• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Haftanın vitrini – 4

Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Anadilim Suskunluktur Benim / Çok Uzak Çok Yakın / Garip, Çok Garip / Gezegeni Nasıl Düzeltiriz? / Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık / Karaçamın Dirilişi / Rüzgârdı Dinleyen / Seçilmiş / Uykuya Yatmak / Zamanın Olmadığı Bir Evren

K24

@e-posta

VİTRİNDEKİLER

21 Ocak 2025

PAYLAŞ

Sulaiman Addonia
Anadilim Suskunluktur Benim
çev. Işıl Avcı Adaklı
İlksatır Yayınevi
Ocak 2025
232 s.

“Kadınlar bu toplumda görünmez olmaya zorlanır, bu yüzden yaptıkları en ufak şeyleri bile abartarak anlatmaları gerekir.”

Saba ve dilsiz erkek kardeşi Hagos’un mülteci kampına uyum sağlaması hiç kolay değildir. Okulu bırakmak zorunda kalan Saba geleceğinin yasını tutmaktadır. Konuşamadığı için hor görülen Hagos’u hayata bağlayan tek şey ise kız kardeşidir. Mülteci kampının zorlu koşulları altında aşkı, cinsiyeti ve toplumsal cinsiyet rollerini yeniden tanımlamaya çalışan bu iki kardeş toplumsal beklentilere direnirken şaşırtıcı bir seçim yapar.

Çocukluğu mülteci kampında geçen yazar Sulaiman Addonia, Sudan’da bir mülteci kampındaki ezen ezilen ilişkilerini anlatıyor. Her şeyini kaybetmiş insanlar arasındaki iktidar ilişkilerini, güç savaşlarını ve erkek egemen dünyayı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren yazar, umudu da ümitsizliği de yeniden inşa ediyor. Bu roman kadınlara savaş açan bir toplumun sınırsız, dilsiz hikâyesi.

Mehmet Fatih Uslu
Çok Uzak Çok Yakın:
Osmanlı'dan Türkiye'ye Modern Ermenice Edebiyat
Aras Yayıncılık
Ocak 2025
204 s.

Mehmet Fatih Uslu’nun 2011-2023 yılları arasında farklı mecralarda yayımlanmış yazılarının yanı sıra ilk defa gün ışığına çıkan incelemelerinden oluşan bu derleme, Ermenice edebiyatın ana meselelerine, gelişim sürecindeki duraklarına, öne çıkan edebiyatçılarına ve yapıtlarına odaklanıyor ve 1850’den 2020’ye uzanan geniş bir zaman dilimini kapsıyor. Batı Ermenice edebiyatla tanışmak isteyen okur için genel anlamda bilgilendirici ve merak uyandırıcı nitelikte ve giriş düzeyinde bir temel oluşturuyor.

Kitabın ismini Wim Wenders’in 1993 yapımı meşhur filminden ödünç aldım (In weiter Ferne, so nah! – Faraway, so close). Ermenice edebiyatla uğraştığım seneler boyunca hep gezinip durdu bu isim zihnimde. Zira Ermeniceye ve Ermenice edebiyata ulaşmak, diğer dillere, özellikle Avrupa dillerine kıyasla çok daha zordu. Ermenice öğrenmek için hemen köşebaşında bir kurs bulamazdınız mesela. Hadi diyelim öğrenmeye başladınız, aradığınız kaynağı Türkiye’de bir kütüphanede ya da kitapçıda bulmanız imkânsıza yakındı. Ama bu zorlukları aşıp Ermenicenin ve Ermenice edebiyatın içine girdiğinizde Türkçeyle komşuluğu da aşan, hatta bazen neredeyse bir tür aynılığa varan yakınlık hissiyle dolmanız işten değildi. Sadece Türkçeyle aynı coğrafyada yan yana gelişen bir dil ve edebiyat olduğu için değil, benzer/kardeş hisleri, fikirleri, insanları, çatışmaları taşıyan, temsil eden bir dil ve edebiyat olduğu için de bu böyleydi.

Armağan Tunaboylu, Aslıhan Kocabal, Cenk Çalışır, Çağatay Yaşmut, Emel Aslan, Ercan Akbay, Gözde Saydan, Mehmet Berk Yaltırık, Zeynep Rade
Garip, Çok Garip
İthaki Yayınları
Ocak 2025
136 s.

2023 baharında Tuhaf, Çok Tuhaf  isimli derlemeyi yayımlarken, tuhaflıkların kurgularda sınırlı kalmasını dilemiştik. Çünkü dört bir yandan gelen görüntülerle dünyayı artık tanıyamadığımız gibi, yüzümüzdeki maskeler nedeniyle birbirimizi de tanıyamadığımız bir dönemi ardımızda bırakıyorduk. Böylesi iyi dileklere ihtiyacımız vardı. Peki, gerçekten de tuhaflıklardan kurtulabildik mi?

Geri dönüp baktığımızda, pandemi gibi bir tuhaflık –en azından şimdilik– sona ermiş görünüyor, evet, ama o günden bu yana tanıklık ettiklerimizi düşündüğümüzde tam anlamıyla bir kurtuluştan söz etmek de pek mümkün değil. Peşimizi bırakmasını beklediğimiz tuhaflıkların, belki yalnızca yerini garipliklere bıraktığını söyleyebiliriz!

Şimdi, yeni bir yılın şafağında, polisiye unsurların ağır bastığı öykülerin bir araya geldiği Garip, Çok Garip isimli bu derlemeyle bir kez daha iyi dilekte bulunalım istiyoruz. Garip olansa, bu derlemede bir araya geleceklerinden haberdar olmayan yazarların, bu derlemeye özel olarak kaleme aldıkları öykülerinin garip bağlarla birbirlerine dolanmaları…

Julian Cribb
Gezegeni Nasıl Düzeltiriz?
21. Yüzyılda Sağ Kalmak İçin Tavsiyeler
çev. Barış Gönülşen
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Ocak 2025
192 s.

Başta gençler olmak üzere pek çok insan iklim değişikliği, küresel zehirlenme, pandemiler, nükleer savaş gibi muazzam küresel sorunları çözme görevinin devasalığı karşısında umutsuzluğa kapıldığını söylüyor. Umutsuzluğun panzehri eylemdir. Bu kitap tamamen eylemle ilgili; neler yapılması gerektiğini anlatan zengin bir bilimsel literatürden ve diğer güvenilir kaynaklardan alınan tavsiyelerin damıtılmasıyla oluştu.

İnsanlığın karşı karşıya olduğu büyüyen yok oluş tehlikesini konu edinen Gezegeni Nasıl Düzeltiriz? yaşam tarzımızın felakete yol açan sonuçlarından kaçınmak için hem küresel hem de kişisel düzeyde yapabileceklerimize, yapmak zorunda olduklarımıza odaklanıyor.

Behçet Necatigil, Tahir Alangu
Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık
Hazırlayan: Serenad Demirhan
YKY
Ocak 2025
192 s.

Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık  Behçet Necatigil ile Tahir Alangu’nun 1933-1953 yılları arasındaki yazışmalarından oluşuyor.

Alangu ile Necatigil’in kırk yıllık dostluğuna dair ilginç ipuçları içeren mektuplar iki edebiyatçının geçmişte birbirleri hakkındaki yorumlarını ve görüşlerini dile getirdikleri yazıları da açıklar nitelikte. Çocukluk hevesleri, ilkgençlik aşkları, maddi sıkıntılar, hayaller, hayal kırıklıkları, öfkeler, isyanlar, okudukları kitaplar, merakla peşine düştükleri yazarlar, ilk şiirler, ilk yazılar, ilk çeviriler ve yıllar içinde Alangu’nun uzmanlık alanı olan masallar… 1940 kuşağının iki edebiyatçısına ilgi duyanlara yeni bir kapı aralayabilir Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık.

Yıldız’dan ötede alabildiğine uzayan tarlalar vardır hani. Ne kadar isterdim bugün onlardan birine rastlamayı. Ne kadar isterdim Beşiktaş-Ortaköy yolunun üzerinde olmayı. Bir duvar dibinden, bir kedi gibi sürtünerek yürümeyi. Hani seninle susar, yürür ve susardık. Bir köşe başına gelince ben, sana sezdirmemeye çalışarak firarî bir nazar atfederdim görünmeyen bir eve doğru hani…

Varlam Şalamov
Karaçamın Dirilişi
çev. Gamze Öksüz
Jaguar Kitap
Ocak 2025
256 s.

Diriliş için güç ve inanç gerekir. Bir dalı suya koymak tek başına yeterli değildir. Ben de bir karaçam ağacının dalını su dolu bir kavanoza koymuştum; dal kurudu, cansızlaştı, kırılganlaştı ve gevredi, hayat onu terk etti. Dal unutulup gitti, kayboldu, dirilmedi. Ama şairin evindeki karaçam, bir kavanoz suyun içinde canlandı.

Karaçam çok ciddi bir ağaçtır. Bu, iyiyi ve kötüyü bilmenin ağacıdır; bir elma ağacı, bir huş ağacı değildir! Âdem ile Havva’nın cennetten kovulmasından önce Cennet Bahçesi’nde duran ağaçtır.

Kolıma öyküleri Karaçamın Dirilişi ile devam ediyor. Varlam Şalamov yine en iyi bildiği dünyayı, mahkûmların soğuk ve uzun kamp günlerinin, açlığın, hastalıkların, ölümlerin dünyasını, insanın tüm bu zorluklar karşısında büründüğü çeşitli ruh halleriyle birlikte ustalıkla resmediyor. Üstelik bu kez Kuzey’in vahşi doğası da olanca muhteşemliği ve canlılığıyla karşımızda. Yeri geliyor ölmek, yok olmak, vazgeçmek üzere olan birisini küçük bir karaçam dalı tekrar yaşama bağlıyor. Ama bu kez sadece Kolıma’ya dair değil, mahkûmiyet sonrası yaşama dair şeyler de var öykülerde.

Şalamov sadece anlattıklarıyla değil, mesafeli ve serinkanlı üslubuyla da okurlarını yine büyülüyor. Karaçamın Dirilişi, Gamze Öksüz’ün Rusça aslından çevirisiyle…

Mehmet Taner
Rüzgârdı Dinleyen
–Yazılar Söyleşiler ve Bir Öykü
SRC Kitap
Ocak 2025
168 s.

Ankara Kavaklıdere’deki ofisinde elimizde bir sürü bültenle at yarışı çalışıyor, bir yandan da fırın gibi yaz sıcağında (klima yoktu) buzlu sular içerek serinlemeye uğraşıyorduk. Ofisin hemen altındaki bayide kuponu yatırdıktan sonra bakkaldan yine su ve gazete alıp yukarı çıktık. O tarihlerde Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın sanırım “siyasal” denebilecek küçük şiirleri yayımlanıyordu. “Bak” diye uzattım gazeteyi, “Dağlarca Amerikan dolarına karşı bir şiir yazmış.” Hiç istifini bozmadı Taner, gülmedi, alay etmedi; yakın gözlüğünü takıp dikkatle birkaç kez içinden ve yüksek sesle okudu. “Sadece bir yerde aksıyor vezin” dedi, “ama belki böylesi daha iyi.” Peşin ideolojik tasa ve kramplardan azade bu telaşsız ve sırf “teknik” yaklaşım bana da her zaman ferahlatıcı ve yalansız gelmiştir. Elbette şiirde kendi ruh halimizi değil, orada yazılanları okuduğumuzu varsayıyorum. Şunu da ekleyeyim, 1970’ten önce doğmuş olmak koşuluyla, Mehmet Taner’in sevmediği bir şair yok gibiydi. Dolayısıyla biz de toparlanıp akşam serinliğinde (o zamanlar öyle bir şey vardı) benim daha önce gitmediğim bir meyhanede Sinan Fişek, Mahmut Temizyürek ve Akif Kurtuluş’la buluşmaya gittik.

Arka Oda şairinin şiirsel kronolojideki yeri biraz belirsizdir.  Şiire “Altmış Kuşağı” diye anılanların hemen ardından başlamış, yetmişlerde yazanların bir bölüğünce kendilerinden sayılmış, 1980’de kurduğu Tan dergisi ve yayınevi kapandıktan sonra on yıla yakın sahalardan çekilmiş, 1995’te Dip kitabıyla tekrar su yüzüne çıkmıştır. Şu dizeler o kitaptan: “Geri geldim, dipten / Özgül ağırlığın zorla korunduğu. // Omuzlarımı kollarımı parmaklarımı bula bula / Bebekler gibi arı, esirgenmiş, koca adam / Büyümeye başladım güz güneşiyle, şifalı otlarla.” – Bir şiirsel yeniden doğum anlatılmıyor mu burada, şiirde bir ikinci doğum? Şiir-Karabatak su altındayken dağılma, bozulma, “özgül ağırlığını”, şiir cevherini yitirme tehlikesini yaşamış, ama organlarını yeniden toparlayarak yüze çıkabilmiştir. Ama bu gözden yitmenin onu kirlenmekten koruduğu da söylenir: şimdi “bebekler gibi” ama “bir koca(mış?) adam” olarak tekrar “büyümeye” başlamıştır: çevresindeki bebek-şiirlerin arasında bir koca-bebek olarak. Onu büyüten de bahar veya yaz güneşi değil, ışıtan ama ısıtmayan güz güneşidir.– Sonraki şiirlerinde Taner’in lirizmden, beş duyunun verilerinden tam da kopmadan daha zihinsel bir şiire doğru gittiği görülecektir. Yeni dönemde imgeler tekinsiz, ikiz-anlamlı bir ışımayla aydınlanır: çakıl taşları hâlâ pırıldayan kurumuş dere yatakları, yağmurlu, kapalı bir günün sonunda dağılan bulutların arasından batan güneşin görünmesi, küflü şimşek…

Mehmet Taner kendinden sonrakileri de okudu, onlarla birlikte bir kez daha “büyürken”. Bir bölüğünün hayranı ve yayıncısı oldu. Ankara şuara çevresinden en yakın dostları Metin Altıok ve Behçet Aysan’dı. Kendisinden on yaş küçük Adnan Azar’a derin bir sevgiyle bağlıydı. Ama şimdi de sorulsa, üç isim kim diye, herhalde alacağımız cevap Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Behçet Necatigil olacaktır. Bu üç şairin de nesirle arası iyiydi, cümle işçileriydi üçü de, ilk ikisi aynı zamanda romancıydı. Taner’in sözlüklerle, divanlarla, eski ve yeni şiir kitaplarıyla, teorik metinlerle tıka basa dolu ofisinde hiç roman görmedim; evinde tutuyordu onları, biraz gözden ırak. Elinizdeki kitapta toplanmış eleştiri, deneme ve söyleşiler de şairin hiç eksilmeyen dikkat ve hazzının şiirde toplandığını, ironi, şakacılık ve neşesini harekete geçirenin de şiir olduğunu bir kez daha gösterecektir.   

ORHAN KOÇAK

Önsöz: "Arka Odadan"

Lois Lowry
Seçilmiş
Uyarlayan ve Resimleyen: P. Craig Russell
çev. Emre Aygün
Domingo Yayınevi
Ocak 2025
192 s., büyük boy

Jonas kusursuz bir dünyada yaşıyordu. Savaş yoktu, açlık yoktu, acı yoktu. Her şeyin yetkililer tarafından eksiksizce planlandığı komünde, on iki yaşına gelen yurttaşlara hayat boyu yapacağı görev verilirdi. Jonas komünün en önemli ve eşsiz görevi için seçildi: Bellek Biriktirici.

Yaşlı ve bilge Aktarıcı tarafından eğitilmeye başlayan Jonas hiç bilmediği bir geçmişin, duyguların –ve hatta renklerin– varlığını keşfetmeye başladı. Bu kusursuz düzen için feda edilenleri gördükçe derinden sarsılacak ama görevine sadık kalacaktı. Ta ki amansız bir gerçekle yüzleşip hayatının seçimini yapmak zorunda kalana kadar.

 Lois Lowry’ye prestijli Newsbery Madalyası’nı kazandıran modern klasik Seçilmiş, okurları bu kez grafik roman olarak büyülüyor. Yakın dönemli pek çok popüler distopyanın ilham kaynağı sayılan bu özel roman, grafik roman uyarlamalarının üstadı P. Craig Russell’ın çizimleriyle yeniden hayat buluyor.

“Lowry'nin distopyasını muazzam bir yaratıcılıkla görselleştiren bu büyüleyici çalışma, Seçilmiş’i hem yepyeni bir kitleyle tanıştıracak hem de hâlihazırdaki hayranlarını sevindirecek.” –School Library Journal

“Okur sahneleri görmekle kalmıyor, aynı zamanda içine çekiliyor ve böylece Lowry'nin hikâyesi mucizevi şekilde hissedilir hâle geliyor.” –Booklist

“Akla ve kalbe meydan okuyor.” –Kirkus

John Berger, Katya Berger
Uykuya Yatmak
çev. Beril Eyüboğlu
Metis Yayınları
Ocak 2025
72 s.

— Nasıl başlasak? — Unutuşu, nisyanı konuşalım.

Mantua’da San Giorgio Kalesi’ndeki “Gelin Odası”nın duvar resimleri, baba ve kız, John ile Katya Berger arasında bir sohbet başlatır. Dünyanın uykuya yatmak için tasarlanmış bu en güzel odasında, onlarla birlikte bakarken, resimlerin bir yandan her şeyi açıkça gözler önüne serdiğine, diğer yandan pek çok şeyi gizlediğine şahit oluruz.

Palle Yourgrau
Zamanın Olmadığı Bir Evren:
Gödel ve Einstein'ın Unutulan Mirası
çev. Mustafa Bayrak
Vakıfbank Kültür Yayınları
Ocak 2025
264 s.

Albert Einstein ve Kurt Gödel’in, Einstein’ın hayatının son on yılında çok iyi arkadaş oldukları yaygın olarak bilinen ancak üzerinde çok az düşünülen bir gerçektir. İkili Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsü’nden evlerine her gün birlikte yürüyor; fizik, felsefe, politika ve içinde büyüdükleri Alman biliminin kayıp dünyası hakkında fikir alışverişinde bulunuyorlardı. 1949 yılına gelindiğinde Gödel dikkate değer bir kanıt üretmişti: İzafiyet Teorisi tarafından tanımlanan herhangi bir evrende zaman var olamaz. Einstein bu sonucu gönülsüzce de olsa onayladı, çünkü bu sonuç onun bağlı olduğu klasik dünya görüşünü kesin bir şekilde alaşağı ediyordu. Ancak bunu çürütmenin bir yolunu bulamadı ve o zamandan bu yana geçen yarım yüzyılda başka hiç kimse de bulamadı.

Ancak bu çarpıcı keşiften daha da dikkat çekici olan, sonrasında ne olduğuydu: hiçbir şey. Kozmologlar ve filozoflar sanki Gödel’in kanıtı hiç var olmamış gibi çalışmalarına devam ettiler – modern entelektüel tarihin en büyük skandallarından biri. Zamanın Olmadığı Bir Evren kapsamlı, iddialı ama bir o kadar da dokunaklı ve samimi bir kitap. Zamanın bilimsel modası tarafından rafa kaldırılan iki muhteşem zihnin hikâyesini anlatıyor ve birlikte yaptıkları parlak çalışmaları hak etmedikleri bir bilinmezlikten kurtarmaya çalışıyor.

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Anadilim Suskunluktur Benim
  • Çok Uzak Çok Yakın
  • Garip, Çok Garip
  • Gezegeni Nasıl Düzeltiriz?
  • Hani Seninle Susar, Yürür ve Susardık
  • Karaçamın Dirilişi
  • Rüzgârdı Dinleyen
  • Seçilmiş
  • Uykuya Yatmak
  • Zamanın Olmadığı Bir Evren

Önceki Yazı

PORTRE

Timur Çelik’e veda:

‘Düpedüz gerçekçi’

“Yaptığı resimlerde Berlin’in nabzını, sokakların hikâyelerini ve insanların yüzlerini ‘yakın çekim’ görebilirsiniz. Bir şehir ve insan portrecisidir Timur Çelik. Bir ‘kayıt etme’ ustasıdır; insanları, ifadeleri ve olayları kaydeder.”

AHMET ERGENÇ

Sonraki Yazı

DENEME

Mektupları üzerinden Karasu’nun yaşam örgüsü

“Bilge Karasu’nun 'Bütün Mektuplar'ı ayrıca, kronolojik düzene oturtularak birkaç ciltte toplanmalı; kimlere yazmışsa, az ya da çok, her mektubu sıraya koyularak: Bu çabanın ortaya ciddi bir yaşamöyküsel anadamar çıkaracağına inanıyorum.”

ENİS BATUR
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist