları için iyi olabilir.

Rıfat N. Bali bu konuda çok emek harcayan isimlerden biri şüphesiz. Nitekim, hazırladığı “Türkiye’de Kitap Koleksiyonerleri ve Sahaflar” serisinin ikinci kitabında,[5] bu dergi ve gazetelerden derledikleriyle “Kaldırım Kitapçıları” adı altında özel bir bölüm bile hazırlamış. Enis Rıza Olcayto’nun, Sema Tükel’in ve Hikmet Feridun Es’in yazılarından oluşan bu bölümde, kaldırım kitapçılığı hakkında aşağıda kısaca aktaracağım ayrıntıların mesleğin tarihçesi açısından kıymetli olduğunu düşünüyorum.

19 Eylül 1931 tarihli Akşam gazetesinde yayımlanan “Kaldırım Kütüphanesi Ne Demektir?” başlıklı yazısına, kendisini İstanbul sokaklarını dolaşan bir seyyah olarak hayal etse, “Aman, bu şehir halkı ne çok okuyor… Burası âdeta bir şehir değil, ilim ve irfan merkezi… Mütaleayakarşı bu ne büyük meyil!” diye düşüneceğini yazarak başlar Hikmet Feridun Es. Sokaklardaki kaldırım kütüphanelerini gören birinin, bu şehrin gece gündüz, durup dinlenmeden okuduğuna inanacağından bahseden Es, okuyucusunun “kaldırım kütüphanesi” terimini duyunca şaşıracağını varsayarak terim hakkında şöyle bir açıklamada bulunur:

“Kaldırım kütüphanelerini hepimiz sık sık görürüz. Bir sokağın başında, bir kaldırımın kenarında sıra sıra, yığın yığın kitaplar ve bağıran bir adam:

– Haydi efendim, beğen beğen al. Sağ taraf 100 para, sol taraf beş kuruş. Bütün ilim ve fen burada.

İşte ben bunlara kaldırım kütüphanesi diyorum. Bu kütüphanelerde el yazısı divandan tutun da en son çıkan yeni usul şiir kitaplarına kadar her eseri bulabilirsiniz.”

Tezgâhlarda satışa çıkarılan kimi kitap ve dergilerin isimlerini de öğrenmiş oluruz Es’in yazısından:

Hikmet Feridun Es

Buhari-i Şerif, yanında Usulü Tabıh, onun yanında Sevgilimin Göz Yaşları, onun yanında Fenn-i Endaht, onun yanında Solgun Geceler, onun yanında İlmiremil… ve Fransızca Surirler, lavi parisyenlerdirler (verilen dipnotlarda ilkinin Sourire, ikincisinin La Vie Parisienne dergileri olduğunu öğreniyoruz), eski Türkçe mecmualar, resimli kitaplar, donanma mecmuaları, Rübab mecmuasının karmakarışık nüshaları… Ve bir sürü de el yazması divan…

Eşi bankada kâtibe olarak çalışan bir yeni evlinin koltuğunun altına sıkıştırdığı Usulü Tabıh, Yemek Pişirme Dersleri, Küçük Hanım Mutfakta, Her Ev Kadını Neler Bilmelidir?, Hamur Açma Usulleri gibi yemek kitaplarının yanı sıra, yirmi sene öncesinin modasına göre giyinen, bıyıklarını yukarı doğru kıvıran delikanlının satın aldığı Tahsil-i Lisan-ı Fransevi yahut yer yer patlamış ayakkabıları, yakası yağlı kıyafetiyle birisinin belki de cebindeki son parayı vererek aldığı 24 Saatte Milyoner Olmanın Usulleri, bu kaldırım kütüphanelerinde dikkatini çeken kitaplar olmuş Hikmet Feridun Es’in.

Selma Tükel

2 Nisan 1959’da Yirminci Asır’da yayımlanan “Kaldırımlardaki Kitap Sergileri” başlıklı yazısında, bu kitap sergilerine her yerde, bir ilkokulun alçak duvarında, dar bir yokuşun kaldırımında yahut bir cami avlusunda rastlanabileceğini yazar Sema Tükel. Her yaşta, her dilde insan için seyri ve alması bedavaya yakın bir kültür pazarı olarak tanımladığı kaldırımlardaki bu sergilerde, bir klasik eserin yanında aşk mektubu örneklerini içeren bir kitabın, yemek kitabıyla İngilizce bir kitabın ya da kabiliyetini kendisinden başka kimseye kanıtlayamamış yazarların formaları açılmamış kitaplarının birbirleriyle uyumlu bir şekilde sergilendiğinden bahseder. Bugün eski kitap meraklılarının da sıklıkla karşılaştığı, tezgâhtaki bu kitapların künye sayfalarına düşülen ithaf yazıları Tükel’in de ilgisini çeker.

Bu romanı seni hatırlayarak okudum. Aşkımız gibi saf ve temiz bir aşkı anlatan bu kitabı ebediyen muhafaza etmelisin…

Enis Rıza Olcayto ise 20 Ocak 1956 tarihli Hafta dergisinde yayımlanan “Kitap Mezarlığı” başlıklı yazısında, bu kitap sergilerine dair fikrini Es ve Tükel’in aksine oldukça karamsar bir şekilde ifade eder. Ona göre bu sergiler İstanbul mezarlıklarının en hazinidir. Mezarlığı dolduranlar ise yayıncıların piyasaya sürüp para kazandıktan sonra kalanları ucuza devrettikleri, “kitap madrabazlarının” kaldırımlara boca ettikleri kitaplar ya da kesekâğıdı için satılmaktansa sokağa dökülen eski dergilerdir. Eseri bu mezarlığa düşmüş kimi yazarın parayla kendi kitabını aldığı çok görülmüştür diye yazar Olcayto. Ona göre “Bu, bir yazar için kendi ölümünü görmek, kendi cenazesini kendi kollarında taşımak kadar garip, üzücü ve acıdır…” Olcayto’ya göre okumanın yayılmasına, özellikle Anadolu’da bu ucuz romanlarla okuma alışkanlığının artmasına yardımcı olduğu için bu kitap mezarlıklarının yine de bir faydası vardır.

Kaldırım kitapçılarıyla ilgili olarak dönemin gazetelerinde tespit ettiğim birkaç haberi de ben paylaşayım:

Son Posta gazetesinin 14 Şubat 1932 tarihli nüshasında, “Zonguldak’ta Kitap Ticareti” başlığıyla verilen Ahmet imzalı habere göre, ekserisi Aksekili olan birçok seyyar satıcının, hacıyağı ve esansın yanı sıra yeni harflerle basılmış kitaplarla dolu çantalarıyla şehre geldikleri yazılıdır. Zonguldak sokaklarında sabahtan akşama kadar, “Evlenme, boşanma kanunları… Esrarengiz romanlar, hikâyeler, masallar… Ucuz satıyoruz… Gel efendim, gel beyim…” diye bağıran bu satıcıların sattığı kitaplar ise Arzu ile Kamber, Kerem ile Aslı gibi halk masallarıdır. Gençlerin ihtiyaç duydukları kitapları satmasalar da, bu kitap satıcılarının sergilerinde müşteri hiç eksik olmaz.

Aynı gazetenin 31 Ağustos 1932 tarihli sayısındaki haberde, Selim Nüzhet’in çabalarıyla kurulan Türkiye’nin ilk kitap fuarı olan Beyazıt Kitap Panayırı’ndaki pavyonlardan birinde sergisini açan, haberi hazırlayanın “Ömrü Bâbıâli kaldırımlarında taban tepmekle geçen bir seyyar kitapçı” olarak tarif ettiği kitapçının fuara dair endişeli beklentisini okuruz.

Gayret bizden, tevfik Allah’tan… Meraklı müşteri beğendiği kitabı dünyanın öbür ucunda olsa getirip okur… Okumayınca da, sen işin yoksa panayır açıp ona kitap çeşidi göster.

Yine Son Posta’nın 11 Kasım 1936 tarihli nüshasında, Kemal Tahir’in edebiyat soruşturmalarına mizahi şekilde yaklaşan, “Mizahçı” müstear adını kullanan yazar, “Şair ve romancılarımız bu sene bize neler okutacak?” başlıklı yazısında, yolda rastgeldiği bir kaldırım kitapçısıyla aralarında yaşanan diyaloğu şöyle aktarır:

“İşte, dedim, konuşmam lazım gelen adamlardan biri. Yanına sokuldum, o seslendi:

– Bayım buyurun, Kerem ile Aslı var, Külliyatı Letaif var, yirmi kuruşa…

– Kitap alacak değilim.

– Alıcı değilsen burada ne işin var?

– Bir şey soracaktım.

– Sor bakalım; bu cadde Sirkeci’ye iner, yukarı doğru gidersen Şehremaneti’ne çıkarsın.

– Soracağım bu değil, önümüzdeki mevsim için neler hazırlıyorsunuz?

– Neler hazırlayacağım; baktım kitapçılara bugünlerde daha okkaya bir şey çıkarmamışlar. Okkaya ne çıkarsa bahtımıza.”

Kaldırım kitapçılarına dair yakın zamanlı tespit edebildiğim iki yazıyı da belirtmeden geçmeyeyim. Yazılardan ilki 2000’e Doğru dergisinin 9 Nisan 1989 tarihli sayısında Çınaraltı’nda her pazar açılan sergilerden bahseden Halil Beytaş’a ait. “Alternatif sahaflar” ismini taktığı bu kaldırım kitapçılarından bahseden yazısında, Beytaş bu kitapçıların kimisinin harçlığını çıkarmak için tezgâh açan öğrencilerden, kimisinin ise bu işi gerçekten meslek olarak yapanlardan oluştuğunu yazar. Beytaş bu sahafların isimlerini de zikrederek, mesleğin tarihçesine dair önemli bir katkıda bulunur; Boğaziçi İşletme’yi on yılda bitirip ömrünü mesaide çürütmek yerine geçimini sahaflıktan kazanmaya, daha doğrusu kazanamamaya adayan Reha; okuma düşkünlüğü, biriken kitaplar ve para sıkıntısıyla elindekileri satıp yerine yenilerini almayı düşünerek açtığı sergisinde yıllardır bu işi yapan Mehmet Ali Amca; emekli işçi ve yılların sahafı olup, kitapların çöplüklerde kaybolup gitmesine mani olmanın haklı gururunu yaşayan Adnan Öztürk bu isimlerden birkaçı.

Lütfü Seymen

Daha yakın tarihli bir diğer yazıysa, bir dönem kendisi de kaldırım kitapçılığı yapan usta sahaf Lütfü Seymen’e ait.[6] “Kaldırım Kitapçısı” tabirinin, erbabının elinde bir şiirin başlığı bile olabileceğini yazan Seymen, gerçek kaldırım kitapçılarını biraz sokak kedilerine, biraz da kaldırım serçelerine benzetir. Kaldırım kitapçılığının, sahaflık (yahut bohçacı, ayakçı, çantacı diye tabir edilen diğer seyyah sahaflık tarzları) gibi çok eskilere dayanmadığını sandığını, illa bir tarih vermek gerekirse, 1960 sonrasında Vahan Usta’yla başladığını ya da bugüne taşındığını yazar. Halil Beytaş gibi, Lütfü Seymen’den de bu mesleği icra eden kimi esnafın isimlerini öğrenmiş oluruz. İstanbul’daki ilk kitabını aldığı, “bütün kaldırım kitapçılarının duayeni” Vahan Usta bunların ilkidir. Kitaptan pek anlamasa da, seyyar kâğıtçıların arabalarındaki kitaplardan hangilerini alması gerektiğini kestiren Topal Mustafa; daha çok sinema kitap ve dergileri bulunduran, meraklısına erotik yayınlar yahut polisiye romanlar da temin eden Arap Metin; Ahmet Halit Yaşaroğlu’nun, Kanaat Kütüphanesi’nin kitaplarının yanı sıra İhsan Manavoğlu’nun depoda kalmış bazı kitaplarını da satan Sarhoş Mustafa; müşterileri cezbetmek için kulağa hoş gelen tekerlemeleri Laz şivesiyle tekrarlayan Laz Kâzım; Tahsin ve Celâl Demiray’ın destekleriyle Türkiye Yayınevi’nin kitaplarını satan Güzin Hanım; kendi yayınladığı kitaplar ve Yansıma dergileriyle kısa süre de olsa bu işi icra etmiş Tekin Sönmez, Seymen’in hafızasında kalan isimlerdir.

Bâbıâli kaldırımlarında yağmur, çamur, rüzgâr dinlemeden bu işi yapan Anastas Kozma Andosoğlu ise bu mesleği icra edenler içinde hakkında bilgi sahibi olabildiğim en eski kaldırım kitapçısı. Sadece kitapçı değil, bir şair aynı zamanda. Hakkında en detaylı bilgiyi ise, Hafta dergisinin 25 Şubat 1955 tarihli sayısında, Fikret Arıt’ın “Meşhur Simalarıyla Bâbıâli” isimli yazı dizisinde kendisiyle yaptığı bir söyleşi sayesinde öğreniyoruz. Arıt, “Bâbıâli’den Cağaloğlu’na çıkan ara sokakta, Köroğlu ve Ülkü matbaalarının kapalı kepenkleri önünde çıkıntıda bir sıra kitap ve bu kitapların başında da gaz tenekesinin üzerine oturmuş, elindeki pertavsızı bir kitabın satırları üstünde gezdiren yaşlı bir adam” olarak tarif eder yazının girişinde Andosoğlu’nu. Sol gözünde geçirdiği çiçek hastalığından kalma bir arızası, sağ gözünde de başka bir aksaklık olduğu için ancak bir büyüteçle okuyabilmektedir elindeki kitabı. Kendisine dair şunları söyler Andosoğlu:

1881 yılında Yozgat’ta doğdum. Gurbete çıktığım zaman on sekiz yaşımda idim. Evvela Adana’ya gidip bir ekmekçi fırınında tezgâhtarlık yaptım. Sonra İstanbul’a geldim. İstanbul’da ilk işim Kohen Hanı’nda kahvecilik idi. Sonra Mahmutpaşa’daki bir hazırcı dükkânında tezgâhtarlık ettim. Dükkân kapanınca Bâbıâli’ye gelip on gün kadar fındıkçılık yaptım. Meşrutiyet’te Sultan Hamid’in taş basması resimleri çıkmıştı. Fındıkçılığı bırakarak bu resimlerden aldım, ‘Efendimizin yadigârı’ diye bağıra, bağıra bir kuruştan satmağa başladım. İlk gün Fatih’e uzandım. 200 resim orada sattım. Dönüp geldim. 200 resim daha aldım. Onları da Aksaray’da satıp bitirdim. Bir müddet bu işi yaptıktan sonra Zaman Kitaphanesi önündeki ağacın altına bir masa atarak gazete ve o zamanlar çıkan bir formalık kitaplar satmağa başladım. Daha sonra da kitapçılardan kitaplar alarak seyyar kitapçılığa atıldım. 44 senedir seyyar kitapçılık yapıyorum.

Anlattıklarından, basit bir hesapla 1911’den beri seyyar kitapçılık yaptığı anlaşılıyor Andosoğlu’nun. En büyük zevkinin okumak olduğunu, eski yazıyı Yozgat’ta öğrendiğini, Rumca bildiği için yeni yazıyı öğrenmekte de zorlanmadığını anlatıyor Arıt’a. En çok sevdiği şair ise Ziya Paşa. O kadar ki, sözlüğe baka baka okuduğu mısralarından etkilenerek, onu takliden gazeller bile yazmış:

“Dolaştım Şişli semtini yüce kâşaneler gördüm

Yenikapı sahilinde bolca viraneler gördüm

Bulundum bir zaman ben de Bâbıâli yokuşunda

Kendini akıllı sanan nice divaneler gördüm

Rahatını bâdegâhın asla hiç görmedim gitti

Karabıçak, Küplü gibi koca meyhaneler gördüm

Yalan dünya dedikleri bu meydana yolum düştü

Meteliğe göbek atıp dönen pervaneler gördüm

Samima cehl ile bazı maskaralık yaptın belki

Kerli, ferli insanlardan amma neleri neler gördün”

Anastas Kozma Andosoğlu

Rumcadan tercüme ettiği şiirleri de olan Andosoğlu’nun hece vezniyle yazdığını söylediği şiirlerinde kullandığı bir de mahlası var: Samim. Mahlas kullanma sebebini kelimenin hoşuna gitmesi olarak söylüyor Arıt’a: “Samim, samimiyet demek. Anastas’da da S harfi olduğu için aykırı düşmüyor.”

Hiç evlenmemiş. “Nasıl evlenirsin?” diye anlatıyor kısaca:

“İstanbul’a geldiğim günden beri babaanneme, anneme, iki kız kardeşime hep ben bakardım. Kumkapı’da bir odada otururduk. Meşrutiyet’ten evvel sabahları eve on kuruş bırakırdım. Dört nüfus onunla geçinirdi. Kazancım eskiden ne ise şimdi de o ama şimdi geçim zor. Artık soğuğa da eskisi kadar tahammül edemiyorum. Geçen sene soğuktan ellerim şişti ama başka iş bilmem ki... Hava çok fena olursa Kapalıçarşı yahut Mısırçarşısı’na giderim. O da elimde biçimli bir kitap olursa.”

Fikret Arıt’ın biçimli kitabın ne demek olduğuna dair sorusu, Andosoğlu’nun meslek yaşamıyla ilgili ayrıntıları da ortaya koyuyor:

Tarihî kitaplar. Piyasada roman çok olduğu için tarihî kitaplar sağlam iş yapıyor. Eski Türkçeler arasında Ahmed Refik, Hüseyin Rahmi en çok satılanlar. Bir de adı duyulmuş muharrirlerin kitapları çok satar. Ben okka ile satılan kitap almam. Alırken seçerek alırım. Yüzde hesabı ile kitapçı hesabına da satarım. Bazan kitapçılar eski kitapları toptan alır, sonra perakende olarak seyyar kitapçılara verirler.

Kendisinden önce bu işi yapan birkaç ismi de sayıyor söyleşide Andosoğlu, ancak anladığım kadarıyla bunlar kendisi gibi kaldırım kitapçısı değil. Lütfü Seymen’in andığım yazısında da belirttiği gibi, “bohçacı” yahut “ayakçı”, “çantacı” diye tabir edilen kitapçılar:

Bir Karabet vardı. Kahveleri dolaşarak kitap satardı. Öldü. Sonra bir Japon Hakkı vardı. O da Bâbıâli ile Beyazıt arasındaki kahveleri dolaşırdı. Şimdi Darülaceze’de. On beş günde bir izinli çıkıp beni görmeğe gelir.

Bâbıâli’den bahsettiği beyti yeniden okutmuş Arıt yazının sonunda Andosoğlu’na. Sonra da eklemiş:

İlahi Andosoğlu… Evet, Bâbıâli ‘Yüksek Kapı’ demek. Yüksek fakat çok dar bir kapı…

Andosoğlu hakkında bir diğer yazı ise Refi’ Cevad Ulunay’a ait. 25 Ekim 1964 yılının Milliyet gazetesinde, “Takvimden Bir Yaprak” isimli köşesinde “Bir yoldaş hakkında” başlığıyla yazdığı yazıya, “Hayli zamandan beri bizim Samim Kozma’yı göremiyordum” diye başlar Ulunay. Şiirlerinde kullandığı mahlasıyla bahsettiği Andosoğlu’nun gerçek isminiyse yazının en sonuna bir dipnot olarak düşer.

“Evvela bu Samim kimdir?” diye sorarak, aslında bir kitap hastası olduğunu söylediği Andosoğlu’nu kısaca şöyle tanıtır Ulunay:

Samim uzun senelerden beri ‘Daü’l Kitab’a müptela bir emektardır. Bâbıâli’nin kestirme yolu olan Cağaloğlu Yokuşu’nun nihayetinde caddeye çıkacak kavşağa yakın bir iş hanının medhalinde kitap yaymacılığı yapar.

Kışın zemherisi dememiş, yazın kavurucu sıcağı dememiş, yağmurun bardaklardan boşananı dememiş, yokuştan boru gibi esen hava cereyanı dememiş… Orada kâh çömelerek, kâh ayakta durarak kitap satmış… Kaça satmış? Ekmek parasına.

Bâbıâli caddesinin çoğu kitapçıları refah içinde yaşarlarken, Samim bir dükkân edinemeyerek, yahut edinmek için feleğe minnet etmeyerek, kanaat hazinesinden kifaf-ı nefs eyleyerek hayatın mahrumiyetlerine dayanmış.

Neden? Çünkü o da bizler gibi ‘kitap delisi’, üstelik şair de. Ben ne zaman oradan geçersem onunla hasbıhal ederim. Hepimizi tanır, rastgele bir kâğıt parçasına yazdığı şiirleri okur. İçlerinde pek güzelleri vardır.”

Ulunay’ın uzun zamandır sokakta görmediği, akıbetini merak ettiği Andosoğlu’nu araya sora bulduğu yerse Balıklı’nın “ihtiyarlar bakımhanesi”dir. “Onun gibi yaşlılar,” diye yazar Ulunay, “hayat seylâbının sonuna varmadan bir müddet de orada takılıp kalıyorlar.” Ulunay’ın bir arkadaşıyla birlikte yaptığı bu ziyaret Andosoğlu’nu çok sevindirir. İhtimamlı bir bakım içinde bulduğu Andosoğlu ile şairliği ve şiirleri üzerine konuşurlar. Andosoğlu şairliği Rıza Tevfik gibi anladığını söyleyerek şu beyti okur:

“Şair gibi baktım, eser-i hilkata karşı

Sermest-i-safâ oldum o ülviyete karşı”

Gazetedeki köşesine kendisinden iki şiir koymak istediğini söyleyen Ulunay’a karşı yüzü kızararak, “Değer mi hocam?” dediğinde, “Onu okuyucularım takdir eder” diye cevap veren Ulunay’ın Andosoğlu’ndan aldığı şiirlerden ilki “Kara Bahtım” isimlidir:

“Yozgat’tan Mersin’e sevkettin beni

Adana vermedi ses kara bahtım

Hanyayı Konyayı öğrettin bana

Bâd-ı sabâ gibi es kara bahtım

 

Hayra yormuşken gördüğüm düşü

Farketmedin bedmest ile serhoşu

Ol beğenmezken potin kaloşu

Giydirdin çarığı ters kara bahtım

 

Emvalim sokağa dökülmez iken

Çelik bazularım bükülmez iken

Samima kaplana yıkılmaz iken

Dedirttin kediye pes kara bahtım”

 

Ulunay’ın Andosoğlu’ndan aldığı diğer şiir ise Sultanahmet Camii için yazılmıştır:

“Hakkın binbir adını Yazmak için eflâke

Hokka yapmış mimarı Altı altın kalemle

İşte bak bir şaheser San’attır baştanbaşa

Âlemde tek deseler Bence değildir hata

Onaltı şerefeden Okunup ezanları

Din-i mübin felâha Çağırır insanları

Mehmet ağanın eseri Dünya durdukça dursun

Mekânı bânisinin Cennet ravzası olsun

Samimâ meclûbuyum Mimari nezaketinin

Âlemler senâhanıdır İlâhi azametinin”

Ulunay, “Bu şiirleri yazan, Rum vatandaşlarımızdan Yozgatlı Anastas Kozma Andosoğlu’dur” diye düştüğü dipnotla sona erdirir yazısını.

Vahan Bey bir söyleşide kendisine neden Hayal Sahaf dendiğini, kişisel özelliğiyle, görünmeme isteğiyle tanımlamıştı;[7] görüldü ama. Kayda geçti ve hatırlanacak. Arıt’ın ve Ulunay’ın yazılarında anlattığı, anlatıldığı kadarıyla Andosoğlu da öyle. Arşivlerde gün yüzüne çıkmayı bekleyen birileri daha var büyük olasılıkla. Bir de hafızalardan silinmeden yazıya dökülecek olanlar. Baudelaire’in açgözlü bir kumarbaz olan Zaman’ına her eli kazandırmamak, “unutuşun ağını ve nakışlarını” sökmek için çalışmak lazım.[8]

 

NOTLAR:

[1] Ahmet Eken, Feza Kürkçüoğlu, “Vahan Usta’nın ardından”, K24

[2] Mihran Tomasyan, “Benim Bu Hayal Kişiliğim”, 1+1 Express

[3] Bkz. İstanbulansiklopedisi.org

[4] Bkz. İstanbulansiklopedisi.org

[5] Rıfat N. Bali (der. ve yay. haz.), Türkiye’de Kitap Koleksiyonerleri ve Sahaflar-II, Libra Kitap, İstanbul, 2020.

[6] İ. Lütfü Seymen, “Bizde Kaldırım Kitapçılığı”, Kitap-lık aylık edebiyat dergisi, sayı 70, Mart 2004.

[7] Mihran Tomasyan, “Benim Bu Hayal Kişiliğim”, 1+1 Express

[8] Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk, çev. Nurdan Gürbilek, Sabir Yücesoy, Metis Yayınları, İstanbul, 2008.

Yazarın Tüm Yazıları
  • Anastas Kozma Andosoğlu
  • Rıfat N. Bali
  • sahaf
  • Türkiye’de Kitap Koleksiyonerleri ve Sahaflar
  • Vahan Usta

Önceki Yazı

DENEME

Arzu ve kaçış:

Salinger’ın yaşamında ve yazınında kadınlar

“Salinger’ın kadın masumiyetine olan takıntısı onun 'kadın'ı olduğu her haliyle kavrayabilmesinin önünde bir engel olarak durmaktadır. Onun metinlerinde okurla kadın karakterler arasında yazarın varlığı bir duvar gibi dikilir.”

MELCE SELİME ÖZTÜRK

Sonraki Yazı

SANAT

Bir zamandan diğerine Tuncay Betil

“Kendi trajik-içedönük gerçeğinden kaçamayan, kaçmak için çaba göstermeyen Betil resmi tek yaşama nedenine dönüştürmüştü...”

ŞULE S. ÇİLTAŞ
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist