Haftanın vitrini – 52
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Bir Hayat Bol Sohbet / Eksik Poetika / Her Şey Nafile / İncirlik Yazı / Kaynaklar, Nehirler, Buzdağları / Kitapların Yolculuğu / Kızlar / Ne Para Ne Saat Ne Kasket / Nehrin Dibinde / Pessoa:Personæ


Bir Hayat Bol Sohbet
Aras Yayıncılık
Aralık 2024
240 s.
Sanatla iç içe geçmiş bir yaşamı anlatan Bir Hayat Bol Sohbet, Sosi Cındoyan’ın çocukluk yıllarından başlayarak tiyatro sahnesindeki yolculuğunu ve sanata olan tutkusunu samimi bir dille aktarıyor. Cındoyan anılarında Ses Tiyatrosu’yla adım attığı dünyayı, yani tiyatro sahnesinin ona sunduğu özgürlüğü ve yaratıcılığı derinlemesine anlatırken, aynı zamanda sanata olan sevgisinin nasıl bir hayat biçimine dönüştüğünü de gözler önüne seriyor.
Kitap, aynı zamanda Sosi Cındoyan’ın sahnenin ötesine geçerek, Patil Çocuk Tiyatrosu’nu kurma kararıyla birlikte çocuklara tiyatro sevgisini aşılamayı amaçladığı bir dönüm noktasını da anlatıyor. Hem Ermenice tiyatro tarihine hem Türkiye tiyatro tarihine dokunan bu hatıralar, bir hayatın ardındaki devri kayıt altına alıyor.
Bir Hayat Bol Sohbet, tiyatroya merak duyan herkese sanatla dolu bir yaşamın ardındaki derin anlamları keşfetme fırsatı sunuyor.

Eksik Poetika:
Türk Şiiri Üzerine Eleştirel Okumalar
Günce Yayınları
Aralık 2024
250 s.
Bu kitabın bölümlerini oluşturan yazıların tipik özellikleri var. Bunlar, edebiyat tarihinin bakış açısıyla değil, yazınsal eleştirinin ve daha az olmak üzere edebiyat kuramının perspektifiyle çalışmakta. Bu nedenle başlangıçtaki birkaçı dışında bu makaleler, ele aldıkları şairin tüm yönlerini görmeye ve göstermeye yönelmez. Dahası konu-şaire edebiyat tarihinde bir yer bulma kaygısı da taşımaz. Uzak durulan bakış açısının karşısında yer alan bir tutumla odağa alınan şiirlerin minör, ayrıksı, ayırt edici, özgün yönleri açığa çıkarılmaya çalışılır. Kimileyin de kuramın olanaklarıyla şiirsel bağlamda figüratif yapılar ile semantik işleyiş hakkında çıkarımlarda bulunulur.
Yöntem konusunda, yapıtın yazarının bir seçimi olarak -okur merkezli kuramlara da ilgi duymakla birlikte- daha çok metin merkezli yaklaşımlar kullanılmıştır. Kimi zaman izlekçi (tematik) eleştirinin olanaklarından yararlanılsa da daha çok Amerikan biçimciliği ve Fransız yapısalcılığına yakın bir tutum takınılmıştır. Bunun bir sonucu olarak yeni eleştirinin yakın okuma tekniğinden çokça yararlanılmıştır. Elde hazır herhangi bir kavram repertuvarı olmadan metne yaklaşma ve yakın okuma sonucu edinilen kavramlarla ilgili şiirsel metni çözmeye çalışma hem adı geçen eleştiri kuramından hem de yıllardır şiir çözümlemeleri dersi veren bu yazarın deneyimlerinden ortaya çıkmıştır. Tam bu noktadayken analizimizde bir yeri olan yorumbilim olanaklarını da anmak yerinde olur. Birbirinden çok uzağa düşmese de bu çeşitliliğin yazılarımızda zaman zaman eklektik bir yöntem atmosferi oluşturduğu doğrudur.
Edebiyat biliminde geçerli yol Aristotelesçi tümden gelim mi, İngiliz ampiristlerinin tüme varım modeli mi olmalı? İrdelenen şiirin doğası, yürütülen araştırmanın ereği ve eleştirmenin analiz öncesi inceleme nesnesi hakkında bildiklerinin kapsamı, ikili seçimin koşullarını oluşturur. Zira kategorik olarak kuram ve yöntemlerin her biriyle yaklaşmak olasıyken yine de her yapıtın kendini okura açmak için beklediği ideal bir yöntem vardır. Biz de bu nedenle kimi zaman öteden beri kullanılan tümden gelimin karakterine uygun biçimde bir hipotezle şiire yaklaştık, daha çok da tüme varım yöntemiyle şiirsel gözlemlerimizi deneyimin bir sonucu olarak ilgili yazılarda serimledik.
Modern Türk şiirinin -modernist anlayış da içinde olmak üzere- eleştiri gereksinimine verilmiş olan bu tepkinin (bu yapıtın), onlarca yıldır sürmüş ve sürmekte olan şiirsel birikimin tüm sorunsallarını, doğasını, izlek (tema) yelpazesini tüketmesi olanaksızdır. Ancak yapılmış ve yapılacak buna benzer çalışmaların ardından geriye dönüp baktığımızda modern Türk şiirinin karakterinin büyük oranda ortaya çıkacağı bir gerçektir. İşte Eksik Poetika, kendinden önce yapılmış ve kendinden sonra yapılacak şiir eleştirisi çalışmalarının bir yanında, alçakgönüllü bir katkı olarak kabul edilmeyi bekleyecektir.

Her Şey Nafile
çev. Dilman Muradoğlu
Yüz Yayınları
Kasım 2024
344 s.
Yüz Yayınları, İkinci Dünya Savaşı'nın son dönemini konu alan Walter Kempowski'nin Her Şey Nafile romanını Türk okurlarıyla buluşturuyor.
Her Şey Nafile, 1945 kışında Kızıl Ordu Almanya'nın içlerine doğru ilerlerken Doğu Prusya'daki Georgenhof konağında başlar. Konakta yaşayan ayrıcalıklı Von Globig ailesi, çevrelerindeki yoksulluk ve kaostan korunmanın verdiği rahatlıkla, kendilerini dünyadan soyutlayıp adeta bir hayal alemindeymiş gibi savaşın yanlarından geçip gitmesini beklerler; kaçmak için ise hiçbir hazırlık yapmazlar. Ancak zamanla, önlerinden geçen yol işgal altındaki bölgelerden batıya doğru kaçan konvoylarla dolar. Kaçarken konağı ziyaret eden tuhaf misafirlerin – Nazi bir kemancı, muhalif bir ressam, pul koleksiyoncusu bir iktisatçı ve Baltıklar’dan bir baron – aktardıklarıyla, Georgenhof’takiler nihayet etraflarındaki savaşın dehşetini kavrarlar.
Her Şey Nafile, Üçüncü Reich'ın çöküşü sırasında Alman halkının inkârcılığını ve suç ortaklığını derinlemesine ancak mesafesini koruyan bir bakış açısıyla anlatıyor.
“Metnin yakıcı içeriğine rağmen Kempowski’nin mesafeli ve hatta ironik yaklaşımı, romanı melodramdan uzak tutuyor. Her Şey Nafile ile Kempowski nihayet büyük Alman savaş epiğini yazmış oldu.” –James Wood
“Her Şey Nafile, kötülükle kurulan suç ortaklığının sıradanlaşmasını sarsıcı bir şekilde ele alıyor.” –The Times

İncirlik Yazı
Doğan Kitap
Aralık 2024
248 s.
Belki sonra olanlar olmasa geçip gidecek, unutulacaktı bu olay.
Sadece Alin’in mızırdanmaları kalacaktı ya da babamın ona soğuk davranmaları. Mumçiçeği olamamış, ne kadar verimli olursa olsun Çukurova toprağına ekildiğinde bitememiş, kendini iyi bir öğretmen olmaya ve bizi yetiştirmeye, kendince bir hayat yaratmaya adayan annemin yine araya girmeleri, sonra tıpkı babam gibi kendi kabuğuna çekilmeleri...
Onlar sadece iki kırılgan sümüklüböcekti, değişir görünseler de hep aynı kalan evlerinde.
Yel olup kavuran, dalga olup çarpan Adana’nın sıcağında, 1995 yılında genç bir avukatın müvekkiliyle buluşmasıyla başlar hikâye. İncirlik Üssü’nün gölgesinde, dönüşen şehrin 1966’sına savruluruz sonra, bitmiş gitmiş bir acı olaya şahit yazar bizi Taçlı Yazıcıoğlu.
1983 Haziran’ına geldiğimizde kahramanımız Belgi alır sözü, on bir yaşının saflığı, zekâsı ve heveskâr gözlem gücüyle. Annesi, babası ve ablası Alin ile yaşadıkları Eser Apartmanı’na taşınan bir Amerikalının ve o siyah Converse’li gencin bütün yaşamlarını baştan sona değiştireceğinin henüz ne kendisi ne de diğerleri farkındadır.
Taçlı Yazıcıoğlu ikinci romanıyla, yıldız sarmaşığı gecelerde, incir gölgelerinde, dam serinliklerinde saklanan kederli sırları, bilinmeyen ya da görmezden gelinen Adana’yı cesur bir naiflikle, hiç yazılmadığı gibi yazıyor. Bambaşka bir Adana romanı armağan ediyor edebiyatımıza.

Kaynaklar, Nehirler, Buz Dağları:
İnsanlık Tarihinin Metaforları
çev. Murat Kaymaz
Ketebe Yayınları
Aralık 2024
272 s.
Elinizdeki kitap, Alman Filozof Hans Blumenberg’in felsefeden, tarihe ve edebiyata insanlık tarihinin kültürel verimlerini metaforların merceğinden okumaya niyetlendiği büyük ve uzun soluklu “metaforoloji” projesinin bir parçası. Blumenberg, bu projesinin bazı parçalarını ölümünden önce tamamlayıp yayımlayabildiyse de öldükten sonra terekesinde henüz bitirilip yayımlanmamış fakat sonra bir yazı olmak üzere “rüya”dan “mahkeme”ye, “orman”dan “ada”ya çeşitli başlıklar altında kataloglanmış sayısız not bulundu. İşte Kaynaklar, Nehirler ve Buz Dağları da Blumenberg’in terekesinden çıkmış, büyük oranda tamamlanmış metinlerin, henüz metne girmemiş notlarla bir araya getirilmesiyle ortaya çıkarılmış bir kitap.
Kitap suyla ilişkili üç metafora; kaynak, nehir ve buz dağı metaforlarına odaklanıyor. Örneğin kaynaklara atfedilen saflığı, sürekli akış halinde tasavvur edilen bilinci veya sadece küçük bir yüzünü bize gösteren buz dağlarını ele alıyor ve bu metaforların nasıl olup da dünyayı kavrama çabasında anlaşılmaz olanı anlaşılabilir kılmak için yardıma çağrıldığını, dahası bu metaforların bir yandan tarihsel bir süreklilik içinde kullanılırken bir yandan da dünya resminin dönüşümüyle onlara atfedilen anlamların da nasıl dönüştüğünü bize gösteriyor.
Bu kitap; felsefeden antropolojiye, tarihten edebiyata metaforların kullanımına ilgi duyanlar için önemli bir kaynak.

Kitapların Yolculuğu:
Meraklı Okurun Yayıncılık Sektörü ve Editörlüğe Giriş Kitabı
Everest Yayınları
Kasım 2024
224 s.
Yayıncılık, editöründen tasarımcısına, mali işlerinden tanıtım ve satış ekibine bir takım oyunudur. Takımın performansı da yayınevindeki tüm bölümlerin birbirlerinin işlevlerini, bütünün içindeki yerlerini anlamasına bağlıdır ve bu doğrultuda aslen bir orkestrasyon işidir.
Kitapların Yolculuğu, yayıncılık sektörünün en deneyimli editörlerinden İshak Reyna’nın kaleminden kıymetli bir kılavuz kitap. Reyna, çeşitli üniversitelerde ders olarak okuttuğu, atölyelerde büyük talep gören editörlük mesleğini anlatırken verdiği bilgilerle tüm sektörü A’dan Z’ye ele alıyor. Okura, yayıncılığın geçmişteki uygulamalarından örnek verip güncel bilgileri aktarırken sektörün geleceğine dair de bir içgörü sunuyor.
Bu kılavuz, bir kitabın henüz “dosya” halinden başlayarak, basılıp raflarda yerini aldığı ana kadar geçtiği süreçleri, çevresindeki tüm unsurlarla birlikte merak edenler ve yayıncılığa ilgi duyanlar için.

Kızlar
çev. İnci Sağlamer
İthaki Yayınları
Aralık 2024
288 s.
1960’ların sonları, gençliğin çığırından çıktığı, özgürlüğün ve anarşinin tüm eyaleti kapladığı California. Müziğin ve sinemanın yıldızları, aşkın ve aşkınlığın arayışı her yerde. Ailesinden ve küçük dertlerinden kaçmaya çalışan genç Evie, yaz başında rast geldiği havalı Suzanne ve arkadaşlarına kapılır. Gençliğin cüretkârlığı ve merakıyla, güzelliğin ve rahatlığın peşine takılınca yolu karizmatik bir adamın oluşturduğu bir külte çıkar. Tepelerin arasında bir çiftlikteki komünde kurulmuş deneysel yaşam, gittikçe sınırları zorlayan bir ivme kazanırken Evie, büyülenmiş gibi akıl almayacak olayların eşiğine geldiğinin farkına bile varamaz.
Amerikan tarihinin en vahşi hikâyelerinin birinden, Charles Manson kültünden esinlenen Kızlar, gösterişli ve tutkulu hayatların barındırdığı sapkınlıkları, özgürlüğün arkasında saklanabilen anarşiyi genç bir bakış açısıyla anlatıyor.
Granta dergisinin en iyi genç Amerikan yazarları arasında gösterdiği Emma Cline, daha ilk romanı Kızlar’la büyük bir başarı kazandı, 2016’da Shirley Jackson En İyi Roman Ödülü’ne layık görüldü, yayımlandığı yılın en iyi romanlarından birini yazdı.
“Heyecan verici.” –Jennifer Egan
“İncelikli bir zekâyla, genellikle üstün bir yazım, göz alıcı parlaklıkta cümlelerle… Cline’ın ilk romanı Kızlar bir masumiyet ve deneyim şarkısı…” –James Wood, The New Yorker

Ne Para Ne Saat Ne Kasket
çev. Tevfik Turan
Jaguar Kitap
Aralık 2024
160 s.
Tipik bir Genazino karakteri olarak tanımlayabileceğimiz anlatıcımız, bir sokak festivali sırasında eski karısıyla karşılaşır. Kendisi, her ne kadar yeni ilişkiler yaşamaya başlasa da eski karısına, evliliğine, dahası evliliğe dair düşüncelerden bir türlü kurtulamamıştır. Her ‘eş’in gelecekteki ‘eski’liğini içinde barındırdığını fark eden kahramanımız sadece evliliğin değil, yaşam, anne-baba, çocukluk, yaşlılık, ölüm gibi konuların da gittikçe çetrefilleştiğini görür. Halbuki bir zamanlar, yaşlandıkça tüm bunların biraz daha açıklanabilir olacağını düşünmüştür. Yine keskin gözlemler, derin düşünceler ve kendine has bir yalnızlık öyküsü.
Wilhelm Genazino’nun ölümünden önce yayımlanan son romanı olan ve önceki romanlarına göre yoğunlaşan melankolisiyle, sıklaşan geriye dönüşleriyle okurunu insan ruhunda uzun bir gezintiye çıkaran Ne Para Ne Saat Ne Kasket, Tevfik Turan’ın Almanca aslından çevirisiyle.
Çocuklu bir anne gördüm, durdum. Ani bir şekilde uyanan bir duyguyla çocuğa annesinden, anneye ise çocuğundan dolayı gıpta ettim. Bundan başka, gençliği, güzelliği, kolyesi ve saç şeklinden dolayı da anneye gıpta ediyordum. Ayrıca, kaba saba küstahlığından ve tükürükler savurarak konuşmasından dolayı da çocuğa gıpta ediyordum. Beni şaşırtan yorgunluğum oldu; yaşlanmanın bir ödüllendirilme olduğunu tasavvur ederdim hep; ödülse bir eksiklik olamazdı, rencide edici bir şey de değildi. Oysa eksiklik ve aşağılanma her metroda açık açık yazılıydı. Her vagonda şöyle deniyordu: Yaşlılara boş yer bırakılması rica olunur. Yorgunluğuma sahip çıkabilirdim, ama cesaret edemedim.

Nehrin Dibinde
çev. Seda Çıngay Mellor
Axis Yayınları
Kasım 2024
78 s.
Ülkemizde de git gide tanınan ünlü yazar Jamaica Kincaid'in ilk öykülerinden oluşan en önemli eserlerinden biri artık Türkçede: Nehrin Dibinde. Kincaid'in uzun edebiyat yolculuğunun en başını okurlara tanıtan bu kitap onu çoktan edebiyat tarihinin en önemli figürlerinin yanına yerleştirmiş durumda... Dokunaklı, gündelik, sıradan, incelikli ve insanın en derinine dokunan keskin bir dil... Kincaid'i böyle tanımlasak yanılmış olmayız. Annelikten kadınlığa, yemek yapmaktan baskıya, sömürgecilikten ve onların pratiklerinden ilham alan kendine özgü bir yazar. Bazen küçük bir kız, bazen evinin kadını, bazen hırçın bir muhalif ve daha fazlası...
Jamaica Kincaid’in edebiyat dünyasında attığı ilk adım olan Nehrin Dibinde, düzyazı şiirleri andıran birbirine bağlı öykülerden oluşan bir derleme. Afro-Karayipli bir kızın gözünden anlatılan bu metinler, çocukluğun yitimi, anne-kız ilişkilerinin çalkantılı doğası, doğanın göz kamaştırıcı güzelliği ve sömürgecilik sonrası dünyada bağımsızlık arayışı gibi evrensel temaları işliyor. İlk kez The New Yorker ve The Paris Review dergilerinde yayımlanan bu şiirsel anlatılar, Kincaid’in kalemindeki özgün sesi ortaya koyuyor. Metinlerdeki güçlü imgeleri okuru Kincaid’in dünyasının büyüleyici manzaralarına ve seslerine götürerek adeta rüya gibi bir deneyim yaşatıyor.
“Bu kitap, rafınızda cayır cayır yanacak. Haset uyandırmayacak kadar sevgi dolu, hayranlık uyandırmayacak kadar alçakgönüllü, ama yine de, hayret uyandıracak kadar sarsıcı.” –şair ve yazar Derek Walcott

Pessoa : Personæ
Hazırlayan ve çeviren: Selahattin Özpalabıyıklar
Akademim Yayınları
Aralık 2024
212 s.
Fernando Pessoa sadece şiir ve düzyazı değil, birbirlerinin çalışmalarını destekleyen, eleştiren, bütünüyle ete kemiğe bürünmüş dışkimlikler de yaratmış, her birine ayrı bir ses vermiştir. Pessoa : Personæ her birinin kendi yaşamı, felsefesi ve poetikası olan bu dışkimliklerin soluklandığı sokaklarda bir flâneur gibi dolaşmaya çıkarıyor okuru. Tanıklıklarımız bir karşıtlıklar senfonisi olarak Pessoa’nın şiiridir: içten ama mesafeli, melankolik ama coşkulu, sınırları keskin ama sonsuz. Alberto Caeiro’nun pastoral düşünceleri, Ricardo Reis’in tefekkür yüklü metafiziği, Álvaro de Campos’un huzursuz modernliği: Her bir dışkimlik, şairin ruhunun bir parçasını görebilmek için bir yelpaze sunar. Benliğin sınırları ve ihtişamın oluşturduğu bir gökkuşağı, yirminci yüzyılın ruhuna dair bir yansıma, kimliğin çok yönlü doğasının ve bitmek bilmeyen anlam arayışının bir delili olarak Pessoa şiiri…