• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Hüseyin Rahmi’nin “Hayvanat Mitingi”

Hüseyin Rahmi Gürpınar, 23 Kasım 1908’de Boşboğaz ile Güllabi dergisinin 30. sayısında “Hayvanat Mitingi” başlığıyla bir yazı yayımlar. Okuyacağınız metin, II. Meşrutiyet sonrası koşullarda yükselen hürriyet, adalet ve eşitlik tasavvur ve tahayyüllerinin ufkunun nasıl genişlediğini göstermesi bakımından kıymetli.

Hüseyin Rahmi Gürpınar

FATİH ALTUĞ

@e-posta

EVVEL ZAMAN

9 Mayıs 2024

PAYLAŞ

Hüseyin Rahmi Gürpınar, 23 Kasım 1908’de Boşboğaz ile Güllabi dergisinin 30. sayısında “Hayvanat Mitingi” başlığıyla bir yazı yayımlar. Bu sunuşun ardından okuyabileceğiniz metin, II. Meşrutiyet sonrası koşullarda yükselen hürriyet, adalet ve eşitlik tasavvur ve tahayyüllerinin ufkunun nasıl genişlediğini göstermesi bakımından kıymetli.

II. Abdülhamid’in istibdat dönemini sona erdiren bir inkılap olarak telakki edilen ve 23 Temmuz 1908’de gerçekleşen II. Meşrutiyet’in ilanı hem ülke çapında mitinglere hem de Boşboğaz ile Güllabi’nin de dahil olduğu bir yayın patlamasına sahip olmuştu. Hüseyin Rahmi bu iki unsuru buluşturup mitinglerin katılımcılarını hayvanlara doğru genişleterek söz konusu metni meydana getirir.

Aslında inkılaptan hemen bir ay sonra yazdığı “Heybeliada Merkeplerinin Grevi” yazısında (Boşboğaz ile Güllabi, sayı 7) da bu fikri işleyen Gürpınar, Heybeliada’daki merkeplerin Rum Ticaret Mektebi’nin önünde toplanarak gerçekleştirdikleri grevin kapsamını genişletir ve “Hayvanat Mitingi”nde çeşitli türlerden hayvanların Alemdağ’ın arka tarafındaki ormanda gerçekleştirdikleri bir mitingi hayal eder. “Heybeliada Merkeplerinin Grevi”nde merkeplerin adanın temizliğindeki, taşımacılıktaki rollerinin önemi vurgulanırken, maruz kaldıkları kötü muameleden ve neredeyse açlık derecesinde yaşamalarından şikâyet edilir. Grev insanlarla merkepler arasındaki bir çatışmayla, bir merkebin ölümü ve üç merkeple iki insanın yaralanmasıyla sona erer. Hüseyin Rahmi, merkeplerin abonesi oldukları Geveze gazetesindeki ihtilalci fikirlerden etkilendiklerini vurgulayarak yazıyı tamamlar.

24 Temmuz 1908 tarihli Boşboğaz ile Güllâbî dergisinin kapağı.

“Hayvanat Mitingi”nde olup bitenler ise Boşboğaz ile Güllabi’nin muhabiri olarak tanıtılan Karga Efendi tarafından aktarılır. Çeşit çeşit türlerden hayvanlar bir araya gelmiştir ve hem kendi türlerinine özgü hem de tüm hayvanları kapsayan dertlerden dem vurmaktadır. Dört aydır memlekette esen özgürlük rüzgârlarından etkilenen hayvanlar tabiatın ahengiyle uyumlu, şenlikli bir konser icra eder ve sonrasında müzakerelere geçer. Kürsüye çıkan çeşitli hayvanlar taleplerini belirli bir düzenle dile getirir.

Hüseyin Rahmi okurları öncelikli olarak hayvanların koşullarına ve haklarına dair bir farkındalığa çağırmakla beraber, metnin söylemi aynı zamanda insanların mevcut mitinglerinde gözlemlediği içi boş hürriyet söylemlerinin eleştirisidir de. Kürsüye çıkan her hayvan, insanların İstanbul’da ortak bir yaşamı paylaştıkları hayvanlara ne kadar muhtaç olduklarını vurgular. Salgınlardan, hastalıklardan korunma, şehri temizleme, güvenliği sağlama gibi faydaları öne çıkarmakla, ortak ve birbirine muhtaç yaşama işaret etme iç içedir bu söylemde. Köpek, eşek, küçük bir kuş, yılan, güvercin, maymun insanlarla yoldaşlıklarının hayatiyetini ve insanlığın bu hakikatten gafletini çeşit çeşit örneklerle anlatır. Hayvanlar hürriyeti bizzat yaşarken insanlar ise hürriyeti diline dolayarak, ancak esaretten kurtulamayarak yaşamaktadır. Hürriyet arzusu ve çağrısı, inkılap öncesi ve sonrasındaki hürriyet karşıtı gelişmelere engel olamamaktadır.

Hüseyin Rahmi, “Hayvanat Mitingi”ni insanların hürriyetle ve hayvanlarla ilişkilerinin açmazlarını tartışmaya vesile kılarak hem hakiki hürriyete hem de türler arası ortak yaşama dikkat çekmektedir. II. Meşrutiyet’in hemen sonrasında ilk örneklerini gördüğümüz hayvan hakları ve hayvan yoldaşlığı meselesi edebi hayatını çeşitli şekillerde katedecektir. Kedilere dair refakat hikâyeleri, çeşitli hayvan türlerine yöneltilen zalimlikler, 1910’daki köpek katliamının sonuçları onun külliyatının yeterince dikkat etmediğimiz, güçlü eksenlerindendir. Bu minvalde aşağıdaki satırlarda “Hayvanat Mitingi”nin nasıl kurucu bir metin olduğunu göreceksiniz.


Hayvanat Mitingi


Haklarının temin-i muhafazası [korunmasının sağlanması] zımnında her sınıf halkın müteaddit [çeşitli] yerlerde biliçtima [toplanarak] ittihaz ettikleri [gerçekleştirdikleri] bisemere [sonuçsuz] mitinglere müşabih [benzer] olmamak üzere geçen günü tekmil [bütün] İstanbul şehri ve civarı hayvanatı, Alemdağı’nın arka cihetindeki ormanda toplanarak gayet heyecan-amiz [heyecanlı] ve garip bir miting akdeylemişlerdir [gerçekleştirmişlerdir]. Bu merakengiz [merak uyandırıcı] mitingde gazetemiz namına hazır bulunan Karga Efendi, cereyan eden müzakeratı [görüşmeleri] bervech-i zir [aşağıdaki şekilde] gazetemize bildiriyor:

Dört aydan beri memalik-i Osmaniye’de [Osmanlı topraklarında] cereyan eden hareket-i ahraraneden [özgürlük hareketinden] bihaber olmayan hayvanatın da bir noktada toplanarak bir cemiyet tesis etmeleri ve bu cemiyette hukuklarına ait birçok hususatı [noktaları] müzakere eylemeleri mukarrer [kararlaştırılmış] idi. İşte bu müzakere-yi umumiye soğukların başlamasıyla gözükmez olan insanların tenhalığından bilistifade dünkü gün inikat eylemiş [toplanmış], İstanbul ve civarında yaşayabilen hayvanattan birçoğu bu mitingde hazır bulunmuşlardır.

Miting sabahleyin saat ikide başladı. Köpeklerden, kedilerden, kurtlardan, beygir, öküz ve eşeklerden, her cins kuşlardan hasılı hayvanat-ı fikariye [omurgalılar], zülmaişeyn [amfibiler], zevahif [sürüngenler], tuyur [kuşlar] gibi şuabatın [sınıfların, şubelerin] birçokları bu mitingde hazır bulunuyorlardı. Evvela, üryan [çıplak] ağaçlar üzerine dizilen kuşlar yekavaz [tek ses] olarak, ince perdeden teganniye başladılar. Musiki aheng-i tabiatla [tabiatın ahengiyle] bilimtizaç [uyumlu şekilde] gayet latif nağmelerle terennümsaz oldu [icra edildi]. Fart-ı meserretle [aşırı sevinçle] kurbağaların kopardığı gürültüler, horozların keskin sedaları, eşeklerin yüksek perdeden feryadı, ormanlığı çın çın öttürdü. Bu parlak konseri müteakip [ardından] kürsi-yi müzakerata çıkıldı. Pek çok nutuklar irat edildi. İrat olunan nutuklar medit [kesintisiz] alkışlara gark oldu [boğuldu]. Nutuklar öyle İstanbul sokaklarında bağrışan, bağıra bağıra sesleri kısılan ve yüz defa söylenmiş şeyleri yüz birinci defa tekrar, birçok şeylere karar verip de kararlarını mevki-i fiile [uygulamaya] koyamayan natıkaperdazlarınkine [konuşmacılarınkine] katiyen benzemiyordu. Bütün nutuklar bir sükût-ı mütevekkilane ve ciddiyetperverane [tevekküllü ve ciddi bir sessizlik] ile dinleniyor. Samiinden [dinleyicilerden] hiçbiri çılgıncasına ve müteheyyicane [heyecanla] “Yaşasın hürriyet, yaşasın müsavat [eşitlik]!” gibi bağrışmalarda bulunmuyordu. Çünkü hayvanat; hürriyeti hürriyet için değil, hür yaratıldıkları, hür yaşadıkları için hürriyetin muhafazasından, adalet diye bağrışan insanların aralarında hüküm süren bunca adaletsizliklerden sarfınazar [hesaba katmayarak], kendilerine birçok fevait [faydalar] temin eden hayvanlar hakkında reva gördükleri mezalim-i takatfersadan [katlanılmaz zulümlerden] bahsediliyordu.

Abdullah Kardeşler’in objektifinden 1880’li yıllarda İstanbul’un sokak köpekleri…

Ezcümle [Bunların arasındaki] köpeklerden biri başını kaldırarak:

“Bunca senelerden beri hür ve müstakil olarak yaşıyoruz. Aramızda ne hırs-ı şan u şeref vardır ne de birbirimizin kahrına çalışacak erazil [reziller]. Sokak başlarında tayin ettiğimiz hudut-ı tabiiyeye [doğal sınıra] tecavüz edilmedikçe aramızda bir niza-yı ciddi [ciddi anlaşmazlık] vuku bulmaz. Hudutlarımızda her köpek, hakka, adalete riayet eder. Avusturya, Bosna, Rumeli-i Şarki, Sırp mırp gibi hudut boyu gürültüleri yoktur.

Tam dört asırdır İstanbul’un müzahrefatını [pisliklerini] temizlemekle meşgulüz. Sokağını asla kendisine mal etmeyen ve bütün pislikleri bu sokaklara yığmaya alışan bu halkın az süprüntülerini mi temizledik? Eğer bizim vicdanımız olmasaydı İstanbul halkı sokak pislikleri içinde kokar, hastalıklardan kırılıp biterdi. Kolera, veba zamanında hidematımızı [hizmetlerimizi] herkes takdir etmedi mi? Polis teşkilatından evvel ve hatta devr-i istibdatta [II. Abdülhamid’in baskı döneminde], sırf başka menafinin [menfaatlerin] hadimi [hizmetçisi] olan eski polisler zamanında bir lokma ekmek için hanelerini hırsızların tecavüzatından meneden biz değil miydik? Devr-i inkilabdan beri hâlâ sokaklarını temizleyemeyen, bilakis daha duçar-ı ihmal olan [ihmale uğrayan] caddelerini yâr u ağyara [dost ve yabancılara] karşı tathire [temizlemeye] çalışan yine biz değil miyiz? Bunlara her sabah bir hiss-i minnettarane ve sadakatperverane ile selam veririz de çok defa sırtımıza mükafaten iri bir tekme yapıştırmaktan, haftalarca bizi aç yaşatmaktan çekinmezler. Vay adil insanlar vay!” (Sürekli alkışlar)

Bu nutku müteakip hemen eşeğin biri atılır:

“İnsanlar için en faydalı hayvanattan biri de şu hakir eşeklerdir. Bu kadar faaliyetimize, hizmetimize mukabil her türlü hakareti bize reva görürler. Kendi aralarında yaşaması bile muzır [zararlı] bazı tembel, miskin, bilüzum herifleri bizim ismimizle yad ederek terzil ederler [aşağılarlar]. Ben Heybeli’den geliyorum. Orada bir ailenin tekmil nafakasını çıkarıyorum. Mehtaplı gecelerde sabahlara kadar koşuyorum. Bu kadar emeğime mukabil ne alıyorum biliyor musunuz? Hiç!

Çıplak kayalık adanın taşlar arasında bitmiş otlarını yemeye, çok defa bunu dahi bulamayarak, kâğıt ve paçavra gibi şeyler ekline [yemeye] mecbur kalıyorum. Bu bir hıyanet değil midir?”

Bu şikâyetten fevkalade müteessir olan hemcins diğer bir eşek, hazıruna [hazır bulunanlara] sırtını göstererek bir Acem sürücüsünün yed ü hıştıyla [eliyle ve sopasıyla] bütün vücudunda açılan yaraları gösterdi.

Öne atılan bir beygir de aynı şikâyatı tekrar ve ilaveten:

“Beygirler kadar insanlara hizmet eden hayvan var mıdır? Bütün nakliyat bizim sırtımızla taşınmıyor mu? Harpte en mühim unsurdan biri de biz bulunmuyor muyuz? Fakat heyhat! Bu insanlar bizim ne vakit kıymetimizi takdir edebildiler?”

O vakte kadar küçük gagalarını yan çevirerek irat olunan nutukları bir sükût-ı amik [derin bir sessizlik] içinde dinleyen küçük kuşlardan bazıları hemen aşağı dallara inerek, içlerinden biri bervech-i zir [aşağıdaki] ifadatta bulundu:

“Büyük arkadaşlar! İnsanlara bizim ne gibi bir mazarratımız [zararlarımız] dokunuyor? Onları pencereleri önünde en tatlı şarkılarla uyutmuyor muyuz? Tabiatın kendilerine bahşettiği saadetten istifadeyi bilmeyen bu zavallı bedbahtların en gamlı zamanlarına bütün saffetimizle iştirak etmiyor muyuz? Bunlar ise makam-ı teşekkürde [teşekkür yerine] bizi avlamak için ağaçlara ökseler kurmuyor mu?

Tarlalarında en muzır hayvanatı itlaf ettiğimize mükafaten bizi öldürmek için az mı koşuyorlar, az mı barut sarf ediyorlar?”

Bir yılan başını kaldırarak etrafa bakındı ve hemen kürsi-yi belagate çıktı:

“Bizi pek mühlik ve müsemmim [öldürücü ve zehirli] tanıyan insanlara şiddetle protesto ederim: Bize dokunmayan, ihanet etmeyen hiçbir insana zarar vermeyiz. Bilakis bu insanlar bize nispetle daha muzır ve daha mühliktir. Cerr-i menfaat [menfaat peşinde koşma], hırs, şöhret için bunlar yekdiğerine neler yapmıyor! Birbirinin mahvı için en yırtıcı bir hayvanın bile tenezzül etmeyeceği vahşeti icradan geri duruyorlar mı?”

Hüseyin Rahmi Gürpınar

Derken bir güvercin ortaya atılarak:

“Yorulmayınız! Eğer siz de benim gibi onları pencereler önünde aram ederek [dinlenerek] içlerinde cereyan eden vakayı seyretseydiniz bunların bu hayat-ı kedernakine [kederli hayatına] teessüf eder ve insan olarak yaratılmadığınıza ne kadar memnun kalırdınız!” (Alkışlar)

Bunun üzerine güle güle mevki-i hitabete çıkan bir maymun şu yolda bir irad-ı makal eylemiştir [söz söylemiştir]:

“Arkadaşlar, pek nafile yoruluyorsunuz! Darwin, insanların esasını hayvanattan, daha doğrusu bir maymunun tekâmül-i tedricisinden [derece derece evriminden] addediyor. Fakat biz bunu daha o vakit şiddetle protesto etmiştik. Biz hayvanız fakat hür ve namusluyuz. İnsanlar arasındaki fesad-ı ahlak bizde yoktur. Hürriyetimiz, tabiatıyla tevemdir [birbirine eştir]. İnsanların ne kadar budala olduklarını şimdi anlıyorum, hür yaratılmış olan bu insanlar esareti kabul etmişler ve sonra bu esaretten kurtulmayı güya bir muvaffakiyet addeylemişler. Ne tuhaf! Bu, sizin hamakatinizden bilistifade tüylerinizi yolup da yine size iade eden bir cani ve zalime teşekkürler etmeye benzer. Hele bunların kopardıkları yaygaralara, meserretlere ne mana vereceğimi şaşırıyorum.

Boş bir hay u huy içinde çalkanan, henüz bir yere toplanıp da istikballeri hakkında bir karar-ı kati veremeyen bu insanlara cidden acıyorum. Aramızda o kadar tabii görülen hürriyet, müsavat ve adalet onlar nezdinde koca bir şehrayin [şenlik, gösteri] yapılmasına kadar varıyor. Garabeti [garipliği] bu kelimatın kâğıtlar üstünde kalışındandır. Bizim yazacak kâğıdımız olmadığı için hürriyeti tabiatın bir netice-yi zaruriyesi gibi telakkiye mecburuz.

Onlar esasen malik oldukları hürriyeti gazetelerle halka neşretmek istiyorlar. Tuhafı ‘Biz bina-yı istibdadı yıktık, hürriyeti istihsal eyledik [kazandık]. Artık her hususta hür ve serbestiz’ diye bağırıyorlar da beri tarafta mahakim [mahkemeler] bu serbest gazeteleri bir bir mahkûm ediyor. Ellerini, ayaklarını biaman zincirle bağlıyorlar da gazeteler bu tezat karşısında ne yapacaklarını şaşırıyorlar.”

Köpeğin biri derhal atılıyor:

“İçimizden birine haksız tecavüz vuku bulsa derhal hepimiz ayaklanırız, değil mi?”

Maymun:

“Şüphesiz komşusuna yapılan bir haksızlıktan sair komşular müteessir olmaz [üzülmez] ve bu adaletsizliğe mâni olamayıp da lakayt bulunulursa o mahalde, o cemiyette fikr-i adaletin henüz takarrür etmediği [yerleşmediği] anlaşılır. (Alkışlar)

Görmüyor musunuz? İnsanlar ne kadar terakki ederse etsin, ne kadar zengin olursa olsun neticede yine bizim gibi böyle ormanlar, bahçeler, çiftlikler içinde yaşamak istiyor. Demek ki biz insanlara nispetle daha medeni, daha adil, daha hürüz.” (Sürekli alkışlar)

(Vaktin geç olmasına mebni mitingde tekrar eden mevaddı [maddeleri, meseleleri] gelecek nüshamda bildireceğim.)[1]

 

 

[1] Her ne kadar yazı bu sözlerle bitse de sonraki sayılarda mitingin devamı yer almamaktadır.

Yazarın Tüm Yazıları
  • Boşboğaz ile Güllâbi
  • Hayvanat Mitingi
  • Hüseyin Rahmi Gürpınar
  • II. Meşrutiyet

Önceki Yazı

KRİTİK

Metin Eloğlu şiiri:

“Taşçayın tüy de var tortusunda”

“Garip’in izini gururla taşıyan ve fakat onu aşan bir şiirdir onunki. Ama bu bakış, Eloğlu’nun şiirinin kat yerlerini görmemizi engelleyip, hızlı bir yargıyla onu önce Garip’in 'yaşama sevinci' programına, daha sonrasında da İkinci Yeni’nin anlamını 'soyut'ta bulan varoluşa, bunun dil ve yapısına dahil ederek Eloğlu’na has gereçleri, şiirindeki çatışma ve kırılmaları, kişisel ve toplumsal belirlenimleri gözden kaçırmamıza sebep olabilir.”

ALARA ÇAKMAKÇI

Sonraki Yazı

SÖYLEŞİ

Orhan Koçak ile söyleşi:

“Aynadaki kitap / kitaptaki ayna”

“Önüme ne çıkarsa okuduğumu söylemek en doğrusu olur, edebi ve edepsiz metin ayrımı da pek yapmadan. Kerime Nadir veya Nihal Atsız’dan Michel Zevaco veya Turgenyev’e kadar. Bir 'strateji' izlemedim; kendimi edilgin biçimde teslim ettim kitaplara, metinlere, seslere, ışığa ve renklere. Başlarken beni 'yontacaklarına' dair en ufak bir inanç, hatta bilinç var mıydı içimde? Hiç hatırlamıyorum. Zaten sonuç da ortada.”

CAN TEZEL
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.