Haftanın vitrini – 29
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Boncuk / Çok Geç Değil / Deng / Depresyonun Estetiği ve Politikası / Go! Eko-Diktatörlük / İçeriden Ölmek / Pessoa / Sayın Bay Rock Yıldızı / Sivas / Siyonizmin Mantığı
“Yüzümdeki diş izleri geçti, sen nasılsın?”
Boncuk, Emirhan Burak Aydın’ın üçüncü kitabı. Edebiyatımızın en yaratıcı genç yeteneklerinden olan Aydın, bu öykü toplamıyla birlikte çağdaşlarından apayrı bir yerde durduğunu kanıtlıyor. Tüm büyük yazarlar gibi az tercih edilen ihtimali kovalıyor, sürükleyici ve esrarengiz hikâyeler anlatıyor. Sıradan ile sıradışı arasındaki sınırı deşiyor, öykülerini kimi zaman bilimkurguyla, kimi zaman fantastikle, ama dünyamızın katı gerçekliğinden asla kopmadan anlatıyor. Hatalıların, ya değişmek ya da hep aynı kalmak isteyenlerin, kabullenemeyenlerin, zorunlu hissedenlerin, kopamayanların, gitmediği yerleri özleyenlerin arasında rahat ediyor.
Şu anda dünya nüfusunun yaklaşık dörtte biri, deniz seviyesinden iki metreden daha az yükseklikte bulunan arazilerde yaşamakta. Son IPCC değerlendirmesine göre, düşük rakımlı bölgelerde yaşayan yaklaşık bir milyar insanın, 2050 yılı kadar erken bir tarihte deniz seviyesindeki yükselme ile fırtına dalgaları riskine maruz kalacağı tahmin edilmektedir. Liderlerimizi daha iyisini yapmaları için sürekli olarak baskı altında tutarsak, bu hâlen önüne geçebileceğimiz bir durum.
Gözlemlemiş olduğumuz üzere, 1,2 °C’lik bir ısınma, doğayı ve insan topluluklarını tehlikeli ve yaygın bir bozulmaya maruz bıraktı. Bir de 1,5 °C, belki 2 °C ve hatta 4 °C’lik bir küresel ısınma neticesinde açığa çıkabilecek etkileri hayâl edin. Şu anda, dünyanın pek çok bölgesinde ve özellikle de Afrika, Güney Asya, Orta ile Güney Amerika, Kuzey Kutbu ve küçük ada ülkelerinde artarak biriken ve büyümekte olan risklerle başa çıkamıyoruz.
1,5 °C’ye ulaştığımızda, birçok ekosistemin uyumlanabilme sınırına da erişmiş olacağız ve durum giderek daha kötü bir hâl alacak. Şu ana kadar yaşanmış olan küresel ısınmaya tepki olarak karasal, tatlı su ve deniz ekosistemlerinde yer alan türlerin yarısından fazlası coğrafi dağılımlarını değiştirmiş bulunuyor. IPCC’ye göre, 2 °C eşiği aşıldığı zaman dünyanın düşük rakımlı kıyı şehirlerinde, küçük adalarında, çöllerinde, dağlarında ve kutup bölgeleri gibi bazı başka konumlarında herhangi bir uyumun sağlanabilmesi, basitçe ifade etmek gerekirse, mümkün olmayacak.
“Hayatı boyunca yaşayamamaktan korkan insan, bunu ölüm korkusu sanır. Düşlenen geleceği yaşayamama korkusu, aslında semirilmiş kaygılardan başka bir şey değildir. Hayatın içinde inşa edilmez ki ölüm korkusu, o zaten hayatın bir parçasıdır. Gelecek kaygısına benzemez ölüm, korkuyla sarılı şimdidedir hep.”
İç içe geçen hikâyelerden oluşan bir roman Deng. Yaşadığı yere dönüşen, ne olursa olsun her zaman “oralı” olan -çoğu zaman olmak zorunda kalan!-, her şeyden azade gözlerle dışarıdan bakan için cümbüşlü bir fotoğrafın içindeymiş gibi görünen insanların, bazen uzaktan gelen bir dengbêjin sesi gibi hüzünlü, bazen dalga dalga yayılan müjdeli bir haber gibi sevinç yüklü hikâyelerinden…
Yılmaz Şener, tek bir günde geçen, geçmişe dönüşlerle zenginleşen bu romanında zamana ve mekâna duyulan aidiyeti sorguluyor. Her şeyin hızla akıp gitmesiyle, adım adım ilerlemesi arasındaki mesafenin sandığımızın aksine o kadar da çok olmadığını gösteriyor.
“Depresyonda zaman elastikleşir, belirginleşir, sonra da kırılır.”
Zamana ve nasıl olduğumuza dair gündelik sorular, depresyondaki kişinin hoşlanmadığı, hatta kaçındığı sorulardır. Üstelik ne sadece kişiye atfedilebilirler ne de kişinin psikolojisine; derin bir şekilde politiktirler.
Depresyonun Estetiği ve Politikası’nda Danimarkalı akademisyen Mikkel Krause Frantzen, dört önemli kültürel eseri analiz ederek depresyonun yalnızca bireysel bir psikopatoloji değil, aynı zamanda kültürel ve felsefi bir sorun olduğunu savunuyor.
Frantzen, Michel Houellebecq ve David Foster Wallace’ın eserlerini, Claire Fontaine’in enstalasyon sanatını ve Lars von Trier’in Melankoli filmini depresyonun zamansallık sorunuyla bağlantılı olduğu görüşü ışığında incelerken, Batı toplumundaki gelecek kaybı ve sıkışmışlık hissine dikkat çekiyor. Bu sanat eserlerinde depresyonun biçim ve içerik açısından nasıl tasvir edildiğini ayrıntılı, zengin ve özgün okumalarla analiz ediyor. Ayrıca bu eserleri, ilgili sanatçıların eserlerinin daha geniş perspektifine yerleştirerek kendi okumalarını diğer yorumcularınkilerle karşılaştırıyor ve bunları Kierkegaard, Levinas, Husserl, Heidegger gibi farklı filozoflara ve yazarlara atıfta bulunarak destekliyor.
Depresyonun Estetiği ve Politikası, depresyonun karmaşıklığını, zaman ve toplumla olan ilişkisini irdeleyen, incelikli ve düşündürücü bir kitap. Hem bireysel hem de toplumsal düzeyde depresyonun tedavi olasılığına dair önemli soruları gündeme getiriyor.
“Depresyonun; tarihin sona erdiği, geleceğin kapandığı, sonsuza kadar dondurulduğuna dair (patolojik) bir his olduğunu öne sürüyorum. Tüm gelecekleri feshetmiş bir şimdiki zaman.”
“Kış, bahar, yaz ve sonbahar güçten ve hedeften yoksun bir bayrak yarışı takımı gibi yer değiştiriyordu. Yeryüzü yorgundu, yorgunluğu insanların yüreklerine ve zihinlerine sinmişti.”
Yakın gelecekte iklim krizi giderek şiddetlenmiş, sonuçları tahmin edilenin de ötesinde felaketlere sebep olmuştur. Küresel bir anlaşma dahilinde yapılan darbe sonucu “Önce Yeryüzü, Sonra İnsan!” sloganıyla yeni bir sistem kurulur: Eko-Diktatörlük. Yeni düzenin kurallarına göre her yurttaş çalışmakla ve işgücünü ekolojik yeniden yapılanmanın hizmetine sunmakla yükümlüdür. Para ve diğer ödeme araçları tedavülden kaldırılmıştır. Vejetaryen gıda, giysi ve konut gibi ihtiyaçlar devlet tarafından sağlanmaktadır. Özel medya da seyahat etmek, özel araç kullanmak gibi yasaktır. Elektrik ve su karneyle verilmektedir. Temel yasalardan sadece birini çiğnemek kanunsuzluğun hüküm sürdüğü şehir kamplarına gönderilmek için yeterlidir.
Yeni dünyada doğaya verilen zararı telafi etmekle görevli yeniden doğallaştırma mühendisi Max Malin, eski düzende yönetim danışmanı Dr. Philip Baro, onun yeraltı garajında sakladığı arabasıyla yasak bir maceraya atılmaya karar veren torunları Percy ve Lari, yeni düzenle ilgili kuşkuları olan hekim Marinella Malin, güvenlik birliği Yeşil Miğferler’e mensup Paul Boon ve şehir kampında “oyuncu” olarak hayatta kalmaya çalışan Willy gibi karakterler giderek karanlıklaşan bu senaryoda umutlarını kaybetmemek için mücadele ederler
1994 ve 2009 yıllarında olmak üzere iki kez Alman Bilimkurgu Ödülü’ne layık görülen Dirk C. Fleck doğaya karşı değil, doğayla birlikte yaşama hedefinden sapıldığında bizi bekleyen korkutucu geleceğin barındırdığı olasılıklara dair ustalıklı bir romana imza atıyor.
“Kim olacağım ben, kenrdim olmayı bıraktığımda?”
2004 yılında Amerika bilimkurgu yazarlarının büyük üstadı seçilen, Hugo ve Nebula ödüllerinin gediklisi Robert Silverberg bilimkurgu ve fantazi edebiyatının yaşayan en büyük isimlerinden biri. 1972’de yayımlanan ve türe farklı bir pencereden bakan İçeriden Ölmek zengin, alaycı ve şiirsel diliyle Silverberg’ün başyapıtı.
Eşsiz bir yeteneğe, zihin okuma gücüne sahip David Selig bu yeteneğine rağmen alelade bir hayat sürüyordu. Kötülükle savaşmıyor, dünyayı kurtarmıyor, üniversite öğrencileri için ödev yazarak para kazanıp boş zamanlarında insanların içini röntgenliyordu.
Orta yaşlara yaklaştıkça Selig’in hiç beklemediği bir şey olmaya başlamıştı. Telepati gücünü yavaş yavaş kaybediyordu. Hayatı boyunca beyninin içinde başkalarının iç sesleri yankılanan Selig artık kendi zihninin sesini dinlemek zorunda kalacaktı, tıpkı diğer herkes gibi.
Yalnızlık, yas, iletişimin kaybı ve orta yaş bunalımı gibi konuları incelikle işleyen İçeriden Ölmek, iyi bilimkurgunun hangi seviyelere erişebileceğini gösteren nadir bir eser.
“İçeriden Ölmek, hepimizin içten içe öldüğümüzü ve nihayetinde bir zamanlar olduğumuz kişinin yitişiyle yüzleşmek zorunda kalacağımızı anlatan muhteşem bir roman.” —Michael Dirda
“Silverberg bilimkurgu sevmeyenler için mükemmel bir bilimkurgu romanı yazmış.” —The New York Times
Portekiz edebiyatının ve Avrupa modernizminin önde gelen isimlerinden Fernando Pessoa, şiir, tiyatro, kurgu, kurgudışı birçok eser kaleme almış ve asıl üne ölümünden sonra kavuşmuştur. Eline geçirdiği her türden kâğıda karaladığı yazılarını istiflediği meşhur sandığı, 25.000’den fazla belgeyi barındırır. Farklı heteronimlerle –yani yazarın kendisinden farklı bir edebi tarzda yazan takma kimliklerle–kaleme aldığı bu belgelerden birine Pessoa, “Evren gibi çoğul ol!” notunu düşmüştür. Pessoa’nın birçok eserinin çevirmeni olan Richard Zenith, bu çoksesli evrenin arkasındaki gizemli yazarın yaşamını titiz ve kapsamlı bir araştırmayla ortaya koyuyor. Üstelik bu sadece Fernando Pessoa’nın değil, başta Alberto Caeiro, Ricardo Reis, Álvaro de Campos ve Bernardo Soares olmak üzere onlarca heteronimin de yaşam ve yaratım öyküsü.
“Devasa bir çalışma. Pessoa’nın yazıları rehbere ihtiyaç duyan bir şehirdi. Zenith sayesinde sonunda bir rehberimiz oldu.” —New York Times Book Review
“İnsanın geçmişe ihtiyacı var. Kim olduğumuzu hatırlamak için. Daha doğrusu eskiden olduğumuz kişiyi hatırlamak için. Bir an içimde bir ağlama duygusu oluşuyor. Hıçkırarak. O yüzden şaka yapmaya başlıyorum. Berbat şakalar. Melankolimi yalnızlığıma saklayayım. Eve gidince yaşayayım.”
Timur, 46 yaşında neredeyse mizantrop bir rock yıldızı. Alkolle, hayatla, depresyonla, manasızlık hisleriyle, orta yaş ve yaratıcılık krizleriyle savaşırken, bir yandan da dört yaşındaki kızına baba, annesine oğul olmaya çalışıyor. En çok zorlandığı konuysa kendine katlanmak.
Yalnız, sürekli başka bir kişi olmaya zorlandığını düşünen, kim olduğunu artık bilemeyen, yaşadığı çağa ayak uyduramayan bir rock yıldızı. O sırada, kendini ikna etmekte zorlandığı bir gönül ilişkisini de yürütmeye çalışıyor. Tabii, yapabildiği kadar. Daha doğrusu yapamadığı kadar.
Teoman şarkı yazarlığı kadar romancılıkta da iddiasını ortaya koyuyor. Hem çok aşina hem çok yabancısı olduğumuz bir kahraman, hem çok acıklı hem çok eğlenceli hem de komik bir hayat…
14 ciltlik ‘Tarihi Kentler ve Ermeniler’ dizisinin beşinci kitabı Sivas, yüzyıllar boyunca Ermenilerin yurdu olmuş Sivas bölgesinin tarihine ışık tutuyor. Ermeni çalışmalarına büyük katkıda bulunan tarihçi Richard G. Hovannisian’ın editörlüğünü yaptığı Sivas, meşhur kralları, din adamları, misyonerleri, tüccarları, köylüleri ve devrimcileriyle birlikte Sivas’ın MÖ 4. yüzyıldan MS 20. yüzyılda Ermeni nüfusunun yok edilişine kadarki görkemli tarihini ve bereketli yaşamını bugüne taşıyor.
Merkezi Sepasdia (Sivas) olan Küçük Ermenistan, tarihi Ermeni topraklarının en batısında yer alan önemli bir kültürel temas bölgesiydi. Pontus Dağları’nın güney etekleri boyunca, batıdaki Anti-Toroslar’a kadar uzanan bölge, antik çağlardan beri Ermeni yerleşim alanıydı. Küçük Ermenistan tarihsel ve coğrafi açıdan doğudaki Büyük Ermenistan’dan ayrılıyordu. Özel konumundan dolayı kültürlerin, dinlerin ve etnisitelerin kaynaşma noktasıydı ve Büyük Ermenistan krallıklarına neredeyse hiçbir zaman dahil edilmemişti.
Türkiye’de hâkim olan tektipçi tarih anlayışına alternatif oluşturmak için verilen fikir mücadelesine katkı sağlaması dileğiyle...
Dizinin diğer kitapları: Bitlis ve Muş (Eylül 2016) – Van (Kasım 2016) Harput (Kasım 2017) – İzmir (Nisan 2018) – Erzurum – Diyarbakır ve Urfa Kilikya – Karadeniz – İstanbul – Kars ve Ani – Kayseri ve Kapadokya – Küçük Asya – Musa Dağ
Bu eser, David North’un, İsrail’in Gazze’deki ABD-NATO destekli soykırımına yanıt olarak verdiği konferanslardan oluşuyor. North, hem ABD’deki Sosyalist Eşitlik Partisi’nin hem de Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin Uluslararası Yayın Kurulu’nun başkanıdır. Kendisi yarım yüzyılı aşkın bir süredir uluslararası sosyalist harekette önde gelen bir rol oynamıştır.
North’un 24 Ekim 2023 tarihinde Michigan Üniversitesi’nde verdiği ilk konferans, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısını Siyonizmin Filistin halkını ezmesi bağlamına yerleştirdi. Birkbeck, Londra Üniversitesi’nde 18 Kasım 2023’te verilen ikinci konferansta, Siyonist siyaset ve ideolojiye yönelik sosyalist muhalefetin 19. yüzyıla kadar uzanan tarihi gözden geçirildi. North, 14 Aralık 2023’te Berlin Humboldt Üniversitesi’nde verdiği üçüncü konferansta ise Alman hükümetinin Siyonizm karşıtlığının “antisemitizm” olduğu iddiasını sert bir eleştiriye tabi tuttu. 12 Mart 2024’te North, Michigan Üniversitesi’nde, ABD Hava Kuvvetleri askeri Aaron Bushnell’in Washington D.C.’deki İsrail Büyükelçiliği önünde “Özgür Filistin” sloganı atarak kendisini yakmasından çıkarılacak siyasi dersleri ele aldı. Kitapta ayrıca North’un, 5 Kasım 2023’te konuk olduğu İstanbul Kitap Fuarı’nda yaptığı konuşma yer alıyor.
San Diego’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden Sosyoloji Profesörü Charles Thorpe, bu eser hakkında şunları belirtti:
“David North’un savaşın ortasında verdiği üç konferans, Siyonizmin ve İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısının son derece özlü, tarihsel olarak bilgilendirici ve siyasi olarak yıkıcı bir iddianamesi niteliğindedir.”
Önceki Yazı
Betraying normalcy: Red lines, the big prison, and the long middle
“We have betrayed Palestinians by way of normalcy. Trying to define a new normal, however revolutionary, seems counterintuitive to me. We must reject the sedative quality of what is deemed mundane as opposed to being unprecedented.”
Sonraki Yazı
Euro 2024’ün ardından:
Kanatlı tikitakanın zaferi
“İspanya hakkıyla ve layığıyla şampiyon oldu. XavIniesta döneminde içselleştirdikleri tikitakaya kanat takarak hegemonik bir oyun kurdular. 2022/23 Barcelona’sını ve Guardiola’nın M. City’sini 'tititaka 2.0' sürümü sayanlar olmuştu. Bu kanatlı tikitaka’ya da 'tikitaka 3.0' mı demeli?”