İrina'ya Göre Şeffaflık:
Büyük Birader’i izliyorum
“Benjamin Fogel’ın bizi tarih veya düşünsel olarak çok uzakta olmayan 2058 yılına ışınladığı romanı Irina’ya Göre Şeffaflık, günün teknolojisi üstünde oldukça gerçekçi bir evren kurmuş bir polisiye/bilimkurgu. Aynı zamanda aşk, saplantı ve ne pahasına olursa olsun kendini gerçekleştirme uğraşının romanı.”

Kahramanımız, Camille Lavigne ya da gerçek hayattaki takma adıyla, Dyna Rogne. Evet, burada başlıyoruz: Gerçek hayatta neden takma isim kullanıyor Camille? Çünkü romanın geçtiği 2058 yılında hayat artık 2027’den beri internetin yerini almış, kullanıcılarının tıbbi kayıtlarından banka işlemlerine tüm verilerini merkezîleştirmiş Ağ’da yaşanırken, fiziksel bedeni sokakta endam ettirmek gerektiğinde, Ağ kimliğini ifşa etmemek için takma isim kullanılabiliyor. IRL (gerçek hayat) ile IVL (sanal hayat) kavramları biraz tepetaklak gibi ama belki de değil; araştırmalara göre bir günde sadece sosyal medyada geçirilen dünya ortalamasının iki buçuk saat olduğu göz önüne alınırsa.
Benjamin Fogel halihazırda kimi alanda uygulaması olan Şeylerin İnterneti ya da Nesnelerin İnterneti (The Internet of Things) fikrinin ötesinde, gerçekleşmesi olanaksız görünmeyen bir dünya kurmuş. Romanın diğer başkarakteri, Ağ’daki en etkili fikir liderlerinden, deneme yazarı, sanal âlem vatandaşlarını aşağılayıp paralamaktan doyasıya zevk alan Irina Loubovsky’nin “En Kötünün Egemenliği” metninin ilk bölümünde anlattığı üzere, gönüllüce varılmış bu noktaya:
“Bakışlardan uzakta, huzur içinde yaşama hakkını gönüllü olarak reddettik, nesnesi olduğumuz gözetlemeye katılmayı ve anayasalarımızı buna göre değiştirmeyi kabul ettik. (…) Veriler artık çarpıtılmıyor, bilgilerin mümkün olduğunca doğru olabilmesi için sergileniyor: Mal sahibi kiracıların mali durumlarını biliyor, bebek bakıcısı aldığı eğitim hakkında artık yalan söyleyemiyor, boşanmalarda yapılan yanlışlar duruşmalardan önce biliniyor. (…) Ağ, kapitalizmi modası geçmiş, çürümüş ve hantal bir yapı seviyesine indirgeyerek diğer siyasi sistemlerin yerini aldı. (…) Zengin, güzel ve karizmatik olmak artık yeterli değil. Teşvik edici deneyimler paylaşmak, elle tutulur fikirler önermek, mümkün olacak en fazla kişi tarafından sevilmek de gerekiyor.” (s. 260)

İrina'ya Göre Şeffaflık
çev. İpek Ortaer Montanari
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Mart 2023
288 s.
Mümkün olan en fazla kişi tarafından sevilmek işi rakamlara bağlanmış. Meta-göstergeler, Çin Halk Cumhuriyeti’nin, dışarıdan tam olarak vâkıf olamadığımız Sosyal Kredi Sistemi’ni hatırlatıyor. Ağ kullanıcılarına atanan notlar nüfusu bir ölçek üzerinde sınıflandırıyor, fakat sağladığı ayrıcalıklar ülkelere göre farklılık gösterebiliyor. Mesela Viyana’da, Fransa ve Amerika’daki gibi yalnızca seçkinci mekânların aksine, tüm mekânlara erişim meta-göstergelerle belirleniyor.
1981 Paris doğumlu Benjamin Fogel 2015’ten beri sinema, müzik ve edebiyat üzerine kitaplar basan Playlist Society isimli yayınevinin kurucularından. Fransa’da 2019’da yayımlanan Irina’ya Göre Şeffaflık, politik bir sistem olarak şeffaflığı ele alan üçlemesinin ilk romanı. İkinci kitap Manon’a Göre Sessizlik 2021’de buluşmuş Fransız okurla. Umarım onun da Türkçesini okuyabiliriz.
Fogel’ın romanı janrların melange’ı gibi. Bir kere sıkı bir polisiye; Agatha Christie’nin ruhu geziniyor kitapta. Katil en yakınımızdaki, en beklemediğimiz kişi olabiliyor.
Sonra, sırtını koca bir literatüre dayamış bir bilimkurgu; özellikle yüz saklama sistemleri ve çiplerle akla Philip K. Dick’in Azınlık Raporu’nu getirirken yapay zekânın birçok insanın kimliğini ele geçirdiği, herhangi bir insan müdahalesi olmaksızın devam eden yazışmaların başladığı noktada Stanley Kubrick ve Arthur C. Clarke’nin efsanevi HAL 9000’ini hatırlatıyor. En azından şu anki versiyonunun etrafında bolca yasal ve etik tartışmanın döndüğü ChatGPT hayatımızın istesek de istemesek de gün geçtikçe daha büyük bir parçası olacak gibi görünüyorken, kendi başına hareket eden yapay akıl fikri, 2001: A Space Odyssey filminin gösterime girdiği 1968 yılına göre bize en azından daha yakın.
Totaliter bir düzen, maksimum devlet kontrolü ve bireysel hakların gasp edilmesi gibi pratikte yabancısı olmadığımız öğelerin uçlara taşınmasıyla da distopik bir karaktere bürünen romanla George Orwell’in 1984kâbusu yeni, güncel bir karşılık bulmuş gibi.
İrina’ya Göre Şeffaflık 2019’da basılmış, yani belli ki pandemiden önce yazılmış. O iki yıl boyunca “online-offline” arası bir karma gerçekliği gittikçe nasıl daha çok benimsediğimiz, evden çalışma pratiğinin ve Zoom gibi aracılarla çevrimiçi yapılan toplantıların pandemi bitmiş olsa bile günlük hayatın bir parçası haline geldiği, yaşamı bu anlamda kalıcı bir şekilde dönüştürdüğü, özellikle o dönem boyunca halkları çiplerle kontrol etmek isteyen dünya elitlerine inanan komplo teorici sayısının tavan yaptığı göz önüne alınırsa, Fogel’ın bazı yazarlar gibi birazcık kâhin oluşundan da bahsedilebilir.
Biyografisine göre “eserlerinde Alain Damasio ve J. G. Ballard’dan esinlenerek kimlik, anlam arayışı, kontrol toplumları, anonimlik ve mizojini gibi kavramları ele alan” yazarın Michel Foucault ve Michel Houllebecq’den etkilendiği de aşikâr. Özellikle Irina’nın sözde dördüncü denemesi Unsocial Network’de Houllebecq’in Platformisimli tartışmalı romanından yaptığı şu alıntı, kitabın sağlam bir psikolojik omurgası olduğunu da gösteriyor. Zaten kanımca hikâyeyi taşıyan ana tema, tüm katmanların, janrların ötesinde Camille ile Irina’nın ilişkisi:
“Başkalarıyla olan ilişkimizle kendimizin bilincine varırız; diğerleriyle ilişkimizi dayanılmaz kılan şey budur.” (s. 97)
Bu cümle hem Camille ile Irina’nın yoldaşlık, rekabet, hayranlık ve aşk gibi pek çok duyguyu ve hali içeren karmaşık bağına ışık tutacak hem de sosyal medyada neden bu kadar çok vakit geçirdiğimizi özetleyebilecek bir önerme. Irina’yı kusurlarını yansıtan bir ayna olarak gören ve akıl yürütmelerindeki çatlakları bu sayede kapatmayı hedefleyen Camille şöyle diyor:
“Eylemlerim, Irina onaylamayınca anlamlarını yitiriyor. Artık kafa tutmak yok. Bahse girmek yok. Okumak ya da okumamak; şu albümü dinlemek ya da dinlememek; tartışmak ya da sessiz kalmak; hiçbir şeyin önemi yok.” (s. 232-33)
Camille ve Irina özelinde insanların birbiriyle ilişki kurma biçim ve sebeplerinin irdelendiği bu romanın usun, bilincin ötesine bakan önermeleri kıymetli. Klinik psikolog Şule Öncü, İlişkileri Anlamak ve Sadeleştirmek, Yatıyorum Bir Şey Diyor musun? isimli kitabında Camille’i duymuşçasına şunları yazıyor:
“İnsan sadece kendisi gibi olana değil, farklı olana da arzu ve ilgi duyar. Kendisinde olmayan ya da eksik olan özellikleri taşıyanlara âşık olur, yakınlaşır. Ona öykünmek, ondan öğrenmek, eksiğini ona bakarak, onu modelleyerek tamamlamak, ekstrem özelliklerini törpülemek, kendi içindeki dengeyi sağlayabilmek için.” (s. 20)
Camille veya Irina’nın ağabeyi Lukas için, genel olarak modern insan dediğimiz tür için diğerinin bakışı, varlığının onayı için tahminimizden belki de daha elzem:
“Lukas’ın bu kadar sıkıntıya katlanmasının sebebi de buydu; sadece ve sadece diğerinin bakışı altında var olduğumuzu kesin olarak biliyordu.” (s. 254-55)
Aşka gelince… Yine Yatıyorum Bir Şey Diyor musun?’dan gidecek olursak:
“Carl Gustav Jung aşktan söz ederken, yansıtma ve benlik ideali üzerinde durur. Âşık olduğumuzda karşımızdakine ideal kendilik ve yaşanmamışlar yansıtılır. Kişi karşısındakini değil, ona yansıttığı benlik idealini ve arzuladığı yaşam potansiyelini sever.” (s. 71)

Irina’ya Göre Şeffaflık, iklim krizi sonrasına dair birtakım öngörülerde bulunarak ekolojik kurguya da uzaktan göz kırpıyor. “Sınırların kapatılmasına ve ülkeler arasındaki sınırların silahlandırılmasına rağmen, dayanılmaz sıcaklar ve sel altında kalan alanlardan kaçan göçmenler, İklim Mültecileri”; onaylanması gereken özel durumlar dışında yılda sadece birkaç kez uçak yolculuğu yapabilmek; akıllı dairelerin, boruların eşzamanlı kullanımını engelleyerek herkesin ne zaman yıkanması gerektiğini belirlemesi; iyi bir meta gösterge uğruna ekolojik ayak izini sınırlamak gibi, gezegeni yok etmeden türümüzü sürdürmeyi başarabilirsek bir ihtimal hayatımızın parçası olacak uygulamalarla yüzleşiyoruz:
“Ağ, yeni nesle göre süresi dolmuş, modası geçmiş, kabul edilemez her şeyi yutmuştu. Et alımı ve tüketimi meta-göstergeyi gözle görülür biçimde düşürüyordu. 2048 yılında Avrupa Birliği’nde hayvancılık ve kesimin yasaklanması kararı pek çok kişiyi rahatsız etmemişti. Fosil yakıtların sınırlandırılmasıyla hayvanlar, eşit muamele edilmesi gereken müttefikler oldular.” (s. 131)
Romanın evreni sadece telefonların veya buzdolaplarının değil, her şeyin giderek daha akıllı olduğu bir evren:
“Mekanizma devreye giriyor: Gözlerimi kırpmamla müzik kirpiklerimin arasına yerleşiyor; sıcaklık vücudumun beklentilerine göre ayarlanıyor; yatağım sırtımın ihtiyacına göre basınç noktaları üretiyor ya da gevşiyor; (…) Kalkıyorum ve metabolizmamla ilgili tüm bilgiler, sadece gelecekteki uyanışlarımı değil, tüm nüfusunkini iyileştirme amacıyla paylaşılmak, biriktirilmek ve incelenmek üzere Ağ’a yollanıyor.” (s. 21)
Ağ’a körü körüne inanan Hiçsaklar; onun tamamen karşısında, anarşist bir grup olan Muğlakağcılar; sanal dünyayla köprüleri tamamen atmış, toplumun çeperinde yaşayan İsimsizler; Ağ’ı kullansalar da gerçek hayatta takma adla dolaşmalarına izin verilen İsmiyoklar… İrina’ya Göre Şeffaflık, bulunduğumuz noktada ütopyaya da, distopyaya da ne denli yakın olduğumuzu hatırlatıyor bize. Tekinsizliği en çok burada.
Önceki Yazı

Kavram karmaşasında bir mevsim:
Modern, modernite, modernizm
ve post- ön ekli türevleri
“Kültürdeki bir sözmerkezinin semptomu biçiminde dile eklemlenen, dolayısıyla hiç de tarafsız ya da masum olmayan bir sıfattır 'modern'. Tarihsellik anlatısı sayesinde kendini 'mutlak özne' konumuna yerleştiren ve kendi dışında kalan her şeyi 'nesneleştiren' bir 'cogito' pusuda beklemektedir bu terimin ontolojik arka planında.”
Sonraki Yazı

Fatma İnayet, Adalet Ağaoğlu’nun neyi olur?
“Yazarların özel hayatlarına ziyadesiyle meraklı gözler ve ağızlar, Damla Damla Günler’in neredeyse bütün ciltlerinde kimi zaman tebessümler eşliğinde, kimi zaman da kaşlarını çatıp yumruklarını sıkarak Adalet Ağaoğlu ile kavga eden Fatma İnayet’i neden görmezden geldi acaba? Yazarçizer taifesi neden göremiyordu burnunun ucundaki Siyam kelebeğini?”