Haftanın vitrini – 36
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Alışın, Her Yerdeyiz! / Arkeofili / Cerrah / Dil Nasıl Ortaya Çıktı / Meslek Olarak Sanat / Normalliğin Deliliği / Peygamberin Şarkısı / Savaş Üzerine / Sofie’nin Dünyası / Viskinâme
2017’de kaybettiğimiz Şirin Tekeli, kendi tabiriyle “mahcup feminist” olarak çıktığı yoldaki uzun yürüyüşünde Türkiye’de feminist hareketin akacak mecra bulmasına, ataerkil düzene meydan okumasına ön ayak olan önemli figürlerden biriydi. Bunu, kuşağının kararlı ve yürekli feminist kadınlarıyla birlikte bir feminist literatürün oluşmasına, temel kavramların yerleşmesine ve nihayet feminizmin bir akım olmanın ötesine geçerek bir politik pozisyon haline gelmesine kapı aralayarak yaptı.
Dünyanın pek çok yerinde ve Türkiye’de cinsiyet ayrımcılığının, eşitsizliklerin hükümet politikalarıyla desteklendiği bu dönemde bu alanda savunuculuk yapan toplulukların sesi bu kadar gür çıkıyorsa, feminist aktivizm ve LGBTİ aktivizmi her türlü baskıya rağmen bu kadar inatla sürdürülüyorsa bu biraz da Şirin Tekeli ve ilk kuşak feminist kadınların mücadelesinin verdiği ilhamladır.
Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender) Türkiye’de toplumsal cinsiyet odaklı araştırmaları desteklemek, teşvik etmek ve aynı zamanda Tekeli’yi anmak amacıyla 2017’den beri Şirin Tekeli Araştırma ödülleri veriyor. Ödüle layık görülen çalışmalardan derlenen bu kitapta yeni dünya düzeninde cinsiyet ilişkilerinin değişimi, dilde feminist alanın inşası ve yeni aktivizm biçimlerine dair, çoğu saha çalışmasına dayanan makaleler yer alıyor. Şirin Tekeli’nin de söylediği gibi:
“Daha yapacak çok şey var. Yılmak yok. Top artık, beşinci ve altıncı kuşak feministlerde…”
Siz de bir “arkeofil” misiniz?
Göbeklitepe’deki insanlar dev taşları oyup bunları belirli bir düzende yerleştirirken ne amaçlıyorlardı? Bir Homo sapiens ve bir Neandertal ilk defa karşılaştığında ne hissetti? Piramitler nasıl yapıldı? Kolezyum gibi Antik Roma yapıları nasıl hâlâ ayakta durabiliyor?
Geçmişte yaşamış insanları ve onların günlük yaşamlarını merak etmekten ve üzerine kafa yormaktan daha eğlenceli ne olabilir? Üstelik bunun için arkeolog olmanıza da gerek yok! Belki antik kentte gördüğünüz yıpranmış bir sütuna, belki dedenizden kalan bir cep saatine, belki de sahafta bulduğunuz, içi notlarla dolu eski bir kitaba bakarken bunlara kimlerin elinin değdiğini, nelere tanıklık etmiş olabileceklerini düşünerek uzaklara dalıyorsanız, hayal dünyanızda o dönemlere yolculuk yapıyorsanız, yani kısacası eski olan her şeye ilgi duyan biriyseniz, siz de bir arkeofilsiniz!
Arkeolog Erman Ertuğrul’un yazdığı Arkeofili: Arkeoloji Meraklısının Elkitabı, uzak geçmişle ilgili en merak edilen sorular üzerine, karmaşık terimler kullanmadan, kolay anlaşılır üslupla verilmiş cevaplar okumak isteyen tüm “geçmiş meraklısı” zihinler için…
Cerrah, birini çözmeye çalışırken bir diğerinin karşımıza çıktığı düğümlerden oluşan, hiçbir şeye şaşırmıyor oluşumuza "şaşırtan" bir roman...
Tayfun Pirselimoğlu bu sefer tuhaf mı tuhaf bir İstanbul gecesinde, devlet adına yüz değiştirme ameliyatları yapan Tarık Kara’nın, içinde derin devletin karanlık suretlerinin dolaştığı hikâyesini anlatıyor. Bu hikâyeye eşlik eden bir maymun ve bir kaplan da var üstelik!
İnsanın diğer türlere göre belirgin bir avantajı var: Birbirimizle konuşabiliyoruz. Dil, dünya üzerindeki en gelişmiş iletişim biçimi. Peki, bu muhteşem araca nasıl sahip olabildik? Amazon’daki saha araştırmalarıyla öne çıkan dilbilimci Daniel L. Everett, bu büyük sorunun yanıtını arıyor. Hominidlerin ilk konuşma girişimlerinden günümüzdeki mevcut yedi bini aşkın dile kadar uzanan kapsamlı bir evrimsel hikâye anlatıyor.
Fosil avcıları ve dilbilimciler bizi dilin kökenini anlamaya epeyce yaklaştırsa da Daniel Everett'in keşifleri, akademik çevrelerin çok ötesinde yankı uyandırmış ve çağdaş dilbilim dünyasını altüst etmiştir. Everett, bu çalışmasında da dilbilim dünyasının yerleşik ilkelerine meydan okuyor ve dilin Sapiens’e özgü olmadığını ileri sürüyor. Dili biyolojik yapımız kadar kültürel öğelerle de ilişkilendiriyor ve dili anlamak için disiplinler arası bir yaklaşımın şart olduğunu savunuyor. Everett'in kuramına göre ilk konuşan canlı, kültürel olarak icat edilen simgeler aracılığıyla sözcükleri ortaya çıkaran Homo Erectus’tu. Bir yandan ilk insanların beyni büyüyor, diğer yandan jest ve tonlamaların kullanıldığı konuşma ortaya çıkıyordu. Bu süreç 60.000 nesil boyunca devam etti. Çağlar boyunca bu süreçteki önemli değişimlerin ve gelişmelerin izini süren Everett, gırtlak ve diyaframdaki yüzden fazla solunum kasının kontrolünden dilin kullanımında ustalaşmaya kadar konuşmanın her bileşenini inceliyor. Konuya antropoloji, nörobilim ve arkeoloji gibi çeşitli disiplinlerden yaklaşarak türümüzün kültürel, fizyolojik ve nörolojik avantajlarını ele alıyor ve sosyal karmaşıklığın önemine dikkat çekiyor. Dilin kültürel bir icat olduğunu savunan Everett, gramer ve hikâye anlatımı gibi unsurların dil için neden sanıldığı kadar kritik olmadığını da açıklıyor.
Dil Nasıl Ortaya Çıktı, nihayetinde insanların salt iletişimden dile nasıl geçtiğine dair bildiklerimizi, bilmek istediklerimizi ve muhtemelen asla bilemeyeceklerimizi açıklıyor. Everett, yaklaşık kırk yıllık saha çalışmasına dayanarak, Platon'dan Chomsky'ye pek çok büyük düşünürün dil kuramlarına karşı çıkıyor. Bizi insan yapan şeyin ne olduğuna dair yepyeni bir bakış açısı sunuyor.
Meslek Olarak Sanat, endüstriyel tasarım kategorisinde değerlendirebileceğimiz bir kitaptır. Yazarın Il Giorno gazetesi için yazdığı makalelerinin yanı sıra kitabın teması için uygun gördüğü başka yazılarını da içermektedir. İlk baskısı 1966’da yapılan ve Laterza yayınevinin çeşitli dizilerinde yer alan bu eser, günümüze kadar yirmiden fazla baskı yapmıştır. Endüstriyel tasarım, reklamcılık, grafik tasarım, gündelik nesnelerin estetiği, kullanım nesneleri ve sanat, görsel iletişim alanlarında vazgeçilmez bir başvuru kaynağıdır.
Psikanalist yazar Arno Gruen Normalliğin Deliliği’nde toplumun, Sigmund Freud’un insanın doğuştan yıkım ve şiddete eğilimli olduğu iddiasına dair yaygın inancını alt üst ediyor. Kitap, kötülüğün kökeninde öznefretin ve çocuklukta başlayan kendine ihanetin yattığını iddia ediyor. Güçlülerin “sevgisi ve onayı” için bağımsızlığımızdan vazgeçtiğimizde, derin bir korkudan doğan sahte bir benlik yaratıyoruz ve modern toplumun “gerçekçilik” olarak benimsediği bu çılgınlığı çoğunlukla fark etmiyoruz.
Gruen bu tehlikeli uyum ve gizli isyan döngüsünü çarpıcı vaka çalışmaları, Nazizm’den Reaganizm’e uzanan sosyolojik örnekler ve edebi eserler üzerinden gözler önüne seriyor.
Peki, bu döngüden nasıl kurtulabiliriz? Gruen’e göre çözüm isyanda değil gerçek bir kişisel bağımsızlık geliştirmekte yatıyor. Bağımsızlık kolay elde edilmese de yokluğunun hem bireyler hem de toplum için yıkıcı sonuçlar doğurduğunu vurguluyor.
“Dr. Gruen şefkat ve kararlılıkla, normallik olarak kabul edilen çılgınlığı gözler önüne seriyor... Bu kitap, liderler ve takipçiler, uyumlular ve isyankârlar ve daha şefkatli bir dünya arayan herkes için.” –Dr. Montague Ullman
Başkalarının kâbusu sizin kâbusunuz olmasın!
İrlandalı yazar Paul Lynch'in 2023 Booker Ödülü'ne değer görülen “anıtsal” romanı Peygamberin Şarkısı, totaliter güçlerce iç savaşa sürüklenen bir toplumun kodlarını sorgulayan sarsıcı bir direniş distopyası.
Pek çok eleştirmen tarafından son 10 yılın en etkileyici yapıtlarından biri olarak gösterilen kitap, dört çocuklu bir annenin ailesini güvende tutmak için verdiği büyük mücadeleyi edebî hazzı doruğa tırmandıracak bir anlatıyla buluşturuyor.
Okurları en karanlık ve hatta klostrofobik düşleriyle yüzleştiren Lynch, nefes kesici özgünlükte yepyeni bir dünya kuruyor ve sonra onu muazzam bir beceriyle paramparça ediyor.
Şimdi görebiliyorum özgürlük sandığım şeyin aslında sadece mücadele olduğunu ve özgürlük diye bir şeyin hiç olmadığını.
Bir insan ailesini kurtarabilmek için ne kadar ileri gidebilir?
Dört çocuk annesi biliminsanı Eilish Stack çok yakında ailesinin üzerine çökecek kara bulutlardan habersizdir. Ta ki puslu ve yağmurlu bir Dublin akşamında evlerinin kapısı çalınana değin. İrlanda istihbaratının yeni kurulan biriminden iki polis memuru Öğretmenler Sendikası'nda yönetici olarak çalışan kocası Larry'yi sorgulamaya gelmiştir. Olayların akışı kusursuz bir sistematikle işler. Apar topar gözaltına alınarak sorgulanan eşi bir süre sonra kayıplara karışır. Yaşananlar elbette ki giderek otoriterleşen bir hükümetin radarına takılanların trajik hikâyelerinden sadece biridir. Ülke hızla çökerken toplumun uçurumdan yuvarlanması kaçınılmazdır. Gelecek karşısında gözleri körleşmiş insanlara hayretler içinde bakakalan Eilish, ömrünü adadığı yaşam düzenini sürdürebilmek için yapması gerekenlerle, kontrolünün tamamen dışında gelişen olaylara teslim olma ya da direnme ikilemi arasında sıkışıp kalmıştır. Yakında ailesini bir arada tutabilmek uğruna ne kadar ileri gidebileceğine dair hayatî bir karar vermesi gerekecektir...
Dünyamız ve zamanımız hakkında böylesine bıçak sırtı bir konuyu kâbusları andıran gerçekçi bir kurgu ve dilin sınırlarını zorlayan bir üslupla anlatan Paul Lynch, edebiyatta hem içeriği hem de estetiği önemsediğini ortaya koyarak hayranlık uyandırıyor.
Ateşle karanlık arasında mahsur kalmış insanların yolunu ışıtan Peygamberin Şarkısı, lirizmin doruklarında gezinen şiirsel bir manifesto.
“Duygusal hikâye anlatıcılığının zaferi... Ruhu sarstığı kadar da gerçek.”
–Esi Edugyan, 2023 Booker Ödülü Jüri Başkanı
“Yiğitlik, baskı altında nezakettir.” –Ernest Hemingway
1. Dünya Savaşı’nda Kızıl Haç ambulansı şoförlüğü görevinden The Toronto Star gazetesindeki yaklaşık yirmi beş yıl süren savaş muhabirliğine, Ernest Hemingway, yirminci yüzyılı biçimlendiren pek çok çatışmaya tanıklık etmiş, bunları eşsiz bir güçle kayıt altına almıştır. Bu dikkat çekici kitap, Hemingway’in savaşın doğası hakkındaki önemli ve zamansız yazılarını bir araya getiriyor.
Çok sevilen romanı Silahlara Veda’dan, İspanya İç Savaşı hakkındaki Çanlar Kimin İçin Çalıyor’dan pasajlar, savaşın ve sonrasının psikolojik ve fiziksel etkilerinin benzersiz bir portresini sunuyor. Nehrin Ötesine Ağaçların İçine’den seçilen bölümler, hayatının alacakaranlığında, duygusal yaralar almış bir muvazzaf askerin savaşın doğası üzerine düşüncelerini canlı bir biçimde anlatıyor. “Başka Bir Ülkede”, “Kelebek ve Tank” gibi klasik kısa öyküleri, Hemingway’in ilk kısa öykü kitabı In Our Time ve tek tiyatro oyunu Beşinci Kol’dan seçilen parçaların yanında yer alıyor.
Torunu Seán Hemingway’in titiz bir çalışmayla derlediği bu özel eser, Hemingway’in savaşla ilgili roman ve öykülerinden etkileyici pasajlarla birlikte Mussolini ile yaptığı tarihi röportajı, 1922 Türkiye’sinden gözlemlerini, Normandiya çıkarmasından Paris’in kurtuluşuna kadar pek çok savaş ortamının sarsıcı görgü tanıklıklarını, modern savaşın ortasındaki azim ve yenilgi, cesaret ve korku, aşk ve kayıp üzerine etkileyici kayıtlarını Hemingway’in gazeteciliğinden büyüleyici seçkileriyle sunuyor.
Torunu Seán Hemingway’in, Ernest Hemingway’in yaşamı, savaşlardaki yeri ve kitaptaki yazılarıyla ilgili detaylı bilgiler veren sunuş yazısının, Ernest Hemingway’in askerlik ve muhabirlik dönemlerinden özel fotoğrafların ve oğlu Patrick Hemingway’in önsözünün de yer aldığı Savaş Üzerine, 20. yüzyıl savaşlarını Hemingway’in gözünden görmek için eşsiz bir kaynak.
Bir gün Sofie posta kutusunda üstünde “Sofie Amundsen” yazılı bir zarf bulur. Zarfın içinden çıkan küçük kağıtta tek bir soru vardır: “Kimsin sen?” Ardından içinde “Dünya nereden çıktı?” yazılı bir kağıt olan ikinci bir mektup gelir.
Böylece meraklı genç kahramanımız ile gizemli mektup arkadaşı arasında alışılmadık bir ilişki başlar. Sorular birbirini izledikçe Sofie felsefe tarihi içinde bir yolculuğa çıkacaktır. Bir yandan ana düşünce akımları hakkında bilgi edinecek diğer yandan kendisi ve gizemli öğretmeniyle ilgili sırları çözecektir.
Jostein Gaarder'in, uluslararası bir çoksatar olan Sofie’nin Dünyası romanı bu kez Zabus ve Nicoby'nin uyarlamalarıyla bir çizgi roman olarak okurların karşısına çıkıyor.
Viski, deyip de geçmeyin. İlk viskiyi Aziz Patrick’in damıttığını biliyor muydunuz? Peki, söylenene göre dünyada en çok viski tüketilen ülkenin İskoçya, İrlanda ya da Amerika değil de Hindistan olduğunu? Viski İsyanı’nı duymuş muydunuz?
Everest Aş Kitaplığı’nın üçüncü kitabı Viskinâme, viskinin ortaya çıkışına, farklı toplumlardaki üretim ve tüketim faaliyetlerine, farklı dillerdeki karşılıklarına, dizi-film sektörüyle kurduğu bağa ve nicelerine odaklanıyor. Uygur Kocabaşoğlu ile Onur Kınlı’nın mizahi üslubu bu ortak çalışmayı renklendirirken tarih sahnesinden örnekler de okuma sürecini ayrıca keyifli hale getiriyor.
Türkiye’nin kültüründe viskinin özel bir yeri olduğu ileri sürülebilir. Bir yandan 1960’ların, 1970’lerin, 1980’lerin Yeşilçam filmlerinde patronların, kıyıcıların, kısaca “kötü adamların” içkisiydi viski. Yoksul semtlerde yaşayanların evlerine, arsalarına el koymak isteyen müteahhit viski içerdi. Yoksul oğlanın sevdiği zengin kızın babası viskiye meraklıydı. Viski, zenginliğin, iş bilirliğin, kıyıcılığın bir sembolüydü âdeta. Yalnızca İstanbul’da değil, taşrada viski içmek de bir ayrıcalıktı. Diğer yandan, yine aynı yıllarda sosyalistleri, komünistleri karalamak için kullanılan bir metafordu viski: “Bunlar viski içer, sonra da solculuk yaparlar!”
Önceki Yazı
Turuncunun Kıvamı'ndan:
“Akışa kapılmamanın akışını hatırla”
Öykücü, romancı ve K24 yazarı Behçet Çelik'in yeni romanı Turuncunun Kıvamı, haftaya İletişim Yayınları tarafından basılıyor. Romandan kısa bir bölümü Tadımlık olarak sunuyoruz.
Sonraki Yazı
Joe Sacco’nun Filistin ve Gazze’nin Dipnotları kitapları üzerine:
Filistin’e grafik romanla bakmak
“Joe Sacco’nun çizimlerine eşlik eden metinler edebi bir türden ziyade eğitimini aldığı gazeteciliğin diline sahip. Zaten kendisi de Filistin kitabıyla “çizgi roman gazeteciliği” olarak isimlendirilen bir türün öncülüğünü üstlenmiş durumda.”