Haftanın vitrini – 39
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Bir Kumpas Davasının Anatomisi / Kaç ya da Kal / Ömürlük Yaslar / Sana Ait Bir Şey / Sanatın Yolculukları / Süt Lekesi / Turuncunun Kıvamı / Ve Sinem 4 / Yaz Köpekleri / Yüzü Kelebeklerle Örtülü


Bir Kumpas Davasının Anatomisi:
Kobane Davası Hukuksal Seçenek mi, Siyasal Tercih mi?
Dipnot Yayınları
Eylül 2024
200 s.
Fransa’da Büyük Devrim’in öncülerinden ve öncülük ettiği devrimin kurbanlarından olan Danton, siyasi davaların aynı zamanda bir “düello” olduğunu söyler. Şöyle der Danton:
“Ne yazık ki, rakipleriyle adil bir karşılaşmayı göze alamayan yönetenler, bu düelloda silahı, arkasına gizlendikleri yargının eline tutuşturmuşlardır.”
Son söze gelince… Son söz henüz söylenmedi… Bütün insanlık tarihi boyunca son sözler mahkeme salonlarında değil, mücadele alanlarında söylenmiştir. Son sözleri mücadele edenler söylemiştir. Bugüne kadar böyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Elbette mahkemeler karar alabilirler, hüküm kurabilirler, ama asla son sözü söylemiş olmazlar. Elbette mahkemeniz de bir karar alacak, hüküm kuracak, ama asla bu davada son sözü söylemiş olmayacaktır. Bütün insanlık tarihi boyunca son sözü tarih söylemiştir. Tarih en büyük yargıçtır ve zamanı gelince hükmünü verecek, mahkemeniz dahil hepimiz için son sözü söyleyecektir.

Kaç ya da Kal
çev. Begüm Kovulmaz
Medusa Yayınları
Eylül 2024
200 s.
“Dönüp size en büyük zararı veren her zaman sizi en iyi tanıyan, en iyi gören, en çok sevenler olur.”
Bir gün, bir şehir, iki kadın: Ruth ve Pen. Dublin sokaklarında yürürken ikisi de aynı soruları soruyor: Başkalarıyla nasıl oluruz ve hayat bize yer açmadığında kendimizle nasıl başa çıkarız?
43 yaşındaki Ruth’un evliliği krizde. Bir seçim yapması gerekiyor: Kalıp savaşmalı mı, yoksa tüm bağlarını koparıp kaçmalı mı? Pen ise 16 yaşında ve en büyük tutkusu “normal” olmak. Akranlarının zalimlikleriyle ve hoşgörüsüz bir dünya ile yüzleşirken kaygılarıyla boğuşuyor: En iyi arkadaşı Alice'e duygularını anlatmalı mı?
Çok satan Kendime Notlar kitabının yazarı Emilie Pine’dan sürükleyici, dokunaklı ve zekice bir roman. Kaç Ya Da Kal, hayatın basit görünen ama derinlerde büyük cesaret gerektiren arayışlarının, içsel çatışmaların ve sevgiyle örülen karmaşık ilişkilerin dokunaklı bir portresi.

Ömürlük Yaslar:
Siyasi Cinayetleri Yakınları Nasıl Hatırlıyor?
um:ag Yayınları
Temmuz 2024
218 s.
Bu kitap, politik gerekçelerle suikasta uğrayan aydın ve gazeteci yakınlarıyla yapılan görüşmelere dayanıyor. Türkiye gibi ifade ve iletişim özgürlüğü ile demokratik hak ve taleplerin farkındalığının zayıf olduğu ülkelerde halka gerçekleri anlatmak için çabalayan gazetecilerin ve aydınların çeşitli nedenlerle ve bazı güç odakları tarafından öldürülmesine yeterince güçlü bir toplumsal tepki verilmemiştir. Uğur Mumcu ve Hrant Dink cinayetleri başta olmak üzere bazılarına verilen güçlü tepkilerse cinayetlerin gerçek faillerinin bulunmasına ya da etkili bir yargılamayla sonuçlanmasına vesile olmamıştır. Neredeyse kısa Türkiye tarihi içinde işlenen hiçbir siyasi cinayetin asıl failleri açıkça saptanıp cezası verilmemiştir. Fail diye yakalananlar genellikle eylemin sadece görünürdeki yüzü, ancak asıl azmettiriciler ve cinayetlerin gerçek nedeni asla ortaya çıkarılamamıştır.
Bu tür cinayetlerle ilgili olarak giderek daha da yaygınlaşan ve kanıksanan cezasızlık pratikleri, toplumdaki adalet duygusunu da derinden yaralamış ve bir nevi yenilgi kültürü ile öğrenilmiş çaresizlik ortaya çıkarmıştır. Bu çaresizliğin belki de birincil muhatabı siyasi cinayete kurban gidenlerin yakınları olmuştur. Ne var ki, hem kayıpla ilgili olarak hem de kayıp sonrasındaki dava süreçleri, anmalar ve kayba tutulan yaslarla ilgili olarak kayıp yakınlarının dünyasına pek dikkat çekilmemiştir. Bu kitap bir anlamda sadece bir araştırma, akademik bir merak ve bilimsel bir çalışma değil, aynı zamanda politik maktul yakınlarıyla birlikte acıyla nasıl başa çıkılabileceğine dair bir öğrenme ve birbirini sağaltma deneyimi olarak görülmelidir. Bu nedenle kitabın acıları deşmek, yaraları yeniden kanatmak değil, aynı yaraların yeniden açılmaması için neler yapılması gerektiğine dair yol gösterici olmak gibi bir meramı vardır. Umarız bu meramımız gerçeğe dönüşür. Bu kitap faili meşhur ve meçhul olan politik maktullerin aziz hatıralarına adanmıştır.

Sana Ait Bir Şey
çev. Şafak Tahmaz
Livera Yayınevi
Eylül 2024
192 s.
"Garth Greenwell’in romanı antik bir trajedinin gücüne ve sonsuz güzelliğine sahip: her sayfada tutku, saplantı ve özgürlük mücadelesi, kaderin kaçınılmazlığı ve toplumun şiddetiyle çarpışıyor. Aynı zamanda beni ritmik, büyülü, içgüdüsel dili kadar, hafıza, kaçış, arzu ve melankoli konularını ele alma ve her birini yeni kılma biçimiyle de etkilemiş çağdaş bir roman. Sana Ait Bir Şey olmazsa olmaz bir kitap."
–Édouard Louis
Mevsim normallerinin üzerinde sıcak bir sonbahar gününde Amerikalı bir öğretmen, cinsellik peşinde Sofya Ulusal Kültür Sarayı’nın altındaki umumi tuvalet kabinlerinin birinde, karizmatik ve genç Mitko ile karşılaşır. Sonraki birkaç ay boyunca Mitko’yla yolları tekrar tekrar kesişir. Bu karşılaşma, ona yalnızca arzunun değil, aynı zamanda geçmişin ve kimliğin de ne kadar kırılgan olabileceğini gösterir.
Mitko’nun hayatına dahil olmak, öğretmeni sadece başka birine değil, aynı zamanda kendi karanlık ve bastırılmış yönlerine de yaklaştırır. İlişkileri, her ikisinin de derinlerde sakladığı sırları ve pişmanlıkları ortaya çıkarırken, okuru da aynı sorgulamalara sürükler.
Garth Greenwell, Türkçeye çevrilen bu bol ödüllü ilk romanında arzunun yıkıcı gücünü, insan ilişkilerinin karmaşıklığını ve kimlik arayışının acımasız doğasını gözler önüne seriyor. Cinsellik ve kimlik arasındaki bağın kırılganlığını; utanç, arzu ve güç arasındaki sürekli gerilimi olağanüstü bir derinlikle inceliyor. Sana Ait Bir Şey, geçmişin gölgelerinin peşimizi asla bırakmadığını ve gerçek özgürlüğün, bu gölgelerle yüzleşmekten geçtiğini hatırlatıyor. Bir yabancı ülkede, yabancı bir bedenin içinde, insanın en derin arzularının, korkularının ve hayal kırıklıklarının peşinde sürükleyici bir yolculuk.

Sanatın Yolculukları
çev. Zehra Cunillera
Metis Yayınları
Eylül 2024
160 s.
Sanat özerk bir deneyim alanı olarak kurulup müzelere veya konser salonlarına yerleştiği zaman, kendi dışına çıkma, yani sanattan başka bir şey olma zorunluluğunu da hissetmeye başladı.
Müzik, müzisyenlerin icra ettiği sanattan fazlası, ruhun dili olduğu iddiasında bulundu. Mimarlık binalar inşa etmek yerine yeni bir dünya kurmak istedi, bunun için göklere uçtu. Modern ve devrimci sanatçılar tablo yapmayı bırakıp “yeni hayat”ın biçimlerini üretmeye karar verdiler. Çağdaş sanatın performans ve yerleştirmeleri ise sanat ile siyaset arasındaki belirsiz alanda duruyor.
Bu yolculuklardan bazılarının izini süren Jacques Rancière, Kant ve Hegel gibi filozofların yoldaki kıvrımları, dönemeçleri anlamamızda bize yardımcı olabileceğini gösteriyor. Genç Marx’ın düşüncesi ile sanatın yolunun kesiştiği noktaya dikkat çekiyor özellikle. “Biçimci” diye suçlanan Sovyet sanatçılarının nasıl devrimi resmetmek yerine bizzat devrim olan bir sanat yaratmak istediklerini anlatıyor.

Süt Lekesi
çev. Burcu Asena Şahin
Düşbaz Kitaplar
Eylül 2024
176 s.
Bir apartman dairesinin duvarları arasında, bir zamanlar çevirmen olan taze anne, eski kimliğinden kopmanın ezici duygusuyla mücadele eder. Lohusalık günlerini dört duvar arasına sıkışmış halde, üstü başı süt lekeleriyle dolu, uykusuz, yeni yaşamına alışmaya çalışarak geçirir. Çocuğunu koruma içgüdüsüyle ona zarar verme düşünceleri arasında gidip gelerek korkunç bir çatışma yaşarken tek başına sırtlanmak zorunda kaldığı annelik görevlerinin acımasız talepleri arasında benliğini yitirir. Roman boyunca asla adlandırılmayan ana karakterin hasta komşusuyla olan kırılgan bağlantısı, mücadelesinde de kırılgan fakat zaruri bir can simidi haline gelir.
Szilvia Molnar’ın Süt Lekesi adlı romanı okuru, doğum sonrası depresyonun derinliklerinde ürkütücü bir keşfe davet ediyor. Molnar çekinmeden kaleme aldığı metinde, annelik umutsuzluğunun psikolojik uçurumuna dalarak bu içsel yolculuğu ustalıkla tasvir ediyor. Hikâye ilerledikçe Molnar, izolasyonun ve varoluşsal çözülmenin ürkütücü bir portresini çiziyor. Yazarın içten fakat karanlık anlatımı, annelik deneyiminin karmaşıklığına ışık tutarak okurları kendine bağlıyor ve okura insan zihnine yolculuk etme, anneliğin ve belki de insanlığın en doğal ve çıplak halini görme ve okudukları ışığında kendi çıkarımlarını yapma fırsatını sunuyor. Peki siz, bu benlik labirentine adım atmaya hazır mısınız?
“Molnar’ın kitabı oldukça korkusuz ve yer yer Sylvia Plath’in çekincesiz şiirlerini anımsatıyor. […] Bu eser, gaddar ama içten bir ihtiyatla anneleri ve kadınları kucaklıyor.” –Atlantic

Turuncunun Kıvamı
İletişim Yayınları
Eylül 2024
204 s.
“Dünya mı kımıldadı o sıra, güneş mi, ağacın çekim gücü mü, bilemedi, ince bir güneş huzmesi vurdu katılaşmış bal damlasının üzerine, yandaki ağaçların dallarından sıyrılıp geldi, tozlarıyla geldi, yeşilleriyle geldi, mavileriyle, sarı daha mı sarı oldu o zaman, kıvamlı sarı, bal sarı, güneşle doldu turuncu sarı, güneşle, gökle, yerle.”
Behçet Çelik, şehirdeki bir kadının hikâyesini takip ediyor. Sözünü sakınmayan, zorunluluklarla kavgalı, yalnızlığıyla barışık, belirsizliklerden ürkmeyip güç devşiren, durup kalmayı değil hareket etmeyi şiar edinmiş bu kadın bir adamla tanışıyor. Kitaplardan ve şiirden konuştuklarında kendisine hem yakın hem sinir bozucu gelen bu adamla karşılaşmak, kadını çocukluğundan ve gençliğinden unutamadığı üç sihirli ânın bir benzerine mi götürecek ya da bu yol nereye varacak?
Turuncunun Kıvamı, dili, akışı ve ritmiyle anlatının kendisinin başlı başına bir karakter gibi ön planda olduğu bir roman.

Ve Sinem 4
İthaki Yayınları
Eylül 2024
152 s.
Hızlı ve kalburüstü̈ yaşam tarzının yanı sıra yüksek bir özgüvene sahip Sinem, vücut geliştirme takıntılı sevgilisi Alper, evlilik hayalleriyle yaşayan ablası Ebru, ayrılık hayalleriyle yaşayan eniştesi Engin, Engin’in işe yaramaz kardeşi Utku ve onun daha da işe yaramaz arkadaşları…
Bir yanda kahramanlarımızın alışageldikleri hayatın ellerinden kayıp gidişi, diğer yanda köklerine tutunarak ayakta kalma gayretleri… Hepsi ve daha fazlası Ve Sinem çizgi öykülerinin 4. cildinde.

Yaz Köpekleri
çev. Seda Ersavcı
Siren Yayınları
Eylül 2024
144 s.
Tenerife’nin yoksul bir köşesinde iki kız çocuğu ve gökyüzünde onları adeta yere çalacak gibi duran koyu, boğucu bulutlardan bir katman. Andrea Abreu, Kanarya Adaları’nı çağdaş edebiyat haritasına yerleştiren bu kısa ve güçlü metinde sarsıcı bir büyüme ve bağlanma hikâyesi anlatıyor...
Batıl inançlar, sınıfsal yoksunluklar ve cinsiyet ayrımcılığının türlü yansıması ile kuşatılmış, tatilcilere hizmet eden bir yörenin çeperine sıkışmış, deniz kenarında deniz hayalleri kuran iki kızın hikâyesi, Yaz Köpekleri’nin temelini oluşturuyor. Arkadaşlık ile aşkın sınırlarını bulandıran, yaşama uğraşını çocuk oyununa, çocuk oyununu şiddete ve kalp kırıklığına bağlayan Andrea Abreu, bu romanda yer yer şiirsel ve yaratıcı bir dil kullanarak gizil, örtülü ve güçlü dürtülerin, bastırılmış duyguların izini sürüyor. Edebiyatta yetenekli bir sesi müjdelemesiyle heyecan uyandıran ve pek çok dile çevrilen Yaz Köpekleri, can sıkıntısının sonsuzluğu karşısında olasılıkların kısıtlılığını ve büyümenin o buhranlı, baş döndürücü karmaşasını pervasız, vahşi bir doğallıkla ele alan iddialı bir ilk roman.
“Cesur, büyüleyici, eğlenceli. Andrea Abreu İspanyolca edebiyatta parlayan bir göktaşı.”
—Fernanda Melchor

Yüzü Kelebeklerle Örtülü
Everest Yayınları
Eylül 2024
80 s.
yaşarken de bilinir kuyu bir derinliktir
siyah bir şemsiyenin açılışı yağmurda
damlaların şemsiyeye çarpıp parçalanışı
ya da fırtına dindikten sonra
kırık telleri telekleri yırtık kumaşları kanatlarıyla
şemsiyeler ve kuşlar için bir ceset düşüncesi
toz zerreleriyle taşınır sonsuzca
bir adam aynaya bakar aynaya bakar aynaya
ayaklarını birbirine sürter bir sinek sürter bir
ve dünyada çimler biçilirken
görünür olurum ben bir anlığına
yaşarken de bilinir
çimlerin biçilmesi bir derinliktir
Önceki Yazı

Çünkü Deccal İnsanoğlunun Ta Kendiydi:
Önemli arayüzler sunan bir roman
“Deccal romanının temel izleği, savaş karşıtlığı. Irkçılığa, ayrımcılığa duyulan öfkeyi duyumsuyoruz. Roman dönemin sosyolojisini ve siyasal ortamını okumamızı sağlayacak arayüzler barındırıyor. Rauf öğretmenin dağıttığı fiziki ve siyasi haritalar sözgelimi. Bir başka arayüz, kitabın adında da geçen Deccal sözcüğü.”
Sonraki Yazı

Ne çok şair var…
Üstelik zamanın sonuna doğru…
“Günler Çözüldükçe’nin önemli yanlarından biri, hemen hiç söylenmeyen bir noktaya açıkça dikkat çekmesi: Karakoç sadece bir züht insanı değildi, diyor Erdem; çile onun ne kişiliğinin ne de şiirinin tamamını kapsıyordu: Sırf böyle bir askesis’e çekilmek bile, gemlenmesi gereken bir aşk taşkınlığının, kısaca arzunun varlığını ortaya koyuyordu.”