Haftanın vitrini – 51
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Bir Mısırlı İngilizce Bilmiyorsa / Edebiyat ve Mimarlık / Et Yiyenler Arasında Yaşamak / Güneş Saati / Kar Altındaki Gece / Lanetli Ekmek / Özgönül Erdem Aksoy / “Suç Bütün Perçemlerimdeydi” / Yeni Despotizm / Zarlar


Bir Mısırlı İngilizce Bilmiyorsa
çev. Arzu Taşçıoğlu
Livera Yayınevi
Aralık 2024
216 s.
Noor Naga, Bir Mısırlı İngilizce Bilmiyorsa adlı bol ödüllü ilk romanında sarsıcı bir aşk hikâyesi üzerinden insan olmaya, anlam arayışına ve yabancılık hissiyle baş etmeye dair unutulmaz bir hikâye anlatıyor.
Batı’da yetişmiş, köklerinden kopmuş genç bir kadın, geçmişine ve kimliğine dair bir anlam arayışıyla Kahire’ye gelir. Orada, hayatın sert gerçeklikleri içinde var olmaya çalışan bir adamla tanışır. Ancak, bu karşılaşma, iki yabancının yollarının kesişmesinin ötesine geçerek aynı zamanda beklentilerle, toplumun baskılarıyla ve kişisel hayaletlerle hesaplaşma sürecinin de tetikleyicisi olur.
Naga’nın üslubu, çarpıcı imgeler ve keskin gözlemlerle örülü. Her kelime, öykünün parçalanmış dünyasını daha da belirgin kılan bir doku gibi işlenmiş. Geleneksel anlatı biçimlerini ustalıkla altüst ederek okuyucuyu anlatının içinde kaybolmaya davet eden Naga, iki farklı sesi, iki farklı perspektifi aynı metinde ustalıkla birleştirmeyi başarıyor. Bir tarafın geçmişinde Arap Baharı sırasında yaşananlar ve ardından gelen hayal kırıklığını, diğer taraftaysa woke kültürü ve siyaseten doğruluğun uç noktalarını okuyoruz. Bu iki sesin çatışması, yalnızca bireyler arasındaki gerilimi değil, aynı zamanda kültürel, tarihsel ve sınıfsal çatışmaların da yankısını taşıyor.
Kimlik dediğimiz şey, bir yerden diğerine taşınabilir mi? Aidiyet, coğrafyaya mı, dile mi, yoksa başkalarının bizi nasıl gördüğüne mi bağlıdır? Noor Naga, bu sorulara doğrudan bir yanıt vermek yerine, okuyucuyu anlatının içine çekerek onu yankılanan bir boşlukta bırakıyor. İki insanın iç dünyasında, diller, kimlikler ve arzular arasında gidip gelen bir metaforik harita çiziyor.

Derleyen: Celâl Abdi Güzer
Katkılar:
Ahmet Turan Köksal, Akça Yılmaz, Ayşe Pınar Serin Güner, Beyhan Bolak Hisarlıgil, Buket Uzuner, Celâl Abdi Güzer, Ertuğ Uçar, Hakan Evkaya, Hakan Hisarlıgil, Hikmet Sivri Gökmen, Jale Erzen, Özlem Yalım, Seçil Özcan Geylani, Türkân Nihan Hacıömeroğlu
Fol Kitap
Aralık 2024
280 s.
Edebiyat ve mimarlık… Biri kelimelerle şekillenir, diğeri ise taş, tuğla ve betonla. Fakat bu iki disiplinin arasındaki bağ, yüzeyde göründüğünden çok daha derindir. Elinizdeki kitap, edebiyat ve mimarlığın tasarım süreçlerindeki kesişim noktalarını, birbirlerinden nasıl beslendiklerini ve yaratıcılığın iki farklı yansımasını gözler önüne seriyor.
Mimarlık ve edebiyatın kesişiminde kıymetli üretimlere imza atan yazarlar, edebiyat ve mimarlık arasındaki ilişkiyi kendi perspektiflerinden bu çalışmada ele alıyor. Edebiyatın kurgu sürecinde kent mimarisinden ilham alışı, bir romanın sokaklarında dolaşan karakterlerin adımlarıyla şekillenen şehir tasvirleri... Ya da mimarların kurgusal metinlerden esinlenerek hayal ettikleri ve inşa ettikleri kentler... Bu karşılıklı etkileşim, hem sanatın hem de yaşamın nasıl tasarlandığını yeniden düşünmeye davet ediyor.
Edebiyat ve mimarlık meraklıları için bir ilham kaynağı olan bu kitap, şehirlerin ve hikâyelerin nasıl örüldüğüne dair yeni bakış açıları sunuyor. Tasarımın iki yüzünü keşfetmek ve sınırların nasıl bulanıklaştığını görmek isteyenler için vazgeçilmez bir başucu eseri.

Et Yiyenler Arasında Yaşamak:
Vejetaryenler ve Veganlar için Hayatta Kalma Rehberi
çev. Zerin Dirihan
Aralık 2024
352 s.
Her yolculuk gündelik hayatı aksatır. Bu yolculuk da farklı değil.
…
Hayvanları yemeye son verdiğinizde, artık hem bir yolculuğa çıkan kişisinizdir hem de kasabaya gelen yabancısınızdır. Yolculuk, diğer varlıkları yemeyi bırakma kararınız ve bu değişim için attığınız adımlardır. Bu süreçte ailenizin, dostlarınızın ve iş arkadaşlarınızın gözünde bir yabancıya dönüşürsünüz; çünkü artık onlar gibi değilsinizdir.
Alıştıkları o eski “sizi” geri isterler. Dahası bu yeni ve “garip” sizle kurdukları ilişki, kendilerinin de bu yolculuğa çıkıp çıkmama kararlarını etkileyebilir. Artık gözleri üstünüzdedir.
Veg*n camiasında bir başyapıt kabul edilen ve tüm dünyada büyük ses getiren Etin Cinsel Politikası’nın yazarı Carol J. Adams; bu kitapta veg*n olma yolculuğuna nasıl çıkabileceğinize değil, çıktıktan sonrasında et yiyen dünyayla nasıl iyi etkileşimler kurabileceğinize ve kişilerarası ilişkilerinizi nasıl koruyabileceğinize ışık tutuyor.
Yazarın hem kendi deneyimlerinden hem de dünyanın dört bir yanındaki veg*nların aktarımlarından faydalanarak hayatta kalma tüyolarıyla bezediği kitap, her veg*nın sırf varlığıyla dahi tehdit olarak algılandığı ortamlarda içine düşmesi kaçınılmaz olan durumlardan incelikle ve ustalıkla kurtulmasını sağlayacak bilge bir yoldaş görevini üstleniyor.

Güneş Saati
çev. Berrak Göçer
Siren Yayınları
Kasım 2024
256 s.
Soğuk savaş yıllarında, kutuplaşmanın yükselmeye başladığı, kıyamet senaryolarının gerçekleşmeye göz kırptığı, paranoyanın yayıldığı, inançların sorgulandığı, hakikatin belirsizliklerle, aklın ve mantığın bilinmeyenlerle mücadelesine sahne olan bir zaman diliminde kaleme alınan Güneş Saati, bir yandan gotik edebiyatın klasik unsurlarını muhafaza ederken diğer yandan da korkunç yeni dünyanın tahayyülüne dair modern bir eleştiri sunuyor.
Shirley Jackson’ın ironik ve edebi göndermelerle zenginleştirdiği, apokaliptik kurgunun öncülerinden biri sayılan romanı Güneş Saati, siyah beyaz sınırlara sıkışmış bir dünyanın alacakaranlık hikâyesini anlatıyor.
Güneş Saati eğlenceli, sürükleyici ve rahatsız edici. —Chicago Tribune
Issız bir evde dünyanın sonunu bekleyen on iki kişiye dair bu roman, sizi gece boyu uykusuz bırakacak. —Pensacola News Journal

Kar Altındaki Gece
çev. Serap Gülerçin Karluk
YKY
Aralık 2024
192 s.
Ralf Rothmann Baharda Ölmek ile başlayıp O Yazın Tanrısı ile devam eden üçlemesini Kar Altındaki Gece romanıyla tamamlıyor.
1945, kış: 16 yaşındaki Elisabeth kendisini tedavi eden firari Rus askerle birlikte bir sığınaktadır. Soba borusu deliğinden karda yürüyenlerin ayak seslerini işitir; yukarıdaki yaşamının onsuz akıp gittiğini, tanıdığı ve sevdiği tüm insanların onu aramayı çoktan bıraktığını ve onun orada yattığını bilmeden kaskatı donmuş topraktan uzaklaştıklarını hayal eder. Ve hayallerde kaybolduğu bir an böyle iyi olduğunu, bir daha onların yanına, hiçbirinin yanına, yukarıya çıkmak istemediğini, sonsuza dek Dimitri’yle bu gecede, karın altındaki bu sıcak barışta yaşamayı arzular…
“Sac barakamız hep soğuk olurdu, demir soba sıcağı geceden sabaha tutmazdı, ufaklık da gece uyanmış, pijamasıyla sendeleye sendeleye otlakta yürümüş, çıplak ayak… Diz yüksekliğinde duvarla çevrili gübre çukurunu görüyor, e tabii sabah ayazında üstünden dumanlar tütüyor, herhalde sıcak banyo sandı. Neyse işte içine girip oturuyor, neşe içinde kafasını bir güzel kahverengi pis suyla yıkıyor… Oranın mayalanma yüzünden belli bir ısısı vardı, ne olursa olsun bizim kümes gibi odadan daha sıcak olduğu kesindi… Ben bütün o korku ve dehşetin içinde ne düşündüm biliyor musun: Evet, işte bizim hayatımız bu. Gübrenin içinde oturuyoruz, gübrenin içinde büyüyoruz, gübre gibi kokuyoruz ve her zaman da böyle olacak…”

Lanetli Ekmek
çev. Püren Özgören
Can Yayınları
Aralık 2024
192 s.
1951 ilkbaharı. Dört kişi ufak bir Fransız kasabasında karşılaşırlar: Fırıncı ile karısı ve büyükelçi ile karısı. İkisi kasabanın yerlisidir, diğer ikisi dışarlıklı. Durağan taşra yaşamından usanan fırıncının karısı, bu karşılaşmayı yaşantısına renk katmak için fırsat olarak görür ve onlarla yakınlık kurar. Bir süre sonra tuhaf şeyler olmaya başlar. Atlar tarlalarda düşüp ölür. Çocuklar çılgınlaşır ve zapt edilemez olur. Karanlık çökünce hayaletler kol gezmeye başlar. Kasabanın tüm halkı bu gizemli hastalığa yakalanır. Kimileri bunu ekmeklerin bozulmasına bağlarken, kimileri de hükümetin yöre halkı üzerinde kimyasal bir deney yaptığını iddia eder. Aslında birileri tehlikeli bir kedi-fare oyunu oynuyordur, ama avcı kim, av kimdir bilinmez.
Lanetli Ekmek, çıldırmış bir kasabanın, kana karışan zehir benzeri kıskançlığın, insanı yakıp tüketen arzunun erotik öyküsünü cesur ve büyüleyici bir dille aktarıyor.
Su Kürü ve Mavi Bilet yapıtlarının ödüllü yazarı Sophie Mackintosh’tan, Fransa’da bir kasaba halkının zehirlendiği ve sorumluların ortaya çıkmadığı gerçek bir olayın ekseninde ilerleyen tutku romanı. Eleştirmenler bu kitabı,“Yazar, sadece yakın geleceği kaygı uyandıracak kadar ayrıntılı hayal edebildiğini değil, tarihteki olayları da şakacı bir dille yorumlayabildiğini gösteriyor,” diye yorumluyor.

Özgönül – Erdem Aksoy
Editörler: Türkan Ulusu Uraz, Ahsen Özsoy
YEM Yayın
Aralık 2024
424 s., büyük boy
“Özgönül ve Erdem Aksoy’un Karadeniz Teknik Üniversitesi’ne ve özellikle KTÜ Mimarlık Fakültesi’ne verdikleri hizmetler her türlü övgünün ötesindedir. 1980 sonrası karşılaştıkları haksızlıklar asla kabul edilemez. Güçlü çınar fidanları olarak benim sevgili kentimin üniversitesinde kök salan ve bugün iki ulu çınar olarak orada anılarıyla hâlâ var olan bu iki değerli insan bizim de belleklerimizde örnek akademisyenler, örnek insanlar olarak yaşayacaktır...”
–Gülsün Sağlamer
Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat-Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü kurucuları Prof.Dr. Özgönül ve Erdem Aksoy’u hem hatırlamak hem de gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla hazırlanan KTÜ’nün Kuruluş Yıllarında Mimarlık Eğitimine Adanmış Bir Yaşam İki Mimar: Özgönül – Erdem Aksoy adlı kitap Mimarlık Eğitimi Derneği (MimED) ve YEM Yayın işbirliğiyle yayımlandı.
Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat-Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü kurucuları Prof.Dr. Özgönül ve Erdem Aksoy, Mimarlık Eğitimi Derneği (MimED) tarafından düzenlenen bir toplantıyla, mimarlık bilimine ve eğitimine adanmış yaşamları üzerinden dostları, meslektaşları ve öğrencilerinin katılımıyla, hem de yetiştikleri kurum olan İTÜ Mimarlık Fakültesi, Taşkışla’da anıldılar.
Türkan Ulusu Uraz ve Ahsen Özsoy tarafından yayına hazırlanan bu kitapta anlatılan Aksoyların sıra dışı öyküsü, mimarlık öğrencisi olarak girdikleri İTÜ'den genç birer öğretim üyesi olarak 1960'larda gittikleri Trabzon'da KTÜ Mimarlık Bölümü'nün temellerini atmalarıyla başlıyor. Ardından, kurdukları bölümü özveri ve kararlıkla geliştirmelerine; merkeze uzak bir Anadolu şehrinde "çağdaş bir mimarlık ve tasarım eğitimi nasıl verilir?" sorusuna verdikleri yanıta; kurdukları eğitim modeli ile yetiştirdikleri öğrenciler, öğreticiler üzerinde bıraktıkları kalıcı-geliştirici izlere; başardıklarına, yapamadıklarına, neşelerine, hüzünlerine uzanan uzun bir yolcuğa çıkacaksınız.
Hem merak uyandırıcı hem öğretici bu yolculukta, Aksoyları ve KTÜ Mimarlık Bölümü'nün ilk yıllarını birinci derece tanıklardan öğreneceksiniz. Onların dönemin koşullarına göre oldukça şaşırtıcı, ilham verici kişiliklerini, çabalarını ve çok da hakkı ödenmemiş değerlerinin büyüklüğünü anlayacaksınız. Ve belki de kitabın sonuna geldiğinizde, "görev yaptıkları yaklaşık 15 yılda bunları başaran bu iki insan acaba bir 15 yıl daha görevlerinde kalabilselerdi neler olmazdı?" diye sormadan edemeyeceksiniz!

"Suç Bütün Perçemlerimdeydi"
Sevgi Soysal'ın Yaşamı, Yapıtları ve Mahkeme Tutanakları ile 12 Mart Sanıklığı
İletişim Yayınları
Kasım 2024
328 s.
“Çalışmamın tutanaklarla ve yapıtların analizleriyle iç içe bir yapı sergilemesi, Sevgi Sosyal’ın olayları yaşama sırasına riayet edilmesi ile ilgilidir. Bir eserden söz ederken bir yargılamaya ya da tutanağa geçilmesi ya da tam tersinin olması, yazarın kısa hayatına sığdırdığı yargılamaların uzunluğundandır. Bu tutanaklar içinde bir uçtan bir uca savrulurken, evet yazmazsa olmazdı. Onu özgür kılan bu muhteşem yazma gücü bize, bugün elinizde tuttuğunuz onun gerçek hayattaki yargılama, edebiyat/sanat sarmalını verdi.”
Deniz Keziban Çakıcı, Sevgi Soysal’a ait yapıtları politik bir çerçevede analiz ederken aynı zamanda 12 Mart 1971 askerî darbe dönemi Sıkıyönetim Komutanlığı mahkeme tutanaklarıyla birlikte, arşiv değeri olan birçok belge, mektup ve el yazmasını gün ışığına çıkarıyor. Bunun yanı sıra, geniş bir Sevgi Soysal biyografisi ve bibliyografyasına yer veriyor… Soysal’ın “kıvrılan perçemlerine asılan tutkularına” Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 12 Mart dönemine uzanan genel bir bakış sunarken, yazarın durduğu noktayı ve o yazınsal noktaya nasıl geldiğini belirginleştiriyor. Tüm bunları, yazarın yargılanma süreci ile eş zamanlı biçimde onun yaşama ve yazma sırasını bozmayacak bir anlatı kurarak ortaya koyuyor.
“Suç Bütün Perçemlerimdeydi”, Sevgi Soysal’ın 12 Mart sanıklığının arka planında yaşananlara, yaşamına, yapıtlarına ilk kez ayrıntılı şekilde yayımlanacak belgeler eşliğinde ışık tutan kapsamlı bir çalışma.

Yeni Despotizm:
Eski Bir Canavarın Yeniden Canlandırılması
Metis Yayınları
Aralık 2024
208 s.
Siyasal düşüncedeki merkezi önemine karşın günümüzde “despotizm” kavramı eskide kalmış istisnai bir yönetim biçimine işaret ediyor gibi. Oysa paradoksal bir şekilde günümüzde gitgide ekonomiye ve güvenliğe indirgenen bir dünyada, sıklıkla yasa ile yasasızlık arasındaki ayrımı aşan ve böylelikle bulanıklaştıran despotik emirler verildiğine tanık oluyoruz. Kitleler de bu sırada piyasanın dayatmalarına ve resmi makamlara itiyadi bir itaatkârlığı benimsemiş görünüyor. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, kimi ülkeyi şirket gibi, kimi ömür boyu diktatörlükle yönetmeye hevesli, kimi de bu iki yolu birden kullanmak isteyen birtakım “güçlü” liderlere tahammül ediliyor, bununla da kalmayıp onlara açıkça davetiye çıkarılıyor.
Görünürdeki farklılıklarına rağmen bu otoriter liderlerin hepsi demokrasiye karşı tutkulu bir düşmanlık besliyorlar ve insanları demokrasinin her türlü tezahürü aleyhinde kışkırtmakta çok azimliler. Çoğunlukların onların peşinden gönüllü olarak gittiği, demokrasinin hemen her yerde askıya alındığı, küresel çapta bir istisna siyasetinin koyu gölgesi altında yaşıyoruz. Despotların yönettiği bu dünyada despotizm sadece bir siyaset “sanatı” olarak meşrulaştırılıp benimsenmekle kalmıyor, bir kült(ür) olarak da normalleştiriliyor. Despotizm bugün yeniden canlandırılırken, kendisini inkâr eden, antidespotik, hatta demokratik olarak gören ve gösteren bir yapı sergiliyor.
Ama unutmamalı: Baudelaire’in vaktiyle yazdığı gibi, “şeytanın en büyük kurnazlığı, insanları şeytanın var olmadığına inandırmasıdır.” Eğer kandırma despotizmin tanımlayıcı özelliğiyse, despotik yönetimlerin en büyük kandırmacası insanları despotik olmadıklarına ikna etmeleridir.
— Bülent Diken

Zarlar
Everest Yayınları
Aralık 2024
208 s.
Bir gün önce hayal bile edemeyeceği parlak bir gelecek ihtimali açılmıştı önünde, bir gecede her şey değişmişti, ölmeyi ve öldürmeyi kabul etmesi karşılığında talih ona özlediği hayatın kapısını açıyordu, kendisini reddeden herkesten daha önemli biri olacak, kendisini reddeden herkesi reddedecek bir güce erişecekti.
1900’lerin başlarında, yıkılmakta olan imparatorluğun başkenti İstanbul’da en çok saygı gösterilen kabadayılardan biri olan Arif ’in gölgesinde güvenle yaşayan iki kardeşin intikam hikâyesi Zarlar. Ziya, koyu karanlığı içinde taşıyarak doğan bir ruh; Hakkı’ysa korkak olmadığını kanıtlamaya çalışan küçük ağabeyi... Arif ’in katledilmesiyle başlayan olaylar hükümete el koyma planlarına varacak, iki kardeşi Mahmut Şevket Paşa suikastında rol almaya kadar götürecektir. Gerilim ve merak öğeleri sayesinde dinamikliğini son sayfasına kadar koruyan Zarlar, tarih sahnesinde sergilenen bir Ahmet Altan romanı.
“Bazı bölümler Stendhal’i ya da Nietzsche’yi kıskandıracak bir ahlaki nüfuza sahip.”
–Transfuge Magazine
“Coşku dolu, var olmanın en uğursuz kıyılarından hiç uzaklaşmayan Zarlar, mutlak bir edebi zevkle okuru büyülüyor.”
–Les Echos