İdeal gazete nasıl olmalı?
“Arkadaşımız Nizamettin Nazif’in beyninde bin bir gazete ve mecmua projesi uyur ve Nizam bunları arkadaşlarına zaman zaman anlatır. Biz kendisine ideal bir gazetenin nasıl çıkması lazım geldiğini sorduk. Velût bir yazıcı olan Kara Davut’un müellifi bize gönderdiği mektubunda ideal gazetenin (sıfatı zatiyesini) anlatırken, bugünkü gazetelerin eksik taraflarını da kendi düşüncesine göre gösteriyor.”
Nizamettin Nazif Tepedelenli
Basın tarihimizin en renkli ve en üretken yazarlarından biri olan, Cumhuriyet’in ilk popüler tarih romanı Kara Davut ile edebiyat tarihimize geçen ve gazete sahibi, yazı işleri müdürü, başyazar, yazar, muhabir olarak 53 yıl boyunca gazetecilik yapan Nizamettin Nazif Tepedelenli, 25 Mayıs 1970’te İstanbul’da aramızdan ayrılmıştı.
Tepedelenli Ali Paşa’nın beşinci kuşaktan torunu olan Nizamettin Nazif, 1901’de Taşoz Adası’nda (bugün Tasos) doğdu. 1911’de Drama Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra İstanbul’da Fransız liselerinde, Bahriye, Hukuk, Yüksek Ticaret mekteplerinde okudu. Gazeteciliğe 1917’de Sabah gazetesinde başladı. Aynı yıl Nâzım Hikmet ve Vâlâ Nurettin ile birlikte Moskova Üniversitesi’ne bir süre devam ettikten sonra yurda döndü. 1918’de İngilizlerin İstanbul’u işgali üzerine Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye katıldı. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yazı işleri müdürlüğü ve başyazarlık yaptı.
İkdam, İstiklal ve Biricik Yılbaşı gazeteleriyle Hür Nizam dergisinin sahibi olan Nizamettin Nazif, Akşam, Bugün, Cumhuriyet, Haber, Halk Dostu, Hergün, Hürriyet, İstikbal, İstanbul, Milliyet, Sabah, Son Havadis, Son Telgraf, Tan, Vakit, Vatan ve Yarın gazetelerinin aralarında bulunduğu çok sayıda gazetede çalıştı. Kültür Haftası, Meydan, Perşembe, Resimli Ay, Yedigün, Yeni Hayat gibi dönemin ünlü dergilerinde yazıları yayınlandı.
Elliye yakın kitabı bulunan Nizamettin Nazif’in Kara Davut, Deli Deryalı, Kolkola, Karlı Dağlar, Köroğlu, Bir Millet Uyanıyor, Atatürk’ün Son Balosu, Fatma’ya Mektuplar, Bilinmeyen Taraflarıyla Atatürk, İlan-ı Hürriyet ve Sultan II. Abdülhamit Han, Sultan II. Abdülhamid ve Osmanlı İmparatorluğu’nda Komitacılar, Ordu ve Politika isimli kitapları en bilinenleri arasında gelmekte.
Gazetecilik ve edebiyatın yanı sıra sinemayla da ilgilenen Nizamettin Nazif’in bazı eserleri sinemaya da uyarlandı: Bir Millet Uyanıyor (Muhsin Ertuğrul, 1932), (Ertem Eğilmez, 1966), Köroğlu (Muharrem Gürses, 1945), Kara Davut (Mahir Canova, 1953), (Tunç Başaran, 1967).
Babıali’de “Deli Nizam” lakabı ile tanınan Nizamettin Nazif’i bir yazısıyla anıyoruz.
Nizamettin Nazif’in yazılarının yayınlandığı dergilerden biri de Yedigün’dür. 1933 yılında yayın hayatına başlayan dergi renkli kapağı, konu zenginliği, röportajları ve usta kalemlerin yazdığı yazılarla dönemin en popüler dergilerinden biri olur. Bazı sayılarında basın ve gazetecilik konularında yazıların yer aldığı Yedigün dergisinde, 1935 yılında “İdeal gazete nasıl olmalıdır?” başlıklı bir yazı yayınlanır.
Nizamettin Nazif bu soruya her zaman olduğu gibi yine dobra ve korkusuzca cevap verir:
“Gazeteciliği bol para ile yapılır bir mürekkeplenmiş kâğıt endüstrisi halinden çıkarmalıyız, kafa işi yapmalıyız.”
Aradan 89 yıl geçmiş, ne bu cevap ne de diğer yazdıkları değişmemiş, hatta daha da kötüleşmiş. Bunca yılın ardından gazetelerin “tarafsız”, “anlaşılabilir”, “inanılır” bir şekilde “haber” vermesi beklenirken ne yazık ki artık bu unsurların hiçbirinin –birkaç gazeteyi dışında tutalım– kalmaması ne hazin! Köşe yazılarından hiç söz etmeyelim, moralimiz daha da bozulmasın!
Nizamettin Nazif, Yedigün dergisinin sahibi Sedat Simavi imzasıyla gönderilen mektuba cevap veriyor. Noktasına, virgülüne dokunmadan aktarıyoruz.
Arkadaşımız Nizamettin Nazif’in beyninde bin bir gazete ve mecmua projesi uyur ve Nizam bunları arkadaşlarına zaman zaman anlatır. Biz kendisine ideal bir gazetenin nasıl çıkması lazım geldiğini sorduk. Velût bir yazıcı olan Kara Davut’un müellifi bize gönderdiği mektubunda ideal gazetenin (sıfatı zatiyesini) anlatırken, bugünkü gazetelerin eksik taraflarını da kendi düşüncesine göre gösteriyor. Nizamettin Nazif’in cevabını buraya basıyoruz.
Azizim Sedat Simavi,
Mektubunu ne derin bir zevkle okuduğumu tahmin edemezsin. Meğer dudaklarından çıkan kuru laflar bir dostun el yazısında, ne sihirli bir ifade kudretine yükselebiliyorlarmış. Isıta ısıta bir temcit pilavına dönen bu mevzua bir daha dönüşümün sebebi budur. A canım, gazetelerimiz ve mecmualarımız hakkında neler düşündüğümü sen bilmez misin? Yoksa bu sefer elimden bir vesika almak niyeti mi güdüyorsun? Zira bu iki soruna ben bin defa muhatap olmuş bir adamım. Bir adam ki, sana cevap verebilmek için daima çok konuşmuş, hattâ bazen bir cümleye hafif bir istihza çeşnisi katmaya çabalayan dilin, bir Karadeniz dalgası dehşet ve gümbürtüsü ile üzerime saldırmış ve ben bir mendirek tahammülü ile düşüncelerimde ısrar etmiştim.
Geçelim. (…)
Gazete, bir medenî adamın ancak on dakika tutmak için eline alacağı bir eserdir, 24 saat içinde hazırlanır. Ama, kafaları ile çalışanlar ona asıl hüviyetini nihayet sekiz saat gibi dar bir müddet içinde verirler. (…)
Şimdi sana (bir mektubun dar çerçevesi içinde uzun şerhler yapamayacağım için) bir gazetenin ‘sıfatı zatiyesini’ kısaca bildireyim. İşte:
1- Gazete iç ve dış politika üzerinden şu ve bu hareketi vukuundan evvel sezer ve okurlarına bildirir ve onları, o işlerin gidişleri üzerinde daima tetikte tutar.
2- Balıkpazarı’nda vurulan falan vatandaşın ölümünü, bedbahtın gömülmesinden ve katilin asılmasından sonra haber vermez.
3- Gazetede en ufak yazı işini yapacak adam nihayet doğru dürüst yazı yazmasını bilmelidir. (Tecrübeler göstermiştir ki, edebiyat fakültelerinden çıkanlar arasında bile bu işi başaran pek yetişmiyor).
4- Gazete kendi branşları üzerinde her gün yeni buluşlar atmaya, bu buluşları iyi incelemeye ve sonunda da bunları en iyi tarzda göz önüne çıkarmaya mecburdur. Halbuki inisiyatif, direktif ve yaratma bakımından bakarsak bizde bir tek gazete olmadığını veya gazetenin nescindezekânın pek az rol oynadığı derhal anlaşılır.
5- Gazeteme ben inanmalıyım. Yani evvelâ beni bütün dünya ile eksiksiz bir temasa soktuğuna inanmalıyım, sonra da yazdıklarına inanmalıyım. Bizimkiler böyle değil mi, diye sorma. Menfi cevap vermeye mecbur olacağım. Zira son yirmi gün içinde hangi gazeteyi ele aldı isem mutlaka bir gün evvelki yazısının tevilini veya tekzibini yapmıştır. Ve bir gün sonra da iki gün evvel tekzip ettiği herhangi bir vakanın üzerinde ısrara kalkmıştır. Faraza Mısır’da ihtilal var mı, yok mu? Bizim gazetelerden bunu anlayamazsın! Uzak Şark’ta Japonlar ne yapıyorlar? O karmakarışık ajanslardan ve komanterlerden [aydınlatıcı bilgilerden] haddin varsa bir netice çıkar.
6- Gazeteciliği bol para ile yapılır bir mürekkeplenmiş kâğıt endüstrisi halinden çıkarmalıyız, kafa işi yapmalıyız. Bugünkü basın şekli, hani nerede ise gazeteciliği de beş yıllık endüstri plânlarından birine sokturuverecek. Acaba bu işin bir kültür ve harikulâde bir dinamik zekâ işi olduğu ne zaman düşünülecek ve ne zaman bir kültür plânımız olacak?
Sonra aklıma gelenlerden biri de Türk gazeteciliğini saran memur zihniyetinin kaldırılmasıdır. Hayret etme! Bugün bizim caddede hakiki gazeteci parmakla gösterilecek kadar azalmıştır. Belki de kalmamıştır ya… Babıali’de paydos çalındığı gün bütün o memur efendiler kadrosu gazeteciliğe ki kalkıştı ne oldu bir türlü akıl erdiremiyorum. Mecmualar hakkında ne düşündüğümü de bir başka mektuba bırakalım. Zaten bunda gazete için düşündüklerimi bile tamamlayamadım. Ara sıra mektup yaz ve Cemal’e selam söylemeyi unutma.
Nizamettin Nazif, Yedigün dergisi, No 144, 11 Aralık 1935.
Önceki Yazı
Ahmet Uğurlu’ya veda:
“Ama arkadaşlar iyidir”
“Bazı oyuncular bazı rollerle ya da karakterlerle sonsuza dek özdeşleşir. Bir kuşağın hafızasına kazınan Ahmet Uğurlu tabii ki en çok Mahsun Süpertitiz demekti, Tabutta Rövaşata’nın, elinde tavuskuşuyla kameraya ürkek ürkek bakan Mahsun’u.”
Sonraki Yazı
John Updike:
Son büyük üslupçu
“Arzularıyla toplumsal baskılar arasında sıkışmış kahramanları yazmıştır Updike çoğunlukla. Ayrıntıları ince ince ören sabırlı bir göze ve dili bir virtüöz gibi kullanan oyunbaz bir kaleme sahiptir. Onun farkı, anlattığı bir sahneden önce arka fonu sabırla ve itinayla kurarken ortaya çıkar.”