Haftanın vitrini – 33
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Böcükname / Feniçka / Hiperkültürellik / Makinedeki Kan / Religion, Politics and Society in Modern Turkey / Ruhumdaki Yaralar / Travma ve Anlatı / Unutmanın Elkitabı / Uzaklarda / Zulamdaki Şiir


Böcükname
Kevnizâde Zekeriya Bey
Osmanlıcadan çeviren Orhan Kevnoğlu
Ender Şeyler Yayıncılık
Temmuz 2024
100 s.
“Yazar, yapıtı bize adeta terk etmişti, cami kapısına, kilise avlusuna, havra bağçesine ‘gayri meşru’ bebek bırakır gibi.”
Böcükname, böceklerin dilini çözmek için irili ufaklı, konik, hunimsi almaçlar icat ederek bilisel böcek-dinler’e ulaşarak böceklerin dilini çözmeye çalışan Kevnizâde Zekeriya Beyin yayımlanmamış bir eseridir. Kitap, Kevnizâde Zekeriya Beyin torunu Orhan Kevnoğlu tarafından yayıncıya bırakılır, ancak Orhan Kevnoğlu bir hayalettir adeta, kimse onu ne görmüş ne de adını duymuştur. Böcükname beklenmedik bir edebi hazinedir. Yazarı geleneksel teşhis (kişileştirme) ve intak (insan olmayan varlıkları konuşur kılma) sanatlarından yeni bir yaklaşımla yararlanmıştır ve sayfaları açıldıkça editörünü hayrete düşürecek hikâyeler ortaya çıkar.

Feniçka
çev. Anıl Alacaoğlu
Can Yayınları
Ağustos 2024
80 s.
Ufkumuzu genişleten, hayatta önümüzü açan, bizi özgürleştiren bir şey neden angarya olsun ki? Hayır, bu dünyada kurtuluşa benzer bir şey varsa o da zihinsel çalışmadır.
Feniçka, kadınların üniversite eğitimine kabul edilmeye başlandığı 19. yüzyılın sonlarında eğitim almak için Avrupa’ya giden, özgür düşünceli genç bir kadındır. Max Werner ise, eğitimli ve entelektüel açıdan erkeklerle eşit olduklarını düşünen kadınlardan hazzetmeyen genç bir psikologdur. İkili arasında, yakınlığın damgasını vurduğu ancak yine de geleneksel kadın ve erkek rollerinin kurallarıyla çatışan alışılmadık bir ilişki gelişir.
Erken modernizmin en farklı ve öncü kadın entelektüellerinden biri olan Andreas-Salomé’nin 1898 tarihli Feniçka’sı, kendi yaşamını ve duygularını tanımlayan, böylece özgürleşmiş kadın varoluşunun yeni bir biçimini yansıtan dinamik bir kadın kahraman sunuyor.

Hiperkültürellik
çev. M. Sami Türk
Ketebe Yayınları
Ağustos 2024
88 s.
Modern çağın önemli düşünürlerinden Byung-Chul Han, Hiperkültürellik’te kültürün global şartlarda ne tür bir değişim geçirdiğini tartışıyor. Küreselleşmenin ardından kültürel ifade biçimlerinin nasıl yerinden olduğunu; bunların, yerli ve yabancı, yakın ve uzak, tanıdık ve egzotik arasında artık gerçek bir farkın olmadığı bir hiperkültür alanında dolaşıma girdiğini ifade ediyor. Teknolojik gelişmelerle birlikte bilgi ve düşüncenin değişim ve dönüşümünü ve bununla birlikte hiperkültürün ortaya çıkışını gözler önüne seren Chul Han; hiperkültürü, farklı zamanları ve süreklilikleri içinde barındıran mozaik bir evren olarak tanımlıyor. Kısıtlanmayan, çözülmeyen ama gittikçe sınırsızlaşan bu yeni kültür alanında hepimizin birer “hiperkültür turisti” haline geldiğini söylüyor.
Peki biz, tüm karmaşıklığıyla bizi bekleyen bu geleceği, hiperkültürel turistler olarak mı karşılamalı yoksa farklı bir varoluş biçimini mi arzulamalıyız? Chul Han Hiperkültürellik’te, bir yandan Heidegger, Hegel, Kafka, Herder, Kant gibi düşünürlerin fikirleri etrafında hiperkültür kavramını incelerken, öte yandan da hiperkültür karşısındaki konumumuzun ne olması gerektiğine dair bu kritik sorunun peşine düşüyor.

Makinedeki Kan:
Büyük Teknolojiye İsyanın Kökenleri
çev. Zafer Parlak
Temmuz 2024
488 s.
Modern teknolojinin en acil kodlu hikâyesi Silikon Vadisi’nde değil, iki yüzyıl önce İngiltere’nin kırsal kesiminde, Luddistler olarak bilinen emekçilerin, geçim kaynaklarını ellerinden almak için otomatik makineler kullanan fabrika sahiplerine karşı açlıktan ölmek yerine ayaklanmasıyla başlar. Luddistler ölüm cezasına çarptırılma pahasına bu makineleri parçalamak için baskınlar düzenlediler ve şair Lord Byron’ın desteğini kazandılar, İngiltere Kralını çılgına çevirdiler ve bilimkurgu yazınının doğuşuna ilham verdiler. Unutulmaya yüz tutmuş̧ bu sınıf mücadelesi on dokuzuncu yüzyıl İngilteresini dize getirmişti. Bugün de teknoloji milyonlarca işi tehlikeye atıyor, robotlar fabrikaları dolduruyor.
Yapay zekâ yakında ekonomimizin her alanına nüfuz edecek. Bu durum yaşam biçimimizi nasıl değiştirecek? Bu konuda ne yapabiliriz? Bu ve benzeri soruların cevapları Makinedeki Kan’da. Brian Merchant, içinde bulunduğumuz çağı Luddistlerin hikâyesiyle iç içe geçirerek, otomasyonun dünyamızı nasıl değiştirdiğini ve geleceğimizi şekillendirdiğini net bir şekilde gösteriyor.
The New Yorker, Wired ve Financial Times tarafından 2023 yılının en iyi kitapları arasında gösterilen Makinedeki Kan’ı okurken yapay zekâ tartışmalarını tarihi bir perspektiften değerlendirerek teknolojinin insanı geri plana iten karanlık yüzünü göreceksiniz.

Religion, Politics and Society in Modern Turkey 1808-2023
Edinburgh University Press
Ağustos 2024
304 s.
This book is a critical reading of Turkey’s entanglement and struggle with modernity, Islam, diversity, democracy and human rights/liberties slightly less than the last two centuries. Its major argument is that the relationship between religion and state forms an important dimension not only of official state ideology, but also in interrelations between different groups in society and in those groups’ relations with the state. The book provides an overarching view of modern Turkey’s religion, politics and society over an extended period and examines the complex relations between society, religion, laicité, state identity and their reflections in state power and daily life. This book’s originality and novelty and what makes this study different from others in the market is its provision of an overarching view of religion, politics, and society in modern Turkey over an extended period starting from Ottoman times era current times.

Ruhumdaki Yaralar
Everest Yayınları
Ağustos 2024
104 s.
“İnsan, anılardan başka nedir ki?”
Paris’te bir gazeteci: Derin. İstanbul’da bir gazeteci: Hrant. Derin, meslektaşı Hrant’ın öldürülmesi hakkında bir yazı hazırlamak için yola çıkmadan önce Ermeni bir doktor olan Vahan Bey’le tanışıyor ve bu karşılaşma Erivan’a kadar uzanan, ne kadar gerçekdışı görünüyorsa tam da o kadar gerçek bir hikâye doğuruyor.
“Bir tabuyu ele alıp nesnel, dokunaklı ve kararlı bir üslupla anlatan cesur bir kitap. Paris, İstanbul ve Erivan arasında mekik dokuyan büyüleyici bir roman – kelimenin tam anlamıyla pek çok açıdan aydınlatıcı.” –Deutschlandfunk

Hazırlayan: Deniz Gündoğan İbrişim
Katkılar: Süreyyya Evren, Hazal Bozyer, Aylin Vartanyan Dilaver, Suat Baran, Selen Erdoğan, Zeynep Uysal, Michael Rothberg, Erin McGlothlin, Stef Craps
Livera Yayınevi
Haziran 2024
272 s.
Travma ve Anlatı’daki yazıların ortaklaştıkları genel izlek, bireysel, tarihsel, kolektif, çevresel ve ekolojik travmanın edebiyatta, edebiyatla yakın temas eden kültürel çalışmalarda kışkırtıcı biçimde nasıl tezahür ettiğidir. Bu kitapta kaleme alınan özgün incelemeler, travmanın anlatıda sancılı dile gelişinde veya dile gelemeyişinde tek tipleşen biçimine ve sınırlı estetik algısına meydan okuyor. Türkiye özelinde ise, Osmanlı sonrası çağdaş Türkçe edebiyatta travma ve travmatik belleğin yansımalarının peşi sıra giderken, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sancısı, çatışma, savaş, darbe, yerinden yurdundan edilme, göç ve sürgünlük gibi süreçlerin estetiğini irdeliyor. Travma ve Anlatı, bireysel, kolektif, kültürel, siyasi ve çevresel kırılmaların birbirinden esasen nasıl ayrılamaz olduğunun altını çiziyor. Bu yanıyla, travmatik deneyimler ile travmatik belleğin sadece zihinsel durumlar aracılığıyla değil, maddesel, duyumsal ve spiritüel süreçlerle de iç içeliğini gösteriyor.
Livera Yayınevi olarak başlattığımız Edebî Patikalar serisinin ikinci kitabı olan Travma ve Anlatı, kıymetli yazarlarımızın metinlerinde ortaklaştığı üzere günümüze ait yaralara, kırılgan hayatlara daha eşitlikçi ve adaletli bir yerden bakmaya okuru davet ederken, bize verili hikâyeleri ve varsayımları sorgulayarak travma ve hafıza literatüründe geçmiş, şimdi ve geleceğe dair ikili söylemlerin ötesinde yeni bir hikâye anlatıcılığının aciliyetini vurguluyor. Covid-19 küresel pandemisi, sınırlarımızın çok yakınında süregiden savaşlar, göçler, yaşadığımız kültürel, ekonomik, politik, çevresel ve iklimsel yerinden edilmeler, tanıklık ettiğimiz depremler, seller ve yersizyurtsuzlaşmalar gibi şimdiki zamana ilişkin felaketleri tartışmaya olanak sağlamak isterken okurları dil ve edebiyata/dilden edebiyattan yeni ve yaratıcı projeksiyonlara davet ediyor. En önemlisi, dil ile uğraşmanın estetik ve etik boyutlarını yeniden düşünürken travmayı bir oluş, hakikatin ve adaletin dile getirilmesi için katman katman açılan bir alan, yaratıcılıkla örülen bir açıklık olduğunu dile getiriyor.

Unutmanın Elkitabı
çev. Emine Ayhan
Alfa Yayınları
Ağustos 2024
384 s.
Unutmanın Elkitabı, akademisyen ve edebiyatçı Lewis Hyde’ın unutmanın yaratıcı ve siyasi bir güç olarak şimdiki zamana ne gibi olanaklar sağlayabileceğini ele alan, çarpıcı güzellikteki kitabı. Hyde, mitler ve efsanelerden çeşitli siyasi meselelere, tarihsel travmalardan kişisel anılarına kadar uzanan geniş bir alanı benzersiz bir incelik ve duyarlılıkla işliyor.
"Unutmanın Elkitabı uzun zamandır okuduğum en özgün ve … en derin kitap."
–David Rieff
“Bağışlama üzerine ... başkalarıyla uyumlu şekilde bir arada yaşamak için neler yapılabileceği, özellikle de siyasi farklar arasındaki uçurumun dostane yoldan nasıl aşılabileceği üzerine bir düşünme denemesi.”
–Lydia Davis
"Bu kitap yazılmış gibi değil de, dünyayı kurtarmak için her birimizin duyduğu arzudan yola çıkarak ‘hatıralardan’ sayfalara dökülmüş gibi hissettiriyor.”
–Jonathan Lethem

Uzaklarda
çev. Kerem Sanatel
İthaki Yayınları
Ağusto 2024
272 s.
Son dönemin en parlak yazarlarından Arjantin asıllı Amerikalı Hernan Diaz, Pen/Faulkner Ödülü’ne aday gösterilen, Whiting Ödülü’nü kazanan, Publishers Weekly tarafından yayımlandığı yılın en iyi on kitabı arasında gösterilen ilk romanı Uzaklarda ile finale kaldığı Pulitzer Kurgu Ödülü’nü daha sonra ikinci romanıyla aldı.
On dokuzuncu yüzyılda, yoksul bir İsveçli çocuk, kardeşiyle New York’a gideceğine, kendisini Amerika’nın öteki kıyısında, tek başına Kaliforniya’da bulur. Dilini bilmediği insanların arasında bir ömür boyu kardeşini ararken çaresiz göçmenler, hırslı madenciler, batakhane patronları, çölde ilk insanı arayan tabiatçılar, yardımsever yerliler, yeni hayat umudundaki yerleşimciler, soyguncu dinbazlar, dolandırıcı şerifler arasında sürüklenip durur. Tabiatın ve insanın her türlü eziyetine katlanır, büyüdükçe devleşir, devleştikçe efsaneleşir.
“Anlatı ufuk kadar pürüzsüz… Sanki Herman Melville okyanus yerine Amerikan Batısı’nda seyre çıkmış.” —The Nation
“Huckleberry Finn’i Cormac McCarthy yazmış gibi: Evin anlamı üzerine bir tefekkür olduğu kadar bir serüven hikâyesi.” —The Sunday Times

Zulamdaki Şiir: Parça Parça Anılar
Sunuş: Nilgün Toker
İletişim Yayınları
Ağustos 2024
159 s.
“Kendisini içinde yeniden kurduğu bir deneyim olarak okuyorsunuz anıları, ‘biz ne acılar çektik!’ haykırışı olarak değil. Fethiye Çetin’in şiddetin nesnesi yapılan, yapılmak istenenlerin yanında, onların hakikat ve adalet mücadelesinin öznesi olmasını mümkün kılacak bir tarzda var olduğu bir tarihin öznesi olmasını mümkün kılan şeyi, bu hatırlama, yeniden düşünme tarzında okuyabiliriz. Kötülüğü yenecek bir iyiliğinin soluk da olsa varlığını fark edebilmenin, Fethiye’nin bu iyiliği artırma inadına güç verdiği kesin…” —Nilgün Toker
Fethiye Çetin, bu küçük, zarif kitapta, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasındaki hapishane anılarını anlatıyor. Esas olarak, işkenceyi, zulmü, faşizmi, mutlak kötülüğü anlatıyor. 12 Eylül’ü unutmama gereğinin sebebi bu değil mi zaten? Fethiye Çetin bunu sabırla ve utanmayan adına utanmanın ahlâki gücüyle anlatıyor. Fakat galiba daha da esas olarak, bu kötülüğün gözünün içine bakarak ona manen teslim olmamanın kıymetini anlatıyor. 12 Eylül’ü unutmama gereğinin daha güçlü bir sebebi belki budur.
Zulamdaki Şiir, insanca bakmanın, insan kalmanın, insanca olanın gücü üzerine bir kitap, bir bakıma. Arkadaşının çaktırmadan verdiği bir çift çorabı hazine edinmekten, “gözleri insanca bakanı” ayırt etmekten gelen bir güç... Zuladaki şiir, işte onun imgesi.
Önceki Yazı

Salman Rushdie’nin ikilemi:
Yeniden doğmak için ölmek mi lazım?
“Tam iki yıl önce bugün, 12 Ağustos 2022’de radikal İslamcı bir gencin bıçaklı saldırısında ölmekten kıl payı kurtulan Salman Rushdie’nin yeni kitabı Knife'ta Rushdie'nin ölümle yüzleşmesi var, yaşama kararlılığı ve yazar kimliğini geri kazanma mücadelesi de…”
Sonraki Yazı

Paul Celan, Anselm Kiefer, Wim Wenders:
“Düşen herkesin kanatları vardır”
“Anselm 43. İstanbul Film Festivali’nde gösterildiği sırada Floransa’da, Palazzo Strozzi’de devam eden Kiefer’in Düşmüş Melekler sergisini izleme fırsatını buldum.Zamanın fısır fısır hışırtısını duyuran film; tin ile ten, gök ile yer arasındaki harıl harıl hikâyeyi anlatan sergi ve hem filmin hem serginin derinlerine işlemiş ormanın ığıl ığıl gümbürtüsünden taşan şiir –özelde Paul Celan şiiri– karşısında yazmayıp ne yapacaktım?”