Hakkâri’de Bir Mevsim:
Sönmüş bir yıldız, Pirkanis
“O, yabancı, uyumsuz, sakıncalı ve yalnız bir varoluş haliyle, kurulu düzenin kurumlarından ve ilişkilerinden dışlanmış, dolayısıyla aklıyla bütünlenebilecek bir gerçekliği arıyor.”
Hakkâri'de Bir Mevsim'den (Erden Kıral, 1982) iki karede Genco Erkal.
İki notayla,
Vuruyordu dibeğin yüreğine
Sertleşmiş elleri kadının,
İnliyordu vadide buğday;
Dib-bek, dib-bek, dib-bek,
Dib-bek, dib-bek, dib-bek,
O an,
Karışıyor bata-çıka
Karı yoğuran ayakların seslerine
Buğday sonatı. Ve,
Sonata dahil oluyor;
Sıcak, nemli, yorgun, canlı bir nefes,
Odasız orkestra, karın ortasında;
İki nefesli tek yürekli dibek,
Trombon ayakların yoğurduğu kar, ve
Yabancı bir ses a-tonal;
Bilinmeyen bir zamanda,
Unutulmuş bir yerde,
O,
Bize doğru yürüyor,
Gelip geçecek odaların içinden,
Kaybettiği denizini yeniden bulmaya çalışacak,
Sönmezse rüzgâra direnen mum ışığı…
Sönmüş yıldız Pirkanis
Adına “uygarlık” denen bir gezegenden Pirkanis isimli sönmüş bir yıldıza zorunlu iniş yapıyor bir “yabancı”. Belki de uygarlık dediği denizde kasırgalara yakalanmış yabancı, eski ve yaşlı teknesi fırtınalara dayanamamış, parçalanmış ve kıyısına vurmuş Pirkanis’in. Ya da kaybettiği denizi yeniden bulmak ve dağılan teknesini yeniden onarmak için yolu düşüyor Pirkanis’e. Veyahut zorunlu askerlik hizmetini öğretmen olarak yapmak üzere Pirkanis’e geliyor “yabancı”; zorunluluktan…
Pirkanis’teki biyolojik canlı gereksinimleri “yabancının” geldiği gezegendeki ihtiyaçlarla aynı; beslenme, barınma, giyinme ve oksijen, su, ateş. Hatta canlıların geçirdikleri biyolojik evrime bakılırsa, bedensel bütünlük itibariyle hemen hemen her organ ve doku da aynı. Fakat temel üstyapısal ihtiyaçlara bakılacak olursa, okur-yazarlık, hümanizma, sosyolojik ve kültürel formlar, ideolojik yapı, toplumsal ilişkiler vb. motifler “yabancı” adamın gezegeniyle uyuşmuyordu.
Pirkanis sönmüş bir yıldız olarak “uygarlık” denen gezegenin uydusuydu. “Uygarlığın” etrafında dönüyordu, ancak “uygarlığın ışığından” yararlanamıyordu. Ay’ın görünmeyen karanlık yüzü gibi, “uygarlığın” görmediği bir yerde, gölgede kalmış ve kendi ışığı içinde sönmüş bir uyduydu Pirkanis.
“Yabancı adam”, önünde dikili Türk bayrağı bulunan, adına sınıf denen tek odalı bir yapının içinde, bir grup meraklı, şaşkın, heyecanlı ve yabancı çocuk gözüyle yüz yüze geldiğinde, aynı dili konuşup konuşamadıklarını bilmeden, kendisinin bir “öğretmen”, çocukların da “öğrenci” olduğunu öğrenir. Tek odalı okulun öğretim materyalleri olmayınca, okulun çatısı altında öğretmen olan adam öğrencileri sınıfın dışına çıkarır. O gün okula ait “ders” olmayacak, dışarıda, hayata dair “ders” verilecekti; “öğretmen” de okulun dışında, “yabancı adam” olacaktı.
“Yabancı” adam hayat bilgisine dair ilk dersini güneş sistemini anlatarak verir. Güneş ve Dünya yörüngesini bir oyun tasarlayarak anlatır; Güneş diye adlandırdığı bir öğrenciyi bahçenin bir yerine diker, bir diğer öğrenciye de Dünya der. Ve Dünya’nın Güneş’in etrafında dönmesini ister; Dünya, döner, döner, döner, döner… Çocuklar ve “yabancı” adam Dünya’nın dönüşünü izler, bakar, yeniden izler, yeniden bakarlar ama hiçbir şey değişmez. Evet, güneş sisteminde hiçbir şey hareketsiz değildir, doğru, ancak Pirkanis’te bu yasa geçerliliğini yitiriyor sanki. Pirkanis de “mevcut uygarlığın” etrafında döner, döner, döner, ancak hiçbir şey değişmez…
Öyle ki, Pirkanis’in uydusu olduğu gezegen de bir başka gelişkin uygarlığın uydusuydu. Demek ki Pirkanis’in gezegeninden de üstün gezegenler vardı. Pirkanis kendi gezegenine ait ışığı alamazken, diğer üstün ve gelişkin gezegenlerin ışığını ise alamayacak kadar karanlıkta ve uzaktaydı.
1914 yılına ait nüfus kayıtlarında adı Pirkanis olarak geçen köy, Hakkâri il merkezine (bugünkü koşullarda) 45 km uzaklıktadır. 1946 yılında köyün adı bir ara Pirgan olur. Ne zaman ve nasıl Işıklar adıyla anılmaya başladığını öğrenemedim, Pirkanis halen 2.000 rakımlı, 13 haneli, 114 nüfuslu bir köy.
O
O, içinde bulunduğu zamanın ve mekânın koşullarına göre adlandırılan “yabancı” bir varoluş hali: Pirkanis köylüsü için gelenekleri ve kurumları bozacak yabancı bir unsur, köylü öğrencilerin gözünde yabancı öğretmen, Halit’in (köyün dış dünyayla ilişkisini kuran bir tür köy elçisi) gözünde umut vaat eden bir kâşif, geldiği “uygarlığa” göre uyumsuz ve yabancı, “uygarlığın iktidarına” göre sakıncalı, ait olduğu ilişkilerin içindeyse (sosyal-kültürel ve ideolojik çevre) yalnız.
O, yabancı, uyumsuz, sakıncalı ve yalnız bir varoluş haliyle, kurulu düzenin kurumlarından ve ilişkilerinden dışlanmış, dolayısıyla aklıyla bütünlenebilecek bir gerçekliği arıyor. Bu nedenle kara tonları ağar basan bir umutla, aklıyla yolculuğa çıkıyor; kâşif kendisini görebilecek bir zamanı ve bu zamana ait bir yeri arıyor.
O, mevcut uygarlığın içinde kaldığı sürece üzerine yapıştırılan etiketlerle anılıyor. Bu etiketlerin dayattığı isimlerle kimlik ediniyor. Yapmak zorunda kaldığı askerlik hizmetini, uyumsuz ve sakıncalı alt kimliğiyle, bir öğretmen olarak yerine getiriyor. Bu etikete ya da kimliğe rıza gösteriyor. Onu düşlediği yere taşıyacak gemiyi ve denizi henüz bulamadığından bu rızanın esiri oluyor. Acı duyuyor, yalnızlık hissediyor, aklında çoğalan seslerin içinde sessizliğini yaşamak zorunda kalıyor. Ondan dışarıda sessiz, kör ve sağır olması isteniyor.
O, benimsemediği halde ona dayatılan “zoru” yerine getiriyor.
Pirkanis’teki yaşam koşulları ve çocukların bakışları aklına çarptığında, O vicdanına karşı sağır kalamayacağını anlıyor. “Uygarlığın” dayattığı zorun baskısından bir süreliğine sıyrılıp aklının gerçekliğini üretmeye yöneliyor; öğretmen olmayı benimsiyor. Çocuklara okuma yazmayı, hesap yapmayı, davranış geliştirmeyi, hayat bilgisini ve “hangi insan olmalı” konusunda asgari de olsa bir şeyleri öğretmeye çalışıyor.
O, geldiği “uygarlığın” içinde görünmez ve duyulmazken, Pirkanis’te görünür ve duyulur hale geliyor. Çocuklar öğrenci olmayı benimseyince, O da bir öğretmendir artık. O, geldiği “uygarlığın” doğrularını değil, insanlığın aydınlanma evrimine dair doğruları anlatmaya ve öğretmeye çalışıyor. “Uygarlığın” görmediği ve duymadığı Pirkanis duyulur ve görünür hale geliyor. Pirkanis “yabancı” sayesinde uydusu olduğu gezegenin ışığını değil, insanlığın aydınlanma evrimine ait ışığı almaya başlıyor.
O, öğrencilerin okul ihtiyaçlarını karşılamak için şehre gidiyor. Film O’nun şehirde yaşadıklarını göstermiyor. Sadece İl Eğitim Müdürlüğü okul ihtiyaçlarını karşılayacak mali kaynağı sağlamadığından, gerekli malzemeleri kendi gelirinden temin ettiğini söylüyor. O’nun şehirdeki günlerinden romanda söz ediliyor; şehirdeki kitapçıya ve berbere kendisini O diye tanıtıyor. O, Pirkanis’teki öğretmendir. Bunun dışında bir kimliği ve geçmişi yoktur. Berberdeyken gördüğü kendi yüzünü tanıyamaz, bu yüzün kime ait olduğunu hatırlayamaz. Geçmişi olmayan O, kendisine yabancılaşıyor. O, verili durum dahilinde Pirkanis’teki öğretmendir sadece.
Az gelişmiş kapitalist üretim ilişkileri içinde feodalizm kanserli bir hücre gibi yaşamını (üretim ilişkilerini) sürdürmeye devam ediyor. Kanser üreten feodalizm kapitalizmin az gelişmiş formuna ihtiyaç duyuyor. Aynı zamanda az gelişmiş kapitalizm de kanserli feodal üretim ilişkilerine ihtiyaç duyuyor. Kapitalist ve feodalist ideolojik aygıtlar birbirini yedekliyor ve egemen oluşun araçlarını geliştiriyor. O, Pirkanis’te yağmurdan kaçarken doluya yakalanıyor; kapitalist üretim ilişkileri içinde yaşadığı çatışmalardan ve söz konusu ilişkilere karşı aklında ürettiği uyumsuzluktan sonra, bu kez Pirkanis’te feodal ilişkilerin somut gerçekliği içine düşüyor. O, varoluşundaki uyumsuzluğun yanı sıra, şimdi Pirkanis ölçeğinde insan olabilmenin direncini öğretmeye ve göstermeye çalışıyor.
Kitap ve film
O isimli romanla Hakkâri’de Bir Mevsim isimli filmin görme biçimleri açısından temelde bir farkı bulunmuyor. Hatta film mi kitaptan, kitap mı filmden türetilmiş diye düşünebiliriz. Bu biçimi O’nun hikâyesini anlatan iç içe geçmiş iki ayrı enstrüman biçiminde düşünebiliriz. Var olan fark, yazı dilinin anlatım ve yorum gücündeki zenginlikle görsel anlatım dilinin göstergelerden ibaret olan sınırlılığı kadar vardır.
Kitaptaki dil görsel anlatım diline göre daha gelişkindir. Görsel anlatım dili izleyicinin görme sınırlarını belirleyebiliyor ve izleyici yönetmenin göstermek istediğini görmekle yetiniyor. Bu noktada film kitaba göre daha fazla politik ve ideolojik çağrışımlarda bulunuyor. Yönetmenin bakışı, yorumu, dönemi algılayışı, toplumsal durumu analiz edişi, vs. nedenlerden dolayı film hikâyeden politik bir uç çıkarmış gibi görünüyor.
Kitapta O olan kişilik filmde Pirkanis’teki bir öğretmene dönüşüyor. Kitaptaki O, belirsiz bir zamanın varoluşsal kişiliğidir. Filmdeki O, belirgin bir yerin, belirgin bir kimliğin, kurulu ilişkiler içinde belirgin bir rolün kendisidir; Pirkanis’teki öğretmendir.
Film 1982 yapımı: Hem ‘80’li yılların yaratacağı ideolojik-kültürel ve politik tahribatın henüz başlangıcında hem de ‘80 darbesinin neden olduğu baskı, şiddet, ölüm, zor ve korku dolu dönemin tam ortasında hazırlanıyor. Yönetmenin yetmişli yıllardan taşıdığı ve filme yansıttığı toplumsal gerçekçilik bakışı buram buram kendisini hissettiriyor. Hikâyenin yazarından filme yansıyan varoluşçu etkiler filmin toplumsal gerçekçiliğini daraltmıyor. Çünkü yakın bir zaman sonra ‘80’li yıllarda yaygınlaşacak olan sinema ve hikâye anlatımındaki varoluşçu dil toplumsal gerçekçiliğin izlerini silecek, post-modernizmin etki alanına girecektir. Dolayısıyla, Hakkâri’de Bir Mevsim gibi bir filmde yönetmen görsel estetik yerine toplumsal gerçekçi planlara daha çok yer vermeyi tercih ediyor.
Sonuç
Doğa veya toplum nesnelliğinde eşit ve bileşik ilişki kurulamadığı sürece, akıl ortaklığı yaratılmadığı sürece, “yabancı” olma hissi ya da “O ve biz” ayrımı yaşanmaya devam edecek. Önemli olan dilin farklılığı değil, toplumsal ilişkilerin iktidarlar tarafından belirleniyor olmasıdır. Çünkü iktidar her zaman “yabancı” ve “O” ayrımına ihtiyaç duyuyor.
Ölüm ne zaman başlar ve ne zaman biter? Zamanı donmuş olarak ve hayatı kalıplar içinde algılamaya başladığında ölmüş sayılmaz mısın? Ölmek için illa ki biyolojik ömrünü tamamlaman gerekmiyor; yaşarken de ölü sayılmak mümkün. Filmde kim ölü, kim değil? Tıpkı yaşadığı sert kış mevsimindeki gibi zamanı ve hayatı donmuş bir şekilde yaşayan Pirkanis mi, yoksa “kış mevsimine” direnen ve teknesine kavuşup denizlere açılmayı umut eden “O” mu; hangisi ölü, hangisi değil?
KAYNAKLAR:
Ferit Edgü, O/Hakkâri’de Bir Mevsim, Sel Yayıncılık, İstanbul, Temmuz 2010 (6. baskı).
Hakkâri’de Bir Mevsim
Yönetmen: Erden Kıral
Senaryo: Onat Kutlar
Hikâye: Ferit Edgü’nün O isimli romanından uyarlama.
Oyuncular: Genco Erkal, Şerif Sezer, Erkan Yücel, Macit Koper, Rana Cabbar
Müzik: Timur Selçuk
Yapım: 1982 (Türkiye gösterimi 1988. Bu sürede yasaklıdır.)
Önceki Yazı
Erinç Seymen’in pankartı
“Sergiyle aynı adı taşıyan iş, Kipuka bir sığınma, bir şefkat manzarası. Bir yanardağın yakınında, bir hamakta uyuyan bir çocuğun o masumane görüntüsü, dramatik bir kontrast üzerinden iki şeyi aynı düşündürüyor: Şiddet ve şefkat, tehdit ve gözetme, kaos ve huzur.”