Haftanın vitrini – 36
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Abide / “Akşam İstanbul’da Çok Fena Şeyler Oldu” / Altın Uygarlığın Mirası / Antik Çağda Müzik / Bahçıvan ve Ölüm / Bir Okul Duvarından Mevsimler Tablosu / Depresyon Fenomenolojisi / Dünya Öykücülüğünün Serüveni / Kentsel Beyin / Yeniden Doğuş
Abide
çev. Seda Çıngay Mellor
YKY
Ağustos 2025
200 s.
Vernon ailesinin genç, özgüvensiz veliahtı Eric, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, görkemli aile evinin simgelediği köklü yaşam tarzına duyduğu sadakatle yeni bir yaşama duyduğu özlem arasında bocalamaktadır.
Savaşta ölmüş babasının anısı ve dul annesinin kederi onu gelenekler ve alışkanlıklarla dolu eski yaşama çağırır. Yeni ve daha özgür bir yaşamın nabzı ise ailenin öbür kanadı olan Scriven’ların evinde, bir de babasının en yakın dostu Edward Blake’i çevreleyen gizemde atmaktadır.
1920’li yılları çizgisel olmayan bir anlatımla kateden ve tüm karakterlerinin bilinçlerine uğrayarak ilerleyen Abide, eski kesinliklerin kaybolduğu bir çağda kaderlerini arayan insanların ve çözülmekte olan bir ailenin hikâyesidir.
Christopher Isherwood’un erken dönem romanlarından Abide, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından derin bir dönüşüm geçiren İngiliz toplumunun canlı bir portresini çiziyor.
“Akşam İstanbul'da Çok Fena Şeyler Oldu”
6-7 Eylül 1955'i Son Tanıkları Anlatıyor
İstos Yayın
Eylül 2025
336 s.
“Anneme çevredekiler söyledi, ‘Dün akşam İstanbul’da çok fena şeyler oldu’ dediler.” Kitabın başlığını da oluşturan bu sözler Marina Kalumenu’ya ait. Kendisi Dimitrios Kalumenos’un, yani 6-7 Eylül 1955’i fotoğraflayarak, pogromun hafızalara kazınmasını sağlayan Patriklik Fotoğrafçısının kızı. Kalumenos o geceyi anlatırken “Sadece cansız şeyler mi acı çekti? Hayır!” diyor ve yaşanan şiddet dalgasının insanlara yönelen bölümünü anlatıyordu. Bu kitap, 70 yıl sonra onun izinden giderek Türkiye, Yunanistan ve Fransa’da yaşayan 32 “son tanığın” dilinden o gece yaşananları aktarıyor.
Ekümenik Patrik Hazretleri Bartholomeos:
“1955’ten sonra Türkiye’den ayrılma fikri Rumların aklına yerleşti. Artık emniyette olduklarını hissedemiyorlardı. Bu dönemden sonra göç etmeye karar verdiler.”
Dora Mavraki:
“İçeri girdiklerinde papaz amcam bahçede saklanırken onu avluda ‘Bu kara sakallı papaz nerede?’ diye aramışlar. Kendini o siyah cübbesiyle kapatmış.”
Aliki Şanguloğlu:
“Halam diyor ki ‘Bugün kızımın okulu var, gelemem ama yarın gelirim.’ Ertesi gün kız çamaşır suyuyla intihar etti. Hamileydi! Hamile kalmıştı! Eylülden sonra yaşandı bunlar…”
Mihail Mavropulos:
“1955’te onları kurtaran bir hayat kadınıydı. O kadın Türk’tü. Aynı binada oturuyordu, ilk kattaydı. … Paskalya’da çörek verirlerdi. … Ve o gece binanın önüne çıktı, ‘Burada Rum yoktur’ dedi, gelenleri kovdu.”
Jirayr Karagöz:
“Hakkı vardı. Komşumuz… O kırmaya gitti. O adam, ‘Madam buram yanıyor, buram yanıyor’ dedi ve kırmaya gitti. “
Hristos Elmacıoğlu:
“Bakın diyorum, Rumlar, yani biz çiçek vazosu değiliz. … Bizim başımıza bunlar geldiğinde, siz veya aileniz, babalarınız, dedeleriniz arkadaşlarınız hiç tepki gösterdi mi? Protesto ettiniz mi? Bunu durdurmaya çalıştınız mı? Yapmadığınız için şimdi bunun bedelini siz de ödüyorsunuz.”
Altın Uygarlığın Mirası
–Bir Lazika Romanı
Doğan Kitap
Ağustos 2025
288 s.
Rize’den Artvin’e, Arhavi’den Batı Gürcistan’a uzanan coğrafyada var olmuş antik Kolhis Uygarlığı tarih sahnesinden silindikten sonra, küllerinden Lazika Krallığı doğdu. Asırlar boyunca bölgede önemli bir güç olan Lazika Krallığı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Lazistan Eyaleti olarak yeniden hayat buldu. Bu kültürel ve mitolojik zenginlik sadece Lazlara ait değil tüm Türkiye’ye ait. Troya gibi, Ayasofya gibi, Hitit şehri Alacahöyük gibi, Anadolu’dan yolu geçmiş tüm diğer medeniyetler gibi ortak mirasımız. Fakat zaman içinde bu mirasın üzeri bir sis bulutuyla kaplandı.
Bir arkeoloji ekibi, Arhavi ormanlarında Lazika Krallığı üzerine araştırma yaparken gizemli bir şekilde ortadan kaybolur. Arkasında hiçbir iz bırakmayan gençleri aramak için bölgeye gidenler sonuç alamayınca, bulunduğu mekânda geçmişte yaşanmış duyguları hissedebilme yeteneğine sahip bir empatan görevlendirilir. Empatan ve ekibi, kayıp gençleri ararken bin bir sırla dolu Tanura köyünde, Sümela Manastırı’nın gizli odalarında, Arhavi’nin uçsuz bucaksız ormanlarında ve arı kovanlarında büyüleyici bir yolculuğa çıkacaklarından habersizdir. Bu yolculukta sadece yörenin sırlarını değil, kendi aralarındaki sırları da keşfetmeleri gerekecektir.
Altın Uygarlığın Mirası, görkemli ağaçların, mitolojik arıların ve Karadeniz’in coşkun dalgalarıyla yoğrulmuş Lazların renkli dünyasına kapı açarken, ortak mirasımız Lazika Krallığı ve Kolhis Uygarlığı üzerindeki binlerce yıllık sis bulutunu dağıtıyor.
Antik Çağda Müzik:
Arkaik ve Klasik Dönemlerde Hellas'ta Müzik, Müzisyenler ve Enstrümanlar
Doğu Batı Yayınları
191 s.
Antik Çağda Müzik adlı bu kitapta Antik Yunan Müziği’nin Arkaik ve Klasik Çağlardaki gelişimi kapsamlı bir şekilde ele alınmıştır. Müziğin kökenlerinden başlayarak, ilkel toplumlarda ne amaçla ve nasıl kullanıldığına, Mezopotamya, Mısır ve Hitit toplumlarındaki müzikal kültüre kısaca değinilmiş ve kitabın ana teması olan Antik Yunan Müziği’nin kökenleri ve müzikle ilgili mitler okuyucuya aktarılmaya çalışılmıştır. Antik Yunan Müziği’nin geçirdiği evrim kronolojik olarak anlatılırken, söz konusu evrime katkıda bulunan müzisyenlere ve müziğin rasyonel bir sanata dönüşmesine de değinilmiştir. Müziğin özel yaşam ve günlük yaşamdaki yeri ve önemi ayrıntılı bir şekilde irdelenmiş, doğumdan eğitime, dinî festivallerden symposionlara, savaş meydanlarından cenaze merasimlerine değin Antik Yunan yaşamının tüm seçkin durumlarında ya da sıradan rutinlerinde hangi enstrümanla ne tür müzikler icra edildiğine yer verilmiştir. Kullanılan enstrümanların icat ediliş öyküleri, teknik detayları ve kullanım özellikleri anlatılmıştır. Genel olarak Arkaik ve Klasik Çağlarda Yunan Müzikal kültürünün eriştiği seviye, onun referans kabul edilip örnek alınmasına ve etkilediği kültürler vasıtasıyla günümüz müziğine ilham olmasına uzanan süreç akıcı bir dille ve güvenilir kaynaklarla birlikte okuyucuların beğenisine sunulmuştur.
Yabancı kaynaklarla kıyaslandığında; uzunca bir araştırma ve düşünce sürecinin neticesinde oluşan Türkçedeki bu çalışma, Antik Çağ Tarihi ve Kültürü, Antik Yunan Medeniyeti ve Müziği, Müzik Tarihi konularına ilgi duyanlar, bu konuda araştırma yapanlar ve müzikologlar için son derece özgün niteliğe sahiptir.
Bahçıvan ve Ölüm
çev. Hasine Şen Karadeniz
Metis Yayınları
Eylül 2025
208 s.
“Babam bahçıvandı. Şimdi bir bahçe.”
Hayatının uzun yıllarını bahçesine vakfetmiş olan babasının, “omuzlarında tonlarca geçmiş taşıyan bir Atlas” gibi gördüğü ve idealize ettiği kişinin ölümünü anlattığı bu kitabında Georgi Gospodinov, yeri doldurulamaz bir kayıp karşısında hissettiklerini içten ve etkileyici bir dille aktarırken, aynı zamanda hayat ve ölüm üzerine, sevgi ve yas üzerine, varoluşumuzu anlamlandıran ve yola devam etmemizi sağlayan şeyler üzerine derin bir tefekküre dalıyor.
Onun bugüne kadarki varlığı, benim kendi varlığımı, çocukluğumun varlığını doğruluyordu. Öte yandan yokluğu hafızanın tüm mekanizmasını harekete geçiriyor. Uzun zamandır aklıma gelmeyen şeyler şimdi uyanıyor, onları ben uyandırıyorum – tüm bunların gerçekten olup bittiğinden emin olabilmek için. İstemli ve istemsiz bellek birlikte çalışıyor ve anıların paslanmış çarkını harekete geçiriyor, net görülmeyen yerleri temizliyor veya uyduruyor. Kabul etmeliyiz ki bu, vefat edene yönelik bir bellek çalışması olduğu kadar, kendimize de yöneliktir, benmerkezci, bir anlamda kendimizi kurtarmaya, birinin gidişinden sonra hayatta kalışımızı anlamlandırmaya yönelik bir uğraştır. — Bizi çocuk olarak hatırlayan son kişi de gittiğinde hâlâ var olduğumuz söylenebilir mi?”
2023 Uluslararası Booker Ödüllü yazardan içe işleyen bir anı-roman.
Bir Okul Duvarından Mevsimler Tablosu
Lando Yayınları
Ağustos 2025
52 s.
peksimet kıtırlığında bir hava,
sabah duşunu
altında alıyorsun bir ağacın
yapraklarını döken,
şimdi yaz olsa
ürperirdin girdiğin boş havuzda,
kışa kaç kilometre kaldığı
yazıyordu az önce
kaçırdığın tabelada
Depresyon Fenomenolojisi
Akademim Yayınları
Ağustos 2025
190 s.
Depresyondaki kişi, kendini bağ kurmanın, umut etmenin ve olağan biçimde hissetmenin imkânsızlaştığı bir dünyada bulur. Bedeninde yalnızlaşır, kendilik ve gerçeklik deneyimi başkalaşır. Bu imkânsızlıklar dünyasında sıkışmış olma hâli, çoğunlukla bireysel bir “arıza”nın sonucu olarak değerlendirilir. Bu bakış açısına göre, hasarlı bir fizyolojinin sonucu olan depresyon, kişiyi içeriden bozar; onu ortak bir dünyadan koparır ve öznel bir yabancılaşmaya hapseder. Oysa bu kitap, depresyonu dünya ile ilişkilenmeyi olanaksız kılan bir rahatsızlık olmaktan ziyade, ilişkilenmeye müsait olmayan bir dünyada yaşanılan varoluş olarak düşünmeye çağırıyor. Bu nedenle, odağını bireyden beden-kendilik-dünya sistemine kaydırıyor: Dünyanın sırt çevirdiği bedenlerin geçirdiği bu dönüşüm, çürümüş bir sistemden radikal biçimde kopmaya yarayan aktif bir geri çekilme manevrası olabilir mi?
Dünya Öykücülüğünün Serüveni:
Öyküyü Sanat Yapanlar
Ketebe Yayınları
Ağustos 2025
420 s.
Necip Tosun, Dünya Öykücülüğünün Serüveni’nde, edebiyat türleri arasında biçimsel denemelere belki en açık tür olan öyküyü ele alıyor ve gazeteci-hikâyeciliğin sınırlarından çıkıp modern anlatıların estetik arayışlarına yönelen öykünün geniş tarihsel serüvenini izlememizi mümkün kılıyor. Gogol’den Poe’ya, Çehov’dan Maupassant’a, Márquez’e ve Borges’e kadar geniş bir yelpazede ele aldığı elli seçkin öykücüyü, edebî kimliklerinin yanı sıra yazdıkları öykülerin biçimsel ve tematik boyutlarıyla da mercek altına alıyor. Tosun, dünya öykücülüğünün serüvenine katkı sunan isimlere odaklanırken klasik olay öyküsünden durum öyküsüne, soyut ve simgesel anlatımlardan bilinç akışına; büyülü gerçekçilikten postmodern arayışlara uzanan öykü tarihine ilişkin geniş perspektifte bir kuramsal çerçeve çiziyor. Avrupa ve Amerika merkezli anlatıların yanı sıra Arap, Afrika, Asya ve Uzak Doğu öykücülüğüne yer verilerek küresel bir bakış oluşturulan bu çalışma, edebiyatseverlere ve araştırmacılara karşılaştırmalı okuma imkânı da tanıyor.
Öykünün estetik ve zihinsel dönüşümünü kavramaya yönelik bir “el kitabı” niteliğindeki bu eser, hem edebiyat okurları ve yazar adayları için kılavuz hem de dünya öykücülüğüne ilgi duyan herkes için vazgeçilmez bir başvuru metni.
Kentsel Beyin:
Dirimsel Kentte Akıl Sağlığı
çev. Ercan Tugay Akı
Ayrıntı Yayınları
Eylül 2025
72 s.
Birleşik Krallık Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Konseyi’nin (ESRC) “Sosyal Bilimi Dönüştürme” programı kapsamında oluşturulan bir proje ve bu proje süresince yapılan çeşitli araştırmalarla ortaya çıkan bu kitap, kent hayatı ile akıl sağlığı arasındaki ilişkiyi sosyal bilimler ve fen bilimleri arasında bir köprü kurarak derinlemesine irdelemektedir. Dirimsellik ve yerleşim kavramlarını merkeze alarak nöroekososyal bir perspektiften argümanlarını oluşturan Rose ve Fitzgerald, spesifik megakentlere ve metropollere gönderme yaparak kent hayatının akıl sağlığı üzerinde bıraktığı izleri ve kent hayatı ile zihinsel yaşamın nasıl iç içe geçtiğini stres ve stres faktörleri, ekonomik ve sınıfsal etkenler, hem yerel hem de uluslararası düzeyde göç ve göçmenlik, ırkçılık ve bir organizma olarak insanın içinde yaşadığı sosyal ve materyal çevre ile olan etkileşimine odaklanarak göstermektedir.
Yeniden Doğuş:
Gezegeni Mideye İndirmeden Tüm Dünyayı Besleyebiliriz
çev. Asude Küçük
Minotor Kitap
Eylül 2025
408 s.
Tarım, dünyanın en büyük çevresel yıkım sebebidir – üstelik üzerine konuşmaya en az hazır olduğumuz meseledir. Kentsel yayılmayı eleştiriyoruz ancak tarım otuz kat daha fazla alana yayılıyor. Gezegenin büyük bölümünü sürerek ve otlatarak, ormanları keserek, yaban hayatını öldürerek ve nehirleri, okyanusları zehirleyerek kendimizi besledik. Yine de milyonlarca insan hâlâ açlık çekiyor. Gıda sistemiyse tökezlemeye başladı.
George Monbiot bu sarsıcı ve özgün kitabında, çevresel yıkıma ve gıda krizine dair en büyük açmazlarımızı çözebileceğimizi ve gezegeni mideye indirmeden tüm dünyayı besleyebileceğimizi ortaya koyuyor.
Neolitik dönemden bu yana ilk kez, yalnızca gıda sistemimizi değil, tüm canlı dünyayla ilişkimizi dönüştürme fırsatına sahip olduğumuzu anlatıyor.
Toprak ekolojisindeki şaşırtıcı gelişmelerden yola çıkan Monbiot, daha az tarımla daha çok gıda üretmemizin nasıl mümkün olabileceğini tartışıyor. Verimlilik anlayışında devrim niteliğinde yöntemler uygulayan meyve-sebze yetiştiricilerinden toprağı sabanlardan ve zehirlerden kurtaran tahıl ıslahçılarına; protein ve yağı üretmenin yeni yollarına öncülük eden bilim insanlarına dek bu yöntemleri hayata geçiren insanlarla buluşturuyor bizleri.
Yeniden Doğuş kitabı gezegenimizle barışmamıza, onun canlı sistemlerini onarmamıza ve yok oluş çağının yerine yeniden doğuş çağını getirmemize olanak sağlayacak bir bakış açısını okurlarla buluşturuyor.