Huzur:
Eleştirel basımlar ve yeni katmanlar
“Mevcut çalışmada matbu ortamı esas alarak ve sanal ortamdan da destekler alarak romanın ağsı yapısı ete kemiğe büründürülürken, 'Bu eleştirel basımın dijital bir versiyonu da olsa verilen emekler çok daha görünür ve kolay takip edilebilir hale gelmez miydi?' sorusu akla geliyor.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanının eleştirel basımı Kasım 2023’te Dergâh Yayınları’ndan çıktı. Tanpınar’ın diğer metinlerinin eleştirel basımları da Sakine Korkmaz’ın editörü, İnci Enginün’ün danışmanı olduğu bir dizi kapsamında yayımlanacak. Huzur’un eleştirel basımında romanın 22 Şubat-2 Haziran 1948 tarihleri arasında Cumhuriyet gazetesinde yer alan tefrika haliyle 1949’da Remzi Kitabevi’nden çıkan kitap hali karşılaştırılmış ve Tanpınar’ın tefrikayı kitaba dönüştürürken neleri eklediği ve çıkardığı kolayca takip edilir bir tasarım ve yöntemle (eklemelerin altı çizilip eksiltmeleri ve değiştirmeleri dipnotlara alarak) gözler önüne serilmiş. Ayrıca Servet Erdem’in açıklamalı notlarıyla metinde gönderme yapılan eserler, kişiler ve kavramlar hakkında temel ve metni yorumlamamızı zenginleştirecek bilgiler verilmiş. Günümüz okurunun anlamını hemen çıkarmakta zorlanacağı eski kelimelerin anlamlarının verildiği kısmı da dikkate aldığımızda dört parçalı bir sayfa yapısı meydana gelmiştir.
Sayfanın merkezinde Huzur’un kitaplaşmış halinin, onun altında tefrikada farklı olan unsurların, sol sütunun üst kısmında açıklamalı notların, alt kısmında da bilinmeyen kelimelerin anlamlarının verildiği bir tasarım çizgisel okuma alışkanlıklarımızı sarsar, gözün sayfa üzerindeki çaprazlamasına hareketleriyle yol almak durumunda kalırız, ancak burada tam da eleştirel basımın Huzur çalışmalarına katkısının özü saklıdır: Metnin oluşum sürecinin çok yönlü karmaşıklığı matbu bir düzlemde bir tür ağ örerek temsil edilir. Romanın eksiltmeler, eklemeler, dönüştürmeler, göndermeler ağı çok mecralı ve katmanlı bir sunuşla vücut bulur. Nitekim yukarıda sayılanlara ek olarak Ezgi Ulusoy ve Aygen İncel’in yaptığı sayfa tasarımına görseller ve haritalar da dahil edilmiştir. Metinde sözü edilen bir mekânın o dönemki fotoğrafları Cengiz Kahraman arşivinden yararlanılarak ilgili yerlere eklenirken, Hakan Sümer’in çizdiği ve roman için önemli mekânları konumlandıran haritalar da bölüm sonlarına konmuştur.
Eleştirel basımın sınırları kitabın maddi varlığını da aşarak sanal âleme de uzanmaktadır. Ek olarak verilen “Huzur’un İstanbul’u” haritasında yer alan karekodlarla Yasemen Cemre Gürbüz’ün altyapısını sağladığı bir haritaya ve TRT Dinle koleksiyonunda yer alan, Huzur’da atıfta bulunulan müzik eserlerinden oluşturulmuş bir çalma listesine ulaşılabilmektedir. Google Maps harita altyapısı kullanılarak hazırlanan haritaya şuradan erişilebilir.
Bu haritada metinde bahsi geçen semt, mahalle ve yapıların konumunu görmek mümkün olduğu gibi, o yere dair temel bilgileri ve Huzur’da o yerin nasıl geçtiğini de bulabiliyoruz. TRT Dinle’nin hazırladığı “Tanpınar’ın Huzur’unda” adlı çalma listesindeyse Ferahfeza’dan Wagner’in Rienzi’sine uzanan yirmi yedi eser yer almakta...
Eleştirel basıma eklenen matbu harita, online harita ve çalma listesi aracılığıyla Huzur’un göndermeler ağına nüfuzumuz artarken, bu proje fikrinin asli parçası olabilecek bir unsurun eksikliği göze çarpmakta. Mevcut çalışmada matbu ortamı esas alarak ve sanal ortamdan da destekler alarak romanın ağsı yapısı ete kemiğe büründürülürken, “Bu eleştirel basımın dijital bir versiyonu da olsa verilen emekler çok daha görünür ve kolay takip edilebilir hale gelmez miydi?” sorusu akla geliyor. Tanpınar’ın eserlerine ayrılmış bir internet sayfası aracılığıyla Huzur’un kitaplaşmış halini takip ederken mekânsal, edebi, sanatsal, kavramsal bir göndermenin olduğu yerlerde ilgili esere, haritaya, görsele hızlıca ulaşabileceğimiz, romanın ilgili bölümüne geldiğimizde roman kişileriyle birlikte “Ferahfeza Peşrev”i dinleyebileceğimiz, Mümtaz tek başına ya da Nuran’la sokaklarda yürürken dilersek yürüyüş güzergâhını eşzamanlı olarak haritadan takip edebileceğimiz, roman ve tefrika arasındaki farkları çok daha dinamik bir şekilde karşılaştırabileceğimiz bir dijital Huzur edisyonu bu projenin katkısını çok daha görünür, etkileşime girilebilir ve çok-mecralı kılacaktır. Umarım Dergâh Yayınları bu türden bir çalışmayı da Tanpınar’ın eserleri için gündemine alır.
Temennim yalnızca onca emek verilmiş bir çalışmayı görünür kılma niyetinden kaynaklanmıyor. Tanpınar’ın tefrikadan kitaba dönüştürürken yaptığı değişikliklere baktığımızda yeni boyutlar eklemenin, başka hacimler kazandırmanın Huzur’un oluş sürecinin asli bir niteliği olduğunu görüyoruz. Tanpınar romanda esaslı değişiklikler yapıyor ve bu değişiklikler aracılığıyla Huzur’un ağsı niteliği daha belirginleşip şiddetleniyor. Kitaba yapılan eklemelerle Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler ve Huzur aynı kurmaca evreninin mensupları haline geliyor. Tefrika bir gazetenin çeşitli sayılarına dağılmış ama müstakil bir eserken, kitapta söz konusu romanların kişileri gündelik hayata dahil oluyor, şehrin sokaklarında cirit atıyor ya da sohbetlere konu oluyor; Huzur’un esas kişileriyle kurulan akrabalıklar ve yakınlıklar aracılığıyla romanlar da birbirine bağlanıyor.
Suat’ın metindeki varlığının artırılması da romana her anlamda hacim kazandıran bir müdahale oluyor. Kitabın “Suat” başlıklı üçüncü bölümü tefrikada yer almazken, Tanpınar’ın bu bölümü eklerken önceki bölümleri nasıl dönüştürdüğünü, Suat’ın romanı kökten etkileyen belirişlerini nasıl bir süreçle metne yaydığını takip edebiliyoruz. Bir karakterin varlığının artmasının romanın yapısını nasıl etkilediğini izlemek bakımından romanı yalnızca Suat hattında olanlar üzerinden okumak bile mümkün.
Tefrikadan kitaba geçerken iç âleme odaklanılan anlarda cümlelerin ve duygulanımların yoğunlaştığı, diyalogların azaldığı gözlemlenirken, romanın fikrî içeriği, Suat’la birlikte gelen düşünce gerilimleri söz konusu olduğunda diyalogların arttığı, yeni sohbet meclislerinin tesis edildiği görülüyor. Kitap halinde birçok kişi yeni şekillerde vücut bulup, yeni katmanlar edinip yeni unsurlarla kaynaşırken bu dönüşümden en büyük zararı Nuran görüyor. Nuran’ın iç sesi, olayların onun perspektifinden deneyimleniş tarzları kitapta azalıyor.
Huzur’u oluştururken Tanpınar’ın dönüştürme, yoğunlaştırma, katmanlandırma, göndermelerle donatma, bağlantılar kurma gibi taktik ve teknikleri icra ettiğini dikkate aldığımızda bu oluşum sürecinin kuşatıcı bir seyri için bu eleştirel basımın dijital bir versiyonuna olan ihtiyaç kendini yeniden hatırlatıyor.
Eleştirel basımı değerlendirirken Servet Erdem’in açıklayıcı notlarına ayrıca değinmek gerekiyor. Zira görseller, haritalar, tefrika-kitap karşılaştırmaları kadar bu notlar da Huzur’a yeni katmanlar ekliyor. Romanda zaten mevcut olanı yeni bir şekilde gün ışığına çıkararak romanın göndermeler ağını çok daha zengin bir şekilde örüyor bu notlar. Bazı örneklerde metinde bahsi geçen kişiye, mekâna, esere dair temel bilgiyi vermekle yetinse de, göndermeler müsait olduğunda Erdem çaprazlama okumalara başvuruyor. Bir ifadenin, metnin ya da kavramın Tanpınar’ın başka eserlerinde nasıl geçtiğini de göstererek Huzur’da müphem olanı biraz daha belirginleştirirken, romanda hızlıca ya da üstü örtülü bir şekilde geçen bir imge ya da ifade orijinal kaynağında belirdiği haliyle bağlamsallaştırılıyor.
Bir örnekle bu katkıyı daha görünür kılayım: Romanın ilk sayfalarında Mümtaz dışarı çıkmak üzere elbiselerini giyerken “İnsan denen bu saz parçası…” sözünü birkaç kere tekrarlar. Servet Erdem ilgili notunda bu sözün Blaise Pascal’ın Düşünceler kitabındaki şu pasaja atıf olduğunu gösterir:
“İnsan sadece bir saz parçasıdır, tabiattaki en zayıf şeydir; fakat düşünen bir saz parçasıdır. Onu ezmek için kâinatın silahlarını kuşanması gerekmez. Azıcık buğu, bir damla su kâfidir onu öldürmeye. Ama kâinat onu ezdiğinde, onu katleden kâinattan daha asildir insan, çünkü öldüğünü bilir, kâinatın onun üstündeki hükmüne vâkıftır. Kâinatsa hiçbir şey bilmez.”[1]
Erdem bu bağlantıyı kurduğu gibi bu sözün ve alıntının Mümtaz’ın hikâyesini ve Huzur’u özetler nitelikte olduğunu da vurgular. Söz konusu cümle tefrikada yer almaz ve Tanpınar birkaç sayfa ileride yaptığı bir başka ekle aynı temayı zenginleştirir: “Bu, her yerde tesadüf edilen şeylerdendir. İnsanlar bazen doğuştan mahkûm olurlar, saz parçası kendiliğinden kırılırdı.” (s. 29) Tanpınar’ın kitaba eklediği bu nüanslar açıklayıcı notla birlikte bağlamına daha kolaylıkla yerleştirilir.
Bazen de romanda anlatılan deneyimler Tanpınar’ın hayatındaki bir olguyla desteklenerek açılır. Örneğin romanda A diye geçen Akdeniz şehrinde Mümtaz’ın deneyimleri Tanpınar’ın babasının tayini nedeniyle 1916’da Kerkük’ten Antalya’ya yola çıkışını ve o esnada annesinin ölümünü hatırlatarak notlandırılır. Mümtaz ile Tanpınar arasında bağ kurmak için bir zemin hazırlanır ama Mümtaz, Tanpınar’a indirgenmez.
Servet Erdem’in bilgiyi vermekle kalmayıp bağlantıyı kurarak yorumu şekillendirdiği anlar da vardır. Romanda Mümtaz’ın yaşadığı ikiz ömür Binbir Gece Masalları’ndaki eskici hikâyesine benzetilirken, açıklayıcı notta söz konusu hikâyenin “Ballı Künefe” hikâyesi olduğu belirtilip orada beliren ikizlikle Mümtaz’ın ikiz ömrünün ilişkisi gösterilir:
“Maruf, hikâyenin bir bölümünde, bulduğu yüzüğün cini Saadet Baba’nın yardımıyla her şeyin sahibi olmuşken yüzüğü kötü niyetli vezire kaptırarak her şeyini kaybeder. Nuran’ın yanında olmak yahut olmamak da Mümtaz için aynı derin karşıtlığı, her şeye sahip olmak ile hiçbir şeye sahip olmamayı yansıtır. Mümtaz’ın ‘ikiz ömrü’ ile kastedilen budur.” (s. 75)
Bu notlar sayesinde metinler arası bağlantılar daha görünür olduğu gibi, mecralar arası ilişkiler de öne çıkarılır. Resimlere, müzik eserlerine yapılan göndermeler açıklanırken somut bağlar da kurulur. Örneğin Nuran anlatıcı tarafından Ghirlandaio’nun Mabede Takdim’indeki Floransalı kadınlardan birine benzetilirken, ilgili notta resim tasvir edilip söz konusu kadının hangisi olduğu gösterilir. Romanda Nuran’ın hatırlattığı “sol eli kalçasında, başı şakak kemiğinin küçük çıkıntısını ve çenenin çukurunu daha ziyade belirten latif bir yana eğişte âdeta omuzla birleşmiş, biraz ilerisinde geçen manzaraya bütün hüviyetiyle akan o yarı kadim dünya ihtişamı” (s. 199) aşağıdaki tabloda görülebilir.
Eleştirel basımda bu tablonun kendisi yer almasa da, Servet Erdem’in tarifiyle tablo ve söz konusu kadın göz önünde canlandırılır. Huzur’un dijital bir edisyonu mümkün olursa sözcükler aracılığıyla kurulan bu türden mecralar arası bağlantılar görsel ya da işitsel unsurlarla da desteklenebilir.
Eleştirel basımın sonraki baskılarında değerlendirilmek üzere birkaç önerimle yazımı tamamlayayım: Mümtaz’ın bir konuşması esnasında kurduğu “İsveç usulü üç dört derin nefes aldım” cümlesi “İsveçliler konuşma sırasında karşıdakinin söylediklerine katılmak veya ‘evet’ demek için içlerine kısa ve keskin bir nefes çekerler” ifadesiyle açıklanmıştır. (s. 94) Buradaki göndermenin Selim Sırrı Tarcan tarafından Türkiye’de yaygınlaştırılan İsveç jimnastiğinin nefes egzersizleriyle de ilgili olabileceğini düşünüyorum.
Romanın başında savaşla ilgili düşünürken Mümtaz, Albert Sorel’in fikirleri ile birlikte “çok sevdiği bir şairin acı kehaneti” olarak ifade ettiği “Avrupa’nın sonu” fikrine atıfta bulunur. Açıklayıcı notta söz konusu şairin William Blake olduğu, özellikle onun “Europe, a Prophecy” şiirine de gönderme yaparak öne sürülür. Bu ihtimali yanlışlayacak bir itirazım olmamakla birlikte, Tanpınar’ın edebiyatında kurucu bir rolü olan Paul Valéry’nin “La crise de l’esprit”, “L’Européen” ve “Notes sur la grandeur et la décadence de l’Europe” makalelerinde tartıştığı, sonraları Derrida’nın da diyaloga girdiği Avrupa’nın kriziyle ilgili düşüncelerine atıfta bulunma ihtimali de dikkate alınabilir.[2]
Eleştirel basımda tefrikadan kitaba dönüşüm aktarılırken kitap esas alınsa da, dizgi hataları nedeniyle bazı durumlarda tefrika norm kabul edilmiştir. Tefrikadaki ifade bağlama daha uygunsa metin bu yönde tamir edilmiştir. Buna dayanarak son önerim şöyle olacak: 190. sayfada yer alan diyalogda Mümtaz, “Akşamleyin boş ufukta deve dizisi ne kadar başka türlü oluyor...” derken Nuran cevaben “Ne acayip insanlar yarabbim” der. Bağlamla uyumsuz bu cevabın ardındaki mantığı ancak tefrikada bu iki söz arasında yer alan şu cümleyle anlarız: “Kısıklı’da Üçüncü Selim’in şeyhülislamı Ataullah Efendi’nin hocası Münib Efendi’nin çeşmesi önünde idiler. Mümtaz kendi mazisinin tasallutundan kurtulmak için ona devrinin Hace-i fitne vü fesad adını verdiği bu adamı anlattı.” Bu durumda Nuran’ın tepkisinin bu türden adamlara karşı olduğu anlaşılır. Romanın yeni baskılarında büyük ihtimalle 1949 basımında dizgi hatası olarak düşen bu paragraf eklenirse bağlam ve süreklilik daha iyi sağlanmış olur.
NOTLAR:
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur: Eleştirel Basım, Dergâh Yayınları, 2023, s. 26.
[2] Paul Valéry düşüncesinde Avrupa fikri için bu yazıya bkz.
Önceki Yazı
‘68 hareketi ve Türkiye’de hippilik (II):
Açamayan çiçek çocukları ve Hair
“Dünyanın ve Türkiye’nin ‘68’i farklıdır. Felix Guattari’nin 'moleküler devrim' adını verdiği, kendiliğinden çıkan ve her türlü iktidara karşı olan bir hareketin Türkiye’deki karşılığı, doğrudan doğruya iktidarı talep etmektir. Bu talebin doğrultusunda cinselliğin, aşkın, yaşam tercihlerinin önemi ve önceliği yoktur.”
Sonraki Yazı
Ayhan Geçgin romanlarında “ses” ve Dünyalararasında
“Yaşamın neredeyse durduğu, donuk bir ânı yansıtan anlatıda bellek de parçalanmaya uğramıştır. Bir ampul gibi yanıp sönen sözcükler, anımsandığı anda anlatıcı-kahramanın zihnine ancak cızırtılı bir ses olarak düşer. Yine birbirinden kopuk bir biçimde anımsanan görüntüler bir devamlılık yaratmazlar. Zihindeki bu zamansal kopuşlarla mekânsal kırılmalar birbirini tamamlar.”