• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

“İnsan mahkûmdur yaşamaya”:

Tavan’ın öte yanında hayat var mı?

“Tavan’da 1915’in izlerini bulmak mümkündü, Tavanın Öte Yanı’nda ise bunlar neredeyse hiç yoktur. Ama gelin görün ki, bu ikinci cilt oldukça şaşırtıcı bir sonla, beklenmedik bir yas ve barışma sahnesiyle biter. Haddeciyan, Satenik’in yarasının üstüne yürümek yerine ani bir kararla onu kurtarmayı, ona yeni bir yaşam vermeyi tercih etmiştir.”

Rober Haddeciyan

MEHMET FATİH USLU

@e-posta

KRİTİK

15 Haziran 2023

PAYLAŞ

Rober Haddeciyan’ın Türkçeye çevrilmiş tek eseri Tavan (Arasdağı, 1982) 60 yaşında İstanbullu bir Ermeni beyin sokakta düşüp felç kaldıktan sonraki hayatını anlatır. Yaşlı adam yaşamının bundan sonraki yıllarını bir hastane yatağında geçirmeye mahkûm olmuştur. Bütün hayatı esnaflıkla geçmiş, fazlasıyla sıradan görünen, hiçbir ilginçliği olmayan biridir. Ama romanda başına gelen felaket karşısında gösterdiği şaşırtıcı dirayet, bu sıradanlık görüntüsüyle karşıtlık yaratır. Hastane odasında tüm hayatı sabit bir durgunluk içinde beklemekten (tavana bakmaktan) ibaretken, kızı ve torununun ziyaretlerine tutunmuş, geçmişini hatırlayıp zihninde yeniden kurarak hayatını devam ettirmeyi başarmıştır. Bırakın isyan etmeyi, şikâyet bile etmemektedir halinden. Sanki sonsuz bir rıza gösterme kabiliyetine sahiptir. Sık sık o cümleyi söyler kendi kendine: “İnsan mahkûmdur yaşamaya.”

Bu cümle aynı zamanda Tavan’ın son cümlesidir. Kahraman romanın bittiği yerde bir kez daha bu cümleyi tekrar etme ihtiyacı duyar, zira metnin nihayeti onun için bir ikinci felaket haberiyle gelmiştir. Kızı Satenik’in ailesiyle beraber Kanada’ya göç etme kararı aldığını öğrenir. Karar çoktan verilmiş, torunu Rupig İngilizce kursuna başlamış ama Satenik kararı babasına bildirecek cesareti bulamamıştır. Hayata tutunmasını sağlayan son avuntusu da elinden kayıp gitmektedir. Bundan sonra hastane yatağında yapayalnız bekleyecektir sonunu. Peki şimdi yaşamaya dayanabilecek midir yaşlı adam?

(Yazının devamını okumadan önce, Tavan hakkında daha ayrıntılı bir çözümleme için Gazete Duvar'daki şu yazıma bakabilirsiniz.)

Rober Haddeciyan
Tavan
çev. Anahid Hazaryan
Aras Yayıncılık
Kasım 2018
208 s.

Haddeciyan 2000 yılında Tavan romanının devamını yayımlar: Tavanın Öte Yanı (Arasdağin Miüs Goğmı).[1] Sorunun cevabını bu ikinci cildin satır aralarında buluruz. Evet, yaşlı adam, kızı ve torunu kendisini bırakıp gittikten sonra Azrail ile inatlaşırcasına dört sene daha yaşamıştır hastane odasında. Ama bu dört yılı nasıl geçirdiği hakkında bir şey öğrenemeyiz.[2]

Tavanın Öte Yanı, Satenik’in romanıdır, hikâye bu kez onun gözünden anlatılır. Satenik kocası Hagop ve çocukları Rupig ile beraber babasını İstanbul’da bırakıp Kanada’ya geleli 10 yılı aşkın bir zaman olmuştur. İstanbul Kapalıçarşı’da kuyumculukla iştigal eden Hagop kardeşi Suren’le beraber Montreal’de bir iş kurmuş ve bu yeni memlekette tutunmayı başarmıştır. Rupig ise artık koskocaman bir üniversite öğrencisidir.

Satenik, Montreal’de oldukça durgun, kapalı ve sürprizsiz bir hayat sürer. Çalışmak istememiş, ev kadını olmayı tercih etmiştir. Sosyal çevresi neredeyse tamamen sadece kendisi gibi Kanada’ya göçmüş Ermenilerden ibarettir. Zihni çoğunlukla oğluyla ve onun geleceğiyle meşguldür. Hagop ile evliliğinde ciddi bir kriz yaşamış ama sabrederek evinin düzenini tekrar yoluna koymayı başarmıştır. Ama gelin görün ki, aklı hâlâ İstanbul’da bırakıp geldiği babasındadır.

Nasıl verebilmiştir babasını terk etme kararını Satenik? Gerçekten de bu iki cildin akıp giden sonsuz durgunluğu içinde genç kadının kocasının arzusuna boyun eğip Kanada’ya göçme kararı alması sadece kendisi için değil, okur için de sindirmesi zor bir çelişki yaratır. Satenik babasına çok düşkündür, hastalığı boyunca istisnasız her gün hastaneye gitmiş, babasına can suyu olmuştur. Hagop’un onun bu düşkünlüğünden rahatsız olduğunu, hatta onu defalarca “babasına âşık” olmakla itham ettiğini görürüz. Ama başta dirense de bir şekilde kocasının ve kardeşinin inatçı ısrarına dayanamayarak Kanada’ya göç etmeye razı olmuştur. Her ne kadar aile huzurunu bozmak istememek, çocuğunun geleceğini düşünmek gibi makul sebepler olsa da, yatalak babayı İstanbul’un ortasında yapayalnız bırakıp gitmek anlaşılması kolay bir tercih değildir.

Satenik’in Kanada yaşamı bu tercihin bunalımında geçer. Zihninde sürekli babasıyla konuşur, önüne çıkan her meselede babasının duruma nasıl bakacağını tahmin etmeye çalışır. Babasının sesi sürekli kulağında yankılanır. Vicdanı on sene sonra bile tüm hayatını belirleyecek şekilde yaralıdır. “Nasıl unutabilirdim o güzel adamı felçli bir halde hastanenin birinin kederli odasında bıraktığımı?” (s. 213) diye sorup durur kendisine.

Tavan’da ihtiyar adamın yaşamının sıradanlığı-normalliği ile başına gelen felaketin büyüklüğü arasındaki orantısızlık romanın dramatik etki merkezi olarak işliyordu. Bu ikisi arasında filizlenen hayatta kalma ya da yaşama devam edebilme inadında ise romanın merkez sorusu yükseliyordu: Neydi bu kudretli inadın kaynağı? Tavan’ın Öte Yanında’da ise Satenik’in sıradanlığı, sükûneti ve naifliği ile verdiği kararın ürkütücü sertliği arasındaki uçurum benzer bir etki merkezi oluşturur. Nedir genç kadının bu kadar ağır bir kararı alabilmesinin arkasındaki kudret?

Belki de tam da burada Satenik’le babasının nasıl benzer insanlar olduğunu saptamak gerekir. Bu benzerliğin ilk noktasında sınırsız bir rıza kabiliyeti bulunur. Satenik kocasının verdiği karar karşısında her ne kadar bir süre dirense de, sonunda hem karara hem de kararın yarattığı acıya razı olacaktır. Babasının felçle yaşamaya razı olduğu gibi. Rızanın ertesinde karşımıza çıkansa sonsuz bir bekleme becerisidir. Babasını ölüme terk edip gelmenin yarattığı korkunç haletiruhiyeye rağmen aile düzenini korumak dışında neredeyse hiçbir şey yapmadan sonuna kadar bekleyecektir. Babasının hastane yatağındaki bekleyişi gibi. Elbette bu rıza-bekleme ortaklığı şunu örtmez: Babası kaderin bir oyunu neticesinde kendi felaketine yuvarlanmıştır, kurbandır; ama Satenik bir şekilde bilinçli bir kararla eyleme geçmiş görünmektedir.

Rober Haddeciyan genel yayın yönetmeni olduğu Marmara gazetesinde.

Peki ne olmuştur bu on yılda? Satenik aslında Kanada’da hâlâ bir yabancıdır. Doğrusu, uyum sağlamak için pek gayret de göstermemiştir. Hâlâ ve hiç durmadan kendi deyişiyle “memleket”i özleyip durur. Düzenli şekilde gittiği marketten “Ermeni kahvesi” ile “Türk kahvesi”ni karıştırıp öyle alır, başka kahve içmez. Kanada’ya dair her olumsuz duyguda memleketi terk etmenin pişmanlığı boynuna yapışır. Arkadaşlarının ve aile dostlarının neredeyse tamamı Ermenilerdir. Cemaat yaşamına asgari düzeyde katılır ama ötesine asla geçmez. Yeni memleketine dair kesif bir meraksızlık içinde gibidir, herhangi bir tanıma arzusuyla kozasından çıkmaya niyeti hiç yoktur.

Satenik’in bu tutumu aynı zamanda bir kimlik koruma kavgası gibi görünür. Kiliseye gitmeyi, düzgün Ermenice konuşmayı, oğlunun Ermeni bir kızla evlenmesini ve ailesinin bütünlüğünü çok önemser; bunların herhangi birinden taviz vermemek için mücadele eder, bunlardaki hafif bir bozulma emaresi onu derinden korkutur. Bu bağlamda her an tetikte olan bir sınır nöbetçisi gibidir. Bu onun önem verdiği ve aslında eylemde olduğu yegâne haldir. Daha ilginci, tüm bu nöbetçiliğini zihninde babasının ondan istedikleriyle eşlendirir, sanki onun son vasiyetini yerine getirmektedir. Dili, dini ve ailesi onun tartışılmaz kutsallarıdır ve babası da hayattayken ona hep bunları vazetmiştir.

Romanın önemli bir kısmında oğlunun Ermeni olmayan bir kız arkadaşı olmasından rahatsız olduğunu ve onunla evleneceği korkusuyla baş etmeye çalıştığını görürüz. Babasının arzusuna uyarak örmeye çalıştığı kozanın yırtılması anlamına gelir bu onun için. Oğlunu elinden geldiğince kendi sınırlarına çekmeye çalışır ama yeni yaşamlarında bunun sonuç getirmeyecek bir çaba olduğunu fark etmek zorunda kalır. Kendisi için Kanada’ya hiç göç etmemiş gibi yapmak belki mümkündür ama Rupig çoktan uyum sağlamıştır yeni ülkesine.

Bu sınır nöbetçiliği bahsinde Satenik’in Hagop karşısındaki teslimiyetine de bir parantez açmak gerekir. İşin özünde Hagop’a direnemeyip Kanada’ya sürüklenmiştir. Üstüne, Kanada’ya geldiklerinin ikinci yılı Hagop’un kendisini kardeşi Suren’in eski karısıyla aldattığını öğrenir. Bu büyük bir yıkımdır Satenik için ama müthiş bir kararlıkla kocasının kendisine geri dönmesini bekler. Her akşam Hagop’un yemeğini hazırlar, olumsuz tek söz söylemez, Hagop’un bir gün ailesinin değerini anlayıp ona döneceğine inanır. Sonunda beklediği gibi olur, Hagop ona döner, o da büyük bir zaferin saadetiyle dolar. Bu onur kırıcı mesele her aklına geldiğinde ihanetin acısından ziyade, sınırsız sabrederek elde ettiği zaferin mutluluğunu hatırlar.

Bu, okur için Satenik’i tanırken belki de romandaki en şaşırtıcı andır. Bir rıza-bekleme döngüsü içinde edilgen bir şekilde devinirken kocasını eve döndürebilmek için büyük bir mücadele vermiştir Satenik. Satırlar arasında gezinirken onun Hagop’u ne kadar sevdiğini ve ona ne kadar saygı duyduğunu aslında çok da kestiremediğimizi hissederiz. Mesele Hagop değildir zira, son gücüyle ailesini korumak istemiştir. Onun yaşamına dair tek gerçek motivasyon budur. Bunun için gururu pahasına ihaneti kabullenmiştir.

Bu noktada babayla kızın ortaklığı/benzerliği en çarpıcı haliyle ortaya çıkar. İkisi de aslında aynı anda hem çok zayıf hem çok güçlüdür. İkisinde ortak olan rıza kabiliyetinin bir yüzü zaaf bir yüzü kudrettir. Başlarına gelen felaket karşısında durgun ve sessiz, felaket ertesi yaşamı tecrübe ederken ellerinde olanı korumak adına sabırlı ve mücadelecidirler; yaşadıkları karşısında dilsiz, ama elde kalanı muhafaza ederken inatçıdırlar. Aslında buradan bakıldığında iki cildin tek bir ortak sorusu vardır: Nedir bu çift yüzlü rıza kabiliyetinin kaynağı?

Burada iki cildin kilit cümlesini “İnsan mahkûmdur yaşamaya”yı bir kez daha düşünmek gerekir. Cümle bir yanıyla bize genel bir insanlık halini anlatır gibidir. Fakat baba ve kızdaki durgun ve dilsiz sabrın özünün başka bir yerde aranması gerektiğini hissederiz. 1915 sonrası Ermenice edebiyatın okura kaçacak yer bırakmayan sorusu yine yanı başımızda durmaktadır: Ermeni Felaketi’nin ardıl kurbanları olmak mıdır baba ve kızdaki bu ruh halini yaratan? Kabullenen, konuşmayan, hesaplaşmayan ama hayatta kalmaya ve benliğini korumaya çalışan bu dilsiz dirayetin başka bir açıklaması var mıdır?

Tavan’da 1915’in izlerini bulmak mümkündü, Tavanın Öte Yanı’nda ise bunlar neredeyse hiç yoktur. Ama gelin görün ki, bu ikinci cilt oldukça şaşırtıcı bir sonla, beklenmedik bir yas ve barışma sahnesiyle biter. Satenik’in babasına dair duyduğu huzursuzluk Ermeni Noel’i (6 Ocak) yaklaştıkça artmaktadır. Zira babası hemen Noel öncesi alışveriş yaparken kayıp düşmüş, yılın bu en önemli günü Satenik ve ailesi için bu keder verici olayın hatırlatıcısına dönüşmüştür. Bu nedenle her Noel’i benzer bir karanlık duygu haliyle karşılar Satenik. Babasını bırakmış olmanın acısını ayrı bir kuvvetle hisseder. Yaptığının bir nevi ölüyü ortada bırakmak, ölmeye yatmış babayı gömmemek olduğunu bir kez daha idrak eder. Şüphe yok ki, tersten bir Antigone’dir Satenik. Babası nasıl kendi kayıplarının yasını tutmaktan uzak kaldıysa, Satenik de babasının yasını tutmaktan mahrum bırakmıştır kendini. İşte romanın sonunda, onu belki de ilk defa bu duygusuyla savaşırken buluruz.

Kanada’ya geldikten sonra hiç helva yapmadığını hatırlar. Kalkar yıllar sonra helva kavurur, dostlarını çağırır, babasının ruhu için dağıtır. Bunu ancak on yıl sonra yapabilmiştir, belki de ilk defa kendisini “felç eden” bu ağır yükten kurtulmak istemektedir. Kabristana gidip, babasıyla aynı yaşta ölmüş birinin mezarını bulup babasının mezarı başındaymış gibi dua eder, yüksek sesle ilahiler okur. Metindeki hâkim duygu şaşırtıcı bir hızla dönüşmektedir. Bu yasa yönelme sahnesinden hemen sonra eser nihayete ererken bir başka kabulleniş sahnesi gelir. Rupig, Kanadalı kız arkadaşı Jessica ile evlenme kararı almıştır. Satenik’in artık yapacak bir şeyi yoktur, oğlunun kararına teslim olur. Ama bu, ona rahatlık getirecek bir teslimiyet olacaktır. Artık karşısında duran yeni bir yaşamdır, olan biteni kabullenmesi herkes için en doğrusudur. Oğlunun bu kararıyla beraber o da biraz olsun kozasını kırabildiğini fark eder.

Babanın yasını tutabilmekle yeni dünyayı kabullenmenin iç içe gelişmesi manidardır. Vardığımız yerin nispeten mutlu bir son olduğunu hissederiz. Sanki Satenik de, romanın anlatıcısı da, hatta belki Rober Haddeciyan’ın kendisi de artık bu yükten kurtulmak istemiştir. Böylece iki cildi de derinden derine kaplayan ruhsal yatalaklık halinin bitmesine dair şiddetli bir arzu romanın sonunu belirlemiştir. Haddeciyan, Satenik’in yarasının üstüne yürümek yerine ani bir kararla onu kurtarmayı, ona yeni bir yaşam vermeyi tercih etmiştir.

Okur bunun romanın hak etmediği bir son, bir deux ex machina çözüm olduğunu düşünebilir. Aslında bunda pek haksız da sayılmaz. Burada Haddeciyan’ı roman mantığı bağlamında eleştirmek gayet mümkün görünmektedir. Ama burada asıl mühim olan Felaket’i gömme ve barışma arzusunun romanın başarısını zedelemek pahasına parlıyor olmasıdır. Yazarın bu vazgeçişi bizi bir kez daha Felaket’in hakiki doğasını düşünmeye davet eder.

 

NOTLAR:

[1] Burada romanın 2020 yılında yapılan yeni baskısını kullandım. Rober Haddeciyan. Arasdağı – Arasdağin Miüs Goğmı. Murat Ofset, 2020. Hem bu cilde hem de Haddeciyan’ın onlarca ciltlik külliyatına ulaşmamda bana destek olan Ari Haddeciyan’a minnettarım.

[2] Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde bu iki cilt hakkında bir konuşma da yapmıştım, yazı biraz da bu konuşmanın sonucunda ortaya çıktı...

Yazarın Tüm Yazıları
  • 1915
  • Rober Haddeciyan
  • Tavan

Önceki Yazı

DENEME

Bir insan nasıl faşist olur?

“Faşizm nazik tartışmalarla gerekçelendirilecek bir şey değil, doğrudan bir mücadele alanıdır.”

SIRMA KÖKSAL

Sonraki Yazı

DENEME

Yeni nesil duygusal eğitim

“Rooney’nin Arkadaşlarla Sohbetler'deki kahramanı Frances, yazdıklarını internet aracılığıyla görünür kılan, yazarlık kurslarına inanan, stand-up’çılıkla okuma günleri arasında fark gözetmeyen yeni yazar kuşağının ilginç bir üyesi.”

FATİH ÖZGÜVEN
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.