Ağaçname: “Unutulmasın gerekiyor…”
“Çok katmanlı bir çizer Selçuk, girip çıkmadığı konu, tema yok gibi. Taşkın bir yaratıcı. Bir kez daha ağaçlara bakıyor... Selçuk’un ironisi, kendinden koparılmış bir doğaya ağıt gibi. Belki de yepyeni bir doğa arayışıdır. Ürettiği sanat yapıtları size hem bir eski dosta rastlamış hissi hem de yeni bir arkadaş edinmiş hissi verir. İkisini bir arada bulmak tazeleyicidir.”

Ağaçname kitabının kapağından ayrıntı, Selçuk Demirel.
I-Ağaçlardaki kitaplar, kitaplardaki ağaçlar…
Binlerce yıldır insanoğlu ağaçların içinde yaşıyor, yine binlerce yıldır bazı ağaçlar sanatçıların eserleri içinde yaşıyor. Doğa resmi deyip geçenler aslında oradaki ağaçların belge olduklarını görmüyorlar. Selçuk Demirel’in yenilerde Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Ağaçname – Sen Ne Güzel Bir Ağaçsın!’'ı adeta bir ağaç ve doğa destanı. Yaşayan ve resmedilen ağaçlar külliyatı… Selçuk’un farklı dönemlerinden derlenmiş bir koleksiyon.
Yıllar önce bir klima reklamında, Uzakdoğulu bir adam, tatlı Türkçesiyle klimanın “şahane” özelliklerini sayıyor ve sonunda slogan olarak: “Erimesin gerekiyor” diyordu. Başlık oradan aklıma geldi. Uzun süre takılmıştı dilime. Unutulmaması gerekenleri düşündüğümde, “Erimesin gerekiyor” diyordum. Gülüyorduk… Çünkü ağaç unutulursa sadece darağacı oluyor.

Ağaçname – Sen ne Güzel Bir Ağaçsın!
YKY
Nisan 2023
232 s., büyük boy, renkli
Bu kitap, kâğıt üstünde ağacı anlatan evrensel bir kitap. Bütün dillerde anlaşılacak ortak bir dil yaratmış yine Selçuk, bazen fısıltıyla bazen çığlıkla… Yıllardır iklim ve doğa için tehlike çanları çalmasaydı, belki Selçuk da bu resimleri boyamayacaktı. Bu kıvamda bir kitap olmayacaktı.
Ağaçname de bir ağaçtan yapılma. Kitabın içindeki ve dışındaki ağaçları sulamanıza gerek yok, çünkü can suyunu Selçuk vermiş. En çok da kiraz ağacını severmiş, Artvin’de müthiş bir meyve bahçesinde büyümüş. İnsanların halleriyle ağaçların halleri nasıl da birbirine benziyor. “Bana ağaçlarını söyle, sana nasıl bir memlekette olduğunu söyleyeyim” diyesi geliyor insanın. Çocuklar doğayı arka bahçelerinde keşfederlerdi eskiden. Şimdi evlerde saksı varsa seviniyoruz.
Kitabın kapağını kaldırdığımızda, ilk sayfada bir bardak suda ağaç dalları karşılıyor bizi. Sayfayı çevirdiğimizde en az kapaktaki desen kadar güzel bir başkası çıkıyor karşımıza. Yemyeşil bir masa ve sandalye. Masanın üzerine kök salmış gövdesi bile yeşil, heybetli bir ağaç. Masanın ayaklarından çıkmış dallar… Ağaç masaya öyle bir kurulmuş ki, yazar değil, doğanın kendisi yazıyor sanki kendi hikâyesini.
II- Kitaptan çıkma desenler ve mısralar…
Bazı resimler o kadar güçlü ki, sayfalarca yazabilirsiniz üzerine. Birkaçını anlatmam lazım:
- Bir hiddetli rüzgâr, mavi Pisa Kulesi hafif eğilmiş, bir ağaç palto giymiş, kafasında dallar, uçuşan yapraklar. Gerçeküstü bir şeyler var bu resimde. Selçuk bizim için dondurmuş o ânı.
- Elinde iki ahşap bavul taşıyan adam, bavulların altında topraktan sökülmüş ağaç kökleri... Müthiş bir resim.
- Lacivert bir gece, bir adam ağaca bakıyor. Ağacın dallarına bir şehir kurulmuş. Bloklar bloklar bloklar… Adam evine nasıl çıkacak?
- İki kalın gövdeli ağaç birbirlerine doğru öyle bir eğilmişler ki, aralarındaki boşluk bir çıplak kadın bedeni ortaya çıkarmış. Tam ortalarında da kadının bacaklarını ayıran bir küçük fidan.
- Öyle kesilmiş ki ağaç, dibi neredeyse tam daire, gövdesinin ucu kalem gibi duruyor üstünde, ağacın dalları, kalemin saçları gibi.
- Bir ağaç dallarından oluşmuş insan kafası üstte, gövdesinin içinde bir merdiven yukarı çıkıyor. Merdivenden inmiş adam evinden çıkıyor.
- Ağacın kökleri bir insan eli gibi toprağı karışlamış, dalları da insan parmağı şeklinde açılmış.
- Kesilmiş bir ağacın gövdesi bir adam şeklinde, dizlerinden, penisinden, göğüslerinden, kollarından, kafasından dallar fışkırmış.
- Ağacın dallarıyla kökleri birbirlerine ayna tutmuş sanki. Kökler ve dallar kardeş.
- Dev bir ağacın kollarında dolanan insanlar ne arıyor?
- Dalları çiçek açmış bir ağacın gövdesini kitaplık yapmayı düşünmüş. Kırmızı sandalyenin üzerine bir kitap bırakılmış size.
- Kesilmiş bir ağacın içinde boğulan ve yardım isteyen bir insan.
- Ormandaki bir ağacın gölgesi kedi şeklinde düşmüş yere.
- Kökünden kesilmiş bir ağaç, toprakta kalan kısım daire şeklinde çizgilerle ağacın yaşını gösteriyor. Selçuk bu kalan gövdeye bir pikap kolu takmış. Sanırım bir ağıt çalmakta.
- Yarısı açık bir kibrit kutusunun içinden ağaç dalları fışkırmış.
- Her ne olursa olsun, doğa, ağaçlar bize hâlâ gülümsüyor, Selçuk da… Ağaçların şiir gibi sözleri var, desenlerin yanında. Dizelerin gücüne inanıyorum. Kitaptaki desenlere kardeşlik ediyorlar. Dilsiz ağaçların dili oluyorlar. Çizerimizin yazdığı dizeler, edebi yanının ne kadar güçlü olduğunu hissettiriyor. Çoğu şiir “Ben bir ağacım…” diye başlıyor. “Ben bir ağacım, aklım havada” diyor mesela. Aklım havada lafının tam oturduğu bir cümle.
“Alelacele açtım çiçeklerimi,
ağaçkakan uyandırmasaydı
kaçıracaktım ilkbaharı”
diyor, baharda açmış bir ağacın yanında.
“Peki dede sonbaharda
ağaçlardan düşen yapraklar
ilkbaharda tekrar yerlerine
nasıl dönüyorlar?”
diyor, sayfa 115’te. Tam da bir çocuğun soracağı soru. Ama bu alıntının kimden yapıldığı meçhul.
“Ben bir ağacım.
Her düşen yaprağım
düşen bir gözyaşı
damlasıdır”
diyor, doğanın kendine ağladığını düşündürtüyor. Selçuk’un uzun yıllar boyunca oturttuğu üslubuna yeni açılımlar katıyor bu şiirler.
III- Hayal, yine hayal, yine hayal…
Farklı zamanlarda çizilmiş bu desenler birbirlerini tamamlıyor. Çizimler gittikçe “doğalaşıyor”. Kâğıt hamuru insanın hamurundan daha sağlam, hiç bozmuyor kendini, yüzyıllarca koruyor.
Selçuk’un Ağaçname’si bütün dünya için yazılı ve görsel bir ağıt aynı zamanda. Bundan çok değil, 50 yıl sonra torunlarımız ağacı bilemeyebilir. Belki bu kitaba bizden daha çok ihtiyaçları olacak. Bu çocuklar kapasalar gözlerini, hayal edebilecekleri bir ormanları bile olamayacak.
Yaprakların düşüş sesini en iyi besteleyen mevsim sonbahardır. Kitapta pek dökülen yaprak yok. Kim süpürdü acaba onları? Geçen yılın kuru ağaç yapraklarına gazel mi deniyordu? Bu bilgiyi de unutacağız mesela kullanmaya kullanmaya. Kitabın kapağını kapattığınızda, bu ağaç ve doğa destanı bitince, sanki bütün ağaçlar el ele tutuşmuş ve koca bir masal ormanı yaratmışlar duygusu veriyor. Ağaçlar kitabın dışına sızıyor. Selçuk’un ağaçları.
Artık evlerimizdeki saksılara bahçe muamelesi yapmak zorundayız. Ağaçlar, bitkiler küçüle küçüle saksılara sığmak durumunda kaldı. Doğadan bize kalanları bir arşivci titizliğiyle kağıtlara aktarıyor Selçuk. Bu bir görsel “doğa tarihi” tutmak gibi geliyor bana. Yıllar yıllar sonra değeri daha da anlaşılacak ve artacak.
“İlhan Mimaroğlu’nun Yokistan Tasarısı adlı kitapçığının önsözünde şunlar yazar: ‘Olmaması gereken dünyaların (ülkelerin) en kötüsünde yaşamak zorunda kalmak, yakın ya da uzak geçmişlerde olduğu gibi, olabilecek dünyaların en iyisini düşünme dürtüsünü sağlıyor.’” (Aktaran: Ersin Antep) Bu dürtü bizi belki doğayı korumaya götürecek. Umutsuz ağaç yetiştirilemez çünkü.
Bizim mahallede kendi gövdesine sarılmış gibi duran bir ağaç var, her gördüğümde ben de onlara sarılmak istiyorum. Bu hissi her şey yaratmaz.
IV- Ağır çığlık
Selçuk’un tekrar tekrar ağaç resimleri yapmasının altında bir şey olmalı. Doğada, ağaçta hile yoktur, Selçuk’un desenlerinde de… Belki bu hilesizlik yaşatacak bizi. Hile beyaz adamın bitmez tükenmez hırslarında… Ağaçları kesiyorlar cancağzım. Bu kestiğiniz ağaçlar cehenneminize odun olacaklar. Televizyondan yangın görüntüleri izlemek sıradanlaştı. O ağaçlar nasıl yanıyordu Yanıklar mevkinde. Yangının sesi vardı. Koskoca kütükler kibrit çöpü gibi yanıyordu.
Ağaçlar insanoğlunun belleğidir, saklar onu. Ağaca göz atmak insana, doğaya göz atmaktır. Ağaçların dünya üzerindeki seyri, insanın seyriyle benzerlik gösterir. Onlar üzerinden bir tarih yazılabilir, yazılmalı. Hâlâ doğadan esinleniyoruz, bitmiyor bu. Doğadan daha iyi bir mimar yok.
Doğa onu aylara, günlere, yıllara böldüğümüzü bilmiyor. İnsan doğanın içinde yaşardı eskiden. Şimdi bakın eylemlere, bir avuç kalmış ormanların etrafını sarıyor insanlar. Şimdi doğa insan tarafından çevrelenmiş ve o dilsiz ağaçlar yok edilmekte. 50 sene sonra Selçuk’un desenleri koleksiyon parçaları olarak korunacak belki!
V- Can batığı
Çok katmanlı bir çizer Selçuk, girip çıkmadığı konu, tema yok gibi. Taşkın bir yaratıcı. Lirik bir şiir gibi çizimler. Bir kez daha ağaçlara bakıyor. Onun gördüklerinden süzülenlere baktıkça biz de Selçuk’u görüyoruz. Onun ağaçları, ormanları bir daha olamayacak kadar güzel olan bir dünya yaratır. Ağaç mı hayal gücünden, hayal gücü mü ağaçtan geliyor?

Selçuk’un ironisi, kendinden koparılmış bir doğaya ağıt gibidir. Bir daha geri gelmeyecek o çocukluğundaki ağaçları sonsuz kılmaktır. Belki de yepyeni bir doğa arayışıdır. Ürettiği sanat yapıtları size hem bir eski dosta rastlamış hissi hem de yeni bir arkadaş edinmiş hissi verir. İkisini bir arada bulmak tazeleyicidir. Sanki ormanların oksijeni kitaptan burnunuza gelir. Üstelik istediğiniz zaman bu duyguyu size geri verir. Orada, o kitapların içinde bekler sizi bu tanıdık tazelik. Selçuk’un nüktesi ve eleştirisi her bir ağaçtan bize bakar.
Çok büyük bir yaratıcıyla karşı karşıya olduğumuzu yıllardır biliyoruz. Adı, soyadını aşmış ender sanatçılardan biri. Bu kitap vasıtasıyla bir kez daha Selçuk’un hakkını teslim etmeliyiz. Şu söylenebilir bir son söz olarak: Artık bu resimleri yaptın, bundan sonra dünya eski dünya değil, dünyan eski dünyan değil. Ellerin dert görmesin…
HAMİŞ:
1) Selçuk’un bir önceki kitabı, Bir Ağacın Altında'ya enfes bir önsöz yazmış olan Uras Kızıl’ı meraklısı mutlaka okumalı. Kızıl şunu diyor kısaca: “Baktığımız şeylerle gördüğümüz şeyler arasında bir fark yoktur: Görünen Selçuk Demirel’dir.”
2) Sanki resimlerin tarihleri de olsaydı daha şahane olurdu.
3) Bu 232 sayfalık destan kitap, büyük boy olsaymış daha vurucu olurmuş.
Önceki Yazı

“Kötülük eylemde midir, yoksa niyette mi?”
“Edebiyat hayatın yazardaki izlenimlerinden doğar. Dolayısıyla hayatta ne varsa edebiyata konu olabilir. Hayatta da maalesef cinayet, cinsel istismar, her türden şiddet var. Yazarın bunları görmezden gelmesi düşünülemez. Bazı şeylerin çevresinden dolaşan edebiyatın içi boştur. Dürüst değildir.”
Sonraki Yazı

Başıbozuk teyeller, uzuvlar, imgeler
“Teyel, 'iki ya da daha fazla kumaş üzerine yapılan geçici birleştirme işlemi'dir. Uzuv, 'canlı organizmalarda belli başlı görevleri yerine getiren ve canlılığın devamını sağlayan organ'dır. İlizarov ise 'bir kol veya bacağın hasarlı kemiklerini uzatmak veya yeniden şekillendirmek için kullanılan bir tür nesne'dir. Her üç kelime/kavram da aslında bir uzantıya, noksanlığa, değişime/dönüşüme vurgu yapar.”