Haftanın vitrini – 18
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Aynadan Yansıyan Hatıralar / Baudrillard-Söyleşiler: 1968-200 / Çatlak / Dayanışmanın Zincirlerini Çözmek / Her Şeyin Hikâyesi / Küfrün Kısa Tarihi / Raik’in Annesi / Yalnız Evler Soğuk Olur / Yaşamın Politikası / Zor Saat


Aynadan Yansıyan Hatıralar – Benim Güzel Günlüğüm
YKY
Nisan 2024
200 s.
“Ben düzenli olarak yeni yayımlanan öykü kitaplarını okurum. Kanımca öykü, sinema sanatına romandan daha yatkındır. Roman sayıyla, öykü ise nakavtla kazanır.”
Türk sinemasında kendine özgü bir yere sahip olan ve Hakkâri’de Bir Mevsim, Bereketli Topraklar Üzerinde, Yolda gibi ödüllü filmlerin yönetmeni Erden Kıral’dan hatıralar geçidi. Yılmaz Güney’le çalkantılı ilişkisinden Sıkıyönetim zamanlarında film çekmenin zorluklarına, Gérard Depardieu ile yapacağı sinema çalışmasından yurtdışında yaşadığı ilginç olaylara varıncaya dek, zor ama dolu dolu geçen yıllar.
Aynadan Yansıyan Hatıralar, Erden Kıral’ın hayatından yaşam perdesine yansıyanlar.
“Dünyanın da ülkenin de bir dönüşüm geçirdiği, siyasi çalkantıların sokağa indiği, devrim beklentilerinin yükseldiği, entelektüellerin ve sanatçıların fikir lideri olduğu bir dönemin izdüşümü…
Erden Kıral’ın Aynadan Yansıyan Hatıralar’ında bunların hepsi var. Ayna tuttuğu her şey, her yer ve herkes ‘Benim Güzel Günlüğüm’ diye adlandırdığı bu anı kitabının parçası oldu.” –Alin Taşçıyan

Çatlak
çev. İrem Uzunhasanoğlu
Ketebe Yayınları
Nisan 2024
48 s.
İnsanın çöküşü tam olarak nerede başlar? Artık kendine yabancı gelmeye başlayan hayatın akıntısında boğulan insan, eski heveslerinin ve yaşam gücünün sızıntılarına tekrar ulaşabilir mi? Hayata tat veren o tuz lezzetini yitirirse, ona bir daha nasıl tuz tadı verilebilir?
Çatlak, Fitzgerald’ın göz alıcı başarılardan umutsuzluğa düşüşünün hiç de ani olmayan hikâyesini anlatıyor. Eser, otuz dokuz yaşında kendisini çökmüş halde bulan yazarın, yaklaşık yirmi yıl boyunca içinde taşıdığı o derin çatlağın aslında ilk günden beri ona nasıl hücum ettiğini ve bir daha asla eskisi gibi iyi bir adam olmayacağını anlayıp kırılmasını aktarıyor. 1936’da Esquire dergisinin Şubat, Mart ve Nisan sayılarında üç bölümlük bir dizi olarak yayımlanan yazıların, F. Scott Fitzgerald’ın ölümünden kısa bir süre sonra derlenmesiyle oluşan ve Türkçeye ilk kez çevrilen Çatlak, gösterişli bir yazarın yükselişi ile düşüşü arasındaki derin yarıklardan oluşan otoportresi…

Karşılıklı Yardımlaşma ve Anarşizm Üzerine
Derleyenler: Dan Swaib; Petr Urban; Catherine Malabou; Petr Kouba
çev. Akın Emre Pilgir
Livera Yayınevi
Nisan 2024
416 s.
“Dayanışmayı, karşılıklı yardımlaşmayı ve anarşizmi düşünmek, nasıl birlikte yaşayabileceğimiz ve yaşadığımızla bunu nasıl farklı yapabileceğimizi düşünmektir. Karşılıklı yardımlaşma Peter Kropotkin’in meşhur ifadesinde evrimsel bir etmendir ama aynı zamanda eylemcilerin kriz zamanlarında giriştikleri bilinçli bir politik stratejidir. Biyoloji ve politikayı birleştiren bu tutum, ihtilaflara ve hatta mahcubiyete kaynaklık etse de yakın dönemin gelişmeleri yeniden düşünmeyi gerektirmektedir. Bu cilde katkıda bulunan yazılar, karşılıklı yardımlaşma fikrine duyulan ilgiyi yenilemeyi ve biyolojik iddiaların nasıl özcü kısıtlamalar gibi görünmeden politik projelere dahil edilebileceğini düşünmeyi hedeflemektedir. Dolayısıyla dayanışmanın ve karşılıklı yardımlaşmanın toplumsal yaşamımız için taşıdığı gerekliliğe işaret ederken onları sık sık içinde bulduğumuz biyolojik ve sembolik zincirlerden kurtarmayı amaçlamaktadır.”
Özgürlükçü düşünce tarihinin en etkili düşünürlerinden anarşist komünizmin kuramcısı Peter Kropotkin’in Karşılıklı Yardımlaşma kitabı, dayanışma ve yardımlaşma ahlakının doğadaki ve insan öncesi türlerdeki kökenlerinin izini süren klasikleşmiş bir çalışmadır. Geliştirdiği noröplastisite kavramı üzerinden nörobilim alanına önemli katkılarda bulunan ve Derrida’nın öğrencisi olmuş çağdaş filozof Catherine Malabou’nun geç dönem çalışmaları da giderek anarşizm üzerine yoğunlaşmaktadır. Böylece çağdaş Fransız felsefesi ile klasik Rus anarşizmi arasında karşılıklı yardımlaşmaya dayalı, özgür bir temas doğmuş olur. Fakat bu ciltte bir araya gelen metinler iki büyük düşünsel kaynağı daha bir araya getirirler: Fen bilimleri ve sosyal bilimler arasında özellikle insan doğası tartışmaları konusundaki kutuplaşmaları aşacak köprüler kuran bir felsefi-politik tartışma zemini kitabın yazarları tarafından yine aynı doğrultuda kurulur. Darwin, Kropotkin, Proudhon, Stirner, Foucault, Simondon, Dawkins, Malabou gibi düşünürler etrafında gelişen bir dizi tartışmadan yola çıkarak; ırkçılık karşıtı hareketler, Siyah hareketi, Polonya Dayanışma Hareketi, feminist hareket, LGBTİ+ hareketler, müşterekler mücadelesi gibi toplumsal hareketlere odaklanan bu eser, insan öznelliği ile dayanışmacı direniş biçimleri arasındaki bağlantılara dikkat çeker. Tam da Kropotkin’in yaptığı gibi, insan öncesi biyolojik kökenlerden en kapsamlı dayanışmacı mücadelelere uzanan ortak çizgileri, Malabou’nun nöroplastisite kavramı etrafından dönen olağanüstü zengin tartışmaların ışığında belirginleştirir. Dayanışmanın Zincirlerini Çözmek bugün felsefe, bilim ve politikanın bambaşka bir kesişimine işaret ederek politikayı biyolojinin yardımıyla düşünmenin zorunlu olarak bir fiyaskoyla sonuçlanmaya mahkûm olmadığını gösterir.

Her Şeyin Hikâyesi
çev. Kıvanç Güney
İthaki Yayınları
Mayıs 2024
584 s.
Amerikan edebiyatının son yıllardaki popüler isimlerinden Richard Powers, romanlarında yüzlerce yıllık bilim veya coğrafya tarihlerini, edebi karakterlerinin kaderiyle birleştirerek, devasa konuları müthiş kurgusal yetenekleriyle ele alıyor. Bugüne kadar Pen, Ulusal Kitap, Ulusal Kitap Eleştirmenleri gibi çeşitli ödüllere layık görülen çok sayıda roman yazan Powers’ın on ikinci kitabı Her Şeyin Hikâyesi de 2019’da Pulitzer Ödülü’nü kazanmakla kalmayarak New York Times, Washington Post, Time, Newsweek, Kirkus Review ve Amazon tarafından yılın en iyi kitapları arasında gösterildi.
Ağaçlara yönelik büyük bir saygı duruşu olan Her Şeyin Hikâyesi, doğayı, insanları, uygarlığı birbirine bağlayan ağları tüm azametiyle göstermeye çalışıyor: Dünyanın farklı yerlerinden gelmiş insanların Amerika’ya köklerini salarken yanı başlarında her yere uzanmış ağaçların imkânlarından yararlandıklarını; buna karşılık kendi uygarlıklarını kurarken hayat veren ağaçların soyunu nasıl tükettiklerini anlatıyor. Çok farklı karakterde insanların birleşerek ağaçları kurtarmak için nasıl çırpındıklarını, kimi zaman heba olsalar da attıkları tohumların ne kadar etkili olacağını zarafetle işliyor.
“Ağaçlar hakkında yazılmış en iyi roman ve aslında tüm zamanların en iyi romanlarından da, nokta.” —Ann Patchett

Küfrün Kısa Tarihi
Tanrı'ya Karşı İşlenen Suçlar
çev. Cemal Can Tarımcıoğlu
Fol Kitap
Nisan 2024
256 s.
Tarih boyunca kutsal değerlere hakaret veya daha iyi bilinen adıyla küfür, en büyük günahlardan ve suçlardan biri sayılageldi. Eski Yunanistan’da filozof Sokrates tanrıları aşağıladığı, gençleri doğru yoldan saptırdığı gerekçesiyle idama mahkûm edildi. Ortaçağda yerleşik Hıristiyanlık geleneği sayısız tarikatı sapkın ilan etti, Engizisyon küfür suçlamasıyla insanları cezalandırdı. Reform Avrupası’nda mezhep savaşları karşılıklı küfür suçlamalarıyla alevlendi. Günümüzde ise bu konuda yaşanan tartışmalar uzun ve zorlu bir süreçte kazanılmış ifade özgürlüğünün nerede başlayıp nerede bittiği ve modern dünyada böyle bir suçlamanın yerinin olup olmadığı etrafında gelişiyor.
Bu kitapta David Nash, Batı’da uygarlığın şafağından bu yana küfür eylemlerinin ve küfre karşı verilen mücadelenin kolay anlaşılır bir tarihini ortaya koyuyor. Dünyanın dört bir yanından zengin ve çarpıcı örneklerle küfür suçlamasının toplumları düzene sokmak, asayişi sağlamak için nasıl kullandığının, modern devletin ortaya çıkışıyla yabancıyı yerliden ayırmak için kullanılan bir araca dönüştüğünün ve nasıl modern hukuk sistemlerinin parçası hâline geldiğinin izini sürüyor. Aydınlanma idealleriyle bireyin düşünce ve ifade özgürlüğüne açılan alanın çağdaş dünyada küfür yasalarının yerini nefret suçu yasalarına bırakmasıyla yeniden tehdit altına girdiğini, inancın kimlik unsuru hâline gelmesiyle eski defterlerin nasıl yeni bir kılıkta açılabildiğini ve gerilimin neden yeniden arttığını gösteriyor.

Raik'in Annesi
Can Yayınları
Mayıs 2024
88 s.
Romandan çok novella diye adlandırılmaya müsait olan bu metinlerde [...] anlatıcı erkektir ve odaklanılan bir kadının deneyimi, erkek anlatıcının dolayımıyla sunulur. Bu dolayım sayesinde söz konusu kadın kadar kadını kuşatan koşullar da gözler önüne serilir. Ancak burada şeffaf bir aktarımdan çok, karmaşık arzu ilişkileri, gayriiradi sınır ihlalleri, akıldan, normdan, toplumsaldan sapma eğilimi ile diğerkâm ve fedakârca edimler arasındaki gerilimler dolaşımdadır. —Fatih Altuğ
Kaleme aldığı her metinle yeniden tartışılan Halide Edib’in bütün eserleri, gözden geçirilmiş baskılarıyla Can Yayınları’nda.Hiç tanıyamadığım bir genç kadının güzel gözleri için kendime niçin bir vazife terettüp edecek, şu tatil zamanının lezzet-i sükûnetini bozacaktım? Zaten adaya ben kadınlardan kaçmıştım. Ben bu ihtiyar ettiğim zahmetten sonra yine pek az tanıdığım bir çift zevç ve zevceyi birleştirmeye mi kalkışacağım? Hem bakalım kendini adi bir kadınla gazinolarda teşhir eden o kalpsiz Rauf buna layık mı? Romandan çok novella diye adlandırılmaya müsait olan bu metinlerde [...] anlatıcı erkektir ve odaklanılan bir kadının deneyimi, erkek anlatıcının dolayımıyla sunulur. Bu dolayım sayesinde söz konusu kadın kadar kadını kuşatan koşullar da gözler önüne serilir. Ancak burada şeffaf bir aktarımdan çok, karmaşık arzu ilişkileri, gayriiradi sınır ihlalleri, akıldan, normdan, toplumsaldan sapma eğilimi ile diğerkâm ve fedakârca edimler arasındaki gerilimler dolaşımdadır. Fatih Altuğ Kaleme aldığı her metinle yeniden tartışılan Halide Edib’in bütün eserleri, gözden geçirilmiş baskılarıyla Can Yayınları’nda.
Hiç tanıyamadığım bir genç kadının güzel gözleri için kendime niçin bir vazife terettüp edecek, şu tatil zamanının lezzet-i sükûnetini bozacaktım? Zaten adaya ben kadınlardan kaçmıştım. Ben bu ihtiyar ettiğim zahmetten sonra yine pek az tanıdığım bir çift zevç ve zevceyi birleştirmeye mi kalkışacağım? Hem bakalım kendini adi bir kadınla gazinolarda teşhir eden o kalpsiz Rauf buna layık mı?

Söyleşiler : 1968-2008
çev. Aziz Ufuk Kılıç
Espas Kuram Sanat Yayınları
Mart 2024
276 s.
Jean Baudrillard sadece baştan çıkarma ve kaybolma, ölümcül ve viral olan, simülasyon ve hiper-gerçeklik üzerine virtüöz ve şehvetli bir düşünür değildi. Aynı zamanda müthiş bir hatipti; kendisine sorulan çeşitli konular hakkında en rahatsız edici yorumları ve en kışkırtıcı analizleri her türden dinleyiciye zevkle ve keskinlikle sunuyordu. Dünyanın dört bir yanındaki gazete, dergi ve gazetelere verdiği sayısız röportaj, bu söz dehasının belki de en değerli ve en canlı kaydı, hem dünyayla hem de düşünürle en çok temas hâlinde olanıdır. Bu kitap, Baudrillard’ın tüm kariyerini kapsayan bu söyleşilerden bir seçkiyi ilk kez bir araya getiriyor ve hepimize Baudrillard’ı her zamankinden daha fazla özlediğimizi hatırlatıyor.

Yalnız Evler Soğuk Olur
Everest Yayınları
Nisan 2024
216 s.
“İçi boşalmış, bomboş deniz kabuklarından denizin sesi duyulur, sona sürükleyen amansız dalgaların sesi. Çok eski çağlardan çıkagelir. Uğultuyu bir an olsun dindiremezsiniz. Yazarlar ikide birde bu uğultuyu yazmak isterler. Deniz kabuklarından birçok kez insan sesleri de işittim, kesik, boğuk; deniz uğultularına karışmış. Bugüne kadar yazamadım.”
Öyküleri, romanları, senaryoları, eleştirileri, edebiyat dünyasına dair gözlemleri ve anılarıyla yazıyla ilişkimizi hep diri tutanlardan Selim İleri’nin yeni romanı Yalnız Evler Soğuk Olur’un kendine has bir özelliği var: Bu romanın anlatıcısı Selim İleri’ye çok benziyor; adeta onun anılarına sahipmişçesine aynı yollardan geçiyor, yaşadığı yerlerden, onunkine benzer bir çocukluktan sahneler hatırlıyor. Dahası, tıpkı İleri gibi o da yazıyor, hatta belki aynı kitapları kaleme almış.
Vaktiyle yaratmış olduğu kahramanlar, özellikle aşk romanları yazarı Süha Rikkat karşısına çıkıp ondan hesap sorduğunda, anlatıcı tıpkı Selim İleri’nin de yapacağı gibi, elli yılı aşan bir yazı deneyimiyle onunla yüzleşiyor.
Selim İleri ile Yalnız Evler Soğuk Olur’un anlatıcısı arasındaki ilişki, İleri’nin çok sevdiği Nahid Sırrı Örik’in “Bir Küçük Çocuk” öyküsüne düştüğü notu hatırlatıyor:
“Bu yazının anlattığı çocuk ben değilim ve çocukluk hatıraları benim kendi çocukluğumun hatıraları değildir. Fakat kendi çocukluğumun hatıralarıyla bu hatıralar arasında bazı kısımlar birbirinin aynı gibidir.”
Bir yaşamdan birçok yaşama, bir evden birçok eve dağılmış, hiç dinmeyen acılar, genç ölümler, darağaçları.

Yaşamın Politikası:
21. Yüzyılda Biyomedikal, İktidar ve Öznellik
çev. Emre Pilgir
Ayrıntı Yayınları
Nisan 2024
464 s.
Tıp alanı yüzyıllar boyunca anormallikleri tedavi etmeyi amaçladı. Bugün gelinen noktada ise normalliğin kendisi tıbbi değişikliklere açılmış durumda. Bedenlerle ve zihinlerle ilgili yeni bir moleküler anlayışla, temel yaşam süreçlerini moleküller, hücreler ve genler düzeyinde manipüle etmek için yeni tekniklerle donatılmış olan tıp, şimdi gözünü insanın tüm yaşam süreçlerini değiştirmeye dikmiş görünüyor. Elinizdeki eser de tıbbın, insan yaşamının ve biyo-teknolojinin yaygın bir biçimde politikleşmesine yol açan yaşam bilimleri ve biyo-tıptaki son gelişmeleri masaya yatırıyor.
Popüler bilimin abartılı sözlerinden ve sosyal bilimin karamsar çıkarımlarından kaçınan Nikolas Rose, genom bilimi, sinir bilimi, farmakoloji ve psiko-farmakolojideki gelişmeleri ve bunların ırksal politikaları, suçun denetlenme biçimlerini ve psikiyatriyi nasıl etkilediğini inceleyerek çağdaş moleküler biyopolitikayı tüm ayrıntılarıyla analiz ediyor. Rose, biyotıbbın bir iyileştirme pratiğinden hayatın yönetimine nasıl dönüştüğünü, nasıl hastalıklardan çok hastalıklara yatkınlıkları tedavi etmeyi vurgular hale geldiğini, hasta anlayışımızdaki değişimi, yeni tıbbi aktivizm biçimlerinin ortaya çıkışını, biyo-sermayenin yükselişini ve biyo-iktidardaki dönüşümleri ele alıyor. Bu gelişmelerin her biri olduğumuzu sandığımız ve olmak istediğimiz kişiler için hayati sonuçlar barındırdığından, elinizdeki okuma zengin bir kaynak niteliği taşıyor.

Zor Saat — Toplu Öyküler I
çev. Sami Türk
Can Yayınları
Nisan 2024
3. baskı
392 s.
Hayatınızdan tat almak, gerçekten, bilinçli, sanatkârane şekilde tat almak istiyorsanız, asla yeni şartlara alışmaya uğraşmayın. Alışmak ölümdür. Ahmaklıktır. Yaşamaya alışmayın, hiçbir şeyin sıradanlaşmasına izin vermeyin, lüksün tatlılığı için çocukça bir zevki muhafaza edin.
Zor Saat, Thomas Mann’ın 1893-1912 yılları arasında kaleme aldığı, aralarında “Küçük Friedemann”, “Tristan” ve bu kitaba adını veren “Zor Saat” gibi ünlü örneklerin de bulunduğu 23 öyküyü içeriyor. Thomas Mann, Alman dilinde öykü anlatımına yeni bir soluk getirmiş, gerçekçi ayrıntıları etkin bir biçimde kullanmıştır. Gördüğü bir resmi ya da dinlediği bir müziği öykünün merkezine yerleştirerek etkileyici ve inandırıcı bir olay örgüsüyle besler. Öyküleri otobiyografik özellikler taşırken evrenselliği de yakalar. Yaşadığı yüzyılın iyi bir gözlemcisi olan yazar, bu gözlemlerini yapıtlarına yansıtmakta ustadır. Öykülerindeki ortak izlekler, “kendinde olmayana sahip olma arzusu” ve “sanatçının çektiği acılar” olarak özetlenebilir. Zor Saat, Almanya’nın en önemli yazarlarından birinin edebî gelişimini gözler önüne seriyor.
Önceki Yazı

Maury Vaughan ve Melike Taşçıoğlu Vaughan ile
“Elinin Emeği, Gözünün Nuru” üzerine
“Başlangıçta bir sanatçı kitabı olarak tasarlanan “Elinin Emeği, Gözünün Nuru”, Eldem Sanat Alanı’nda aynı zamanda bir sergi olarak yeniden tasarlandı. Sanatçıların Eskişehir’in çeperlerinden topladıkları malzeme ve nesnelerle kurguladıkları sergi/kitap, sözcükler, objeler ve buluntu unsurlarla izleyicilere farklı türden bir hikâye vaat ediyor.”
Sonraki Yazı

Dip Akıntıları: Bir Berlin Hikâyesi'nden:
“Kendimi bir şehrin portresini yazmakla görevlendirdim.”
Kirsty Bell'in Dip Akıntıları: Bir Berlin Hikâyesi adlı kitabı, Yasemin Çongar çevirisiyle Siren Yayınları tarafından önümüzdeki günlerde basılıyor. Kitabın ilk bölümünü Tadımlık olarak sunuyoruz.