• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Haftanın vitrini – 11

Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Arıların Tarihi / Arşivden Lezzetler / Ateizmin Ruhu / Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar / Gençlik Hazları / Günce / Ordesa / Ruhi Su / “Selam Metin, Ben Berceste” / Umutsuz Zamanlarda Umut

K24

@e-posta

VİTRİNDEKİLER

12 Mart 2024

PAYLAŞ

Maja Lunde
Arıların Tarihi
çev. Dilek Başak
Delidolu Yayıncılık
Şubat 2024
384 s.

Norveçli yazar Maja Lunde'nin, 40'tan fazla ülkede 4 milyonu aşkın okura ulaşan çoksatanı Arıların Tarihi, küresel bir ekolojik felaketi odağına alırken dünya ve insanlık tarihine üç ayrı zaman diliminden, bambaşka kıtalarda yaşayan üç insanın gözünden bakan, tedirgin edici bir bilimkurgu romanı.

Dünü, bugünü ve yarını bal peteği kadar muazzam ve bir kadar da lezzetli bir kurguda kesiştiren bu çarpıcı distopya, doğaya hükmetme inancından asırlardır vazgeçmeyen insanlığın önlenemeyen kibrine vakur bir duruşla yaklaşıyor.

Sarı-siyah kanatların altına sığınıp aile kavramının çöküşünü irdeleyen kitap, seçimleriyle kaderlerine boyun eğen (yahut kafa tutan) ebeveynler ile çocuklarının kırılgan duygularını kusursuz bir yetkinlikle yansıtıyor. 

1852. Hertfordshire, İngiltere. İnsanlar arıların davranış biçimlerini anlamaya çalışıyor, arıları çok daha büyük randımanla çoğaltmaya, elde edecekleri ürünleri artırmaya uğraşıyor.

2007. Ohio, ABD. İnsanlar arı ölümlerinin nedenlerini araştırıyor. Ansızın başlayan koloni çöküşleri önce tarımı, sonra dünya çapında besin zincirini, sonra da diğer hayvanları etkiliyor.

2098. Siçuan, Çin. İnsanların artık tek bir gayesi, tek bir hedefi var: Bir gün daha hayatta kalıp, boğazlarından tek bir lokma daha geçebilmesini sağlamak. Çünkü arısız bir dünya, yaşayamıyor.

William, George ve Tao; insanın doğadan üstün olduğu yanılgısıyla arı kovanına çomak sokmaktan çekinmeyen üç kırılgan ruh, geçmişten geleceğe uzanan bir hikâyenin başkahramanlarına dönüşüyorlar...

Arılar olmasa hayatımız nasıl olurdu? İnsanlar neden arıları rahat bırakmıyor? Arıların kendi yavrularını beslemek için salgıladıkları o altın renkli hazineye, insanlar niçin hücum ediyor? Peki, doğa bu kısır döngüye bir son vermek için daha neyi bekliyor?

250 yıllık bir yok oluşun anatomisini çizen Arıların Tarihi, okurlara çağrısal bir metin sunarken belleklerden hiç çıkmayacak bir iz bırakmayı da ihmal etmiyor: “Bizim böceklere ihtiyacımız var, ancak onların bize ihtiyacı yok.”

Gökhan Akçura
Arşivden Lezzetler
Yemek ve Kültür Yazıları
Oğlak Yayınları
Mart 2024
240 s., büyük boy

Sağlıklı beslenmek iyi bir şey elbette ama günün sonunda uyguladığımız sıkı perhizleri değil de yediğimiz içtiğimiz lezzetleri hatırlayıp yâd ediyoruz. Sıvıyağla pişmiş pilavın sağlıklı cılızlığını koyalım şöyle bir kenara, pilav denince tereyağlı, pirinçlerin tane tane düştüğü hâli gelmiyor mu gözünüzün önüne? Patlıcanlısı denince ağzınız sulanmıyor mu? Eh boşuna dememişler, can boğazdan gelir diye...

Yemek yemek her çağın kendi olanakları, kendi gelenekleriyle şenlikli bir birlikteliğin temeli olagelmiş. Hele, farklı toplumların bir arada yaşadığı, her toplumun dilini, geleneğini göreneğini ve mutfağını taşıdığı imparatorluk topraklarında... Hele de imparatorluğun başkentinde, yemekten konuşmak bir şölenin tarifi gibi. O nedenle İstanbul mutfağı başka yerlerle kabil-i kıyas değildir. Payitahtın sarayları, köşkleri, konakları, meyhaneleri bir kocaman mutfak olur çıkar... Oburları da meşhurdur dolayısıyla, fıkralara, anılara, hatta gazete yazılarına konu olurlar.

Arşivden Lezzetler, işte bu şenlikli ve neşeli edimimizin, yiyip içmemizin tarih boyunca uğradığı durakları anlatıyor.

Kültür tarihimizin renkli arkeoloğu Gökhan Akçura, bir kez daha Oğlak Yayınları’nda geçmişten bugüne uzanan hayatımızın renklerine çağırıyor.

André Comte-Sponville
Ateizmin Ruhu: Tanrısız Bir Maneviyata Giriş
çev. Mehmet Moralı
İletişim Yayınları
Mart 2024
176 s.

“Tanrı olsun olmasın, sayılamayacak kadar vahşet var. Bu, bize din üzerine değil, ne yazık ki insanlık üzerine bir şeyler öğretiyor.”

Dinden vazgeçilebilir mi? Tanrı var mıdır? Ateistler maneviyatı reddeder mi?

André Comte-Sponville, Ateizmin Ruhu’nda bu soruları açık yüreklilik ve cesaretle yanıtlıyor. İlahiyatçıların ve felsefecilerin Tanrı’nın varlığına dair sunduğu kanıtları ele alıp kendi ateizminin temellerini ortaya koyuyor. Laiklik, sevgi ve hoşgörünün insanları birleştirecek asli zemin olduğunu savunuyor, bizi kendi varlığımızda hakikati bulmaya çağırıyor. Düşünür, manevi yaşama da bu dünyaya da açık, sorgulayan, insani değerlere ve sevgiye kök salmış, adaleti ve merhameti temel alan bir ateizmi savunuyor.

Hem köktenciliğe hem de fanatizme karşı açık bir tavır alan Comte-Sponville, tanrısız ve dogmasız bir maneviyat arayışını ilan ediyor, özgün bir ateizm manifestosu sunuyor.

Rebecca Solnit
Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar
çev. Asude Küçük
Minotor Kitap
Mart 2024
136 s.

“Kadının adı sessizlik. Erkeğinki iktidar. Kadının adı yoksulluk. Erkeğinki zenginlik. ‘Kadının’ diyoruz da, ona ait olan bir şey var mı gerçekten? Erkek ise her şeyin kendisine ait olduğunu iddia ediyor, kadın da dahil. İzin almadan ve bir bedel ödemek zorunda kalmadan kadına sahip olabileceğine inanıyor. Bu çok eski bir hikâye, yine de son yıllarda hikâyenin sonu değişmeye başladı… Ezber bozuldukça, değişmez sanılan düşünce kalıpları temelden sarsılıyor.”

Rebecca Solnit Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar kitabında kadim bir hikâyeyi incelikli ve bir o kadar da öfkesini kuşanmış üslubuyla anlatıyor bizlere. Hayatın birçok alanında kadınların nasıl susturulduğunu, ezildiğini, taciz ve tecavüze uğradığını, öldürüldüğünü gerçek hikâyeler üzerinden aktarırken bu karanlık tabloyu üreten sistem çarklarını gözler önüne seriyor.

Solnit sarsıcı gerçekleri ortaya koymakla yetinmiyor, kadınların güven içinde yaşayabildiği, eşit, özgür bir dünya hayalini gerçek kılma yolunda umut da veriyor.

Denton Welch
Gençlik Hazları
çev. Emre Ağanoğlu
Şubat 2024
232 s.

Aile üyelerinden, arkadaşlarından bambaşka bir ruhu olduğunu adım adım kabullenen bir gencin hikâyesi bu.
 
O güzelim iğretiliği, ona kayıtsız olan dünyayı harikalar diyarındaymışçasına, ama ürkekçe tecrübe etmesinden bellidir zaten.
 
Gençlik Hazları, 33 yaşında hayata gözlerini yuman İngiliz yazar ve ressam Denton Welch’in sağlığında yayımlanan son romanı.

John Fowles
Günce
Birinci Cilt 1949-1965
çev. Süha Sertabiboğlu
Ayrıntı Yayınları
Mart 2024
592 s.

John Fowles’un Günce’sinin ilk cildi, yazarın hayatına dair dokunaklı bir portre sunan ve edebi evrimini adım adım takip eden özel bir eserdir. Jonathan Cape tarafından İngiltere’de ve Alfred Knopf tarafından ABD’de 2003-2006 yılları arasında yayımlanan bu cilt, Fowles’un Oxford’daki gençlik yıllarından başlayarak 1965 yılına kadar olan dönemi kapsar.

Fowles’un Günce’si, yazarın yaratıcı gelişimini ve edebi başarısının perde arkasındaki karmaşıklıkları anlamamıza olanak tanır. Kitap, Fowles’un Oxford’daki öğrenciliğinden, Fransa’daki üniversitede öğretim üyeliğine ve Yunan adası Spetsai’de İngilizce öğretmenliği yaparken geçirdiği döneme detaylı bir bakış sunar. Bu süre zarfında, Büyücü adlı eserinin temellerini atmaya başlar ve ilk romanı Koleksiyoncu’nun sinema uyarlaması çekilmeye başlanır.

Fowles’un düşünce dünyası, aşk, evlilik, yaratıcılık ve başarı gibi temel tema larla derinlemesine meşguldür. Özellikle, günlüklerin sayfalarında Fowles’un kelimelerinden dökülen dürüstlük ve samimiyet, okuru yazarın düşünce dünyasına yaklaştırır. İleride eşi olacak ama tanıştıklarında evli olan Elizabeth ile yaşadığı ilişki ve evliliğe dair notlar, yazarın duygusal zenginliğini yansıtır.

Fowles’un kendi gözlemleri ve düşünceleri, dönemin sosyal ve kültürel bağlamına ışık tutar. Edebiyat dünyasındaki yerini bulma çabaları, kitabın önemli bir temasını oluşturur. Yazarın yazma süreçlerine, fikirlerine ve içsel çatışmalarına dair bu yaklaşım, güncenin okuma deneyimini zenginleştirir. Eser günce olmasının yanı sıra henüz gelişmekte olan bir yazar ve eleştirmen, kuşbilimci ve bahçıvan, tutkulu doğa bilimci ve gezgin, sinemasever ve eski kitap koleksiyoncusu olan Fowles’u da görünür kılar.

Bu kitap, yazarın kendi sesinden hayatı ve sanatı anlatan, okuru edebi keşfe davet eden bir eser. Yazarın edebi evrimini derinlemesine anlama fırsatı sunuyor ve Fowles’un dünyasına içten bir yolculuk vaat ediyor.

Manuel Vilas
Ordesa
çev. İdil Dündar
Bilgi Yayınevi
Mart 2024
280 s.

“Babam bana beni sevdiğini hiç söylemedi, annem de. Ve ben bunda bir güzellik görüyorum. Annemle babamın beni sevdiğini icat etmek zorunda kaldığım sürece de gördüm.”

Hayatının ortasında bir yol ayrımında olan bir adam, köklerini, sonunda vardığı yeri ve ailesinin yok oluşunu düşünür. Muazzam bir kargaşa içinde oturup yazmaya başlar. Hayaletlerle dolu anılarının arasından çocuklarıyla olan ilişkisine yön vermeye çalışır. Manuel Vilas, Prix Femina ödüllü kitabı Ordesa’da dürüst bir anlatımla büyük bir kaybın kimliğini araştırıyor.

“Yürek burkan, görkemli ve cesur bir kitap.” –Javier Cercas

“Etkileyici ve canlı sahnelerle dolu bir roman. Anıları yaşatmaya adanmış bir hayatın bedelleriyle karşı karşıya kalan bir adamın silinmez portresi.”

–The Publishers Weekly

Ruhi Su ve Türkiye'de Müzik Kültürleri
Hazırlayanlar: Ulaş Özdemir, Belma Oğul, Evrim Hikmet Öğüt
Aras Yayıncılık
Mart 2024
240 s.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devrolan müzik serüveninin önemli bir öznesi olan Ruhi Su (1912-1985), müzik eğitimi aldığı Ankara Musiki Muallim Mektebi ve Ankara Devlet Konservatuarı, eğitim verdiği Köy Enstitüleri, sahneye çıktığı Ankara Devlet Opera ve Balesi, program yaptığı Ankara Radyosu, yönettiği korolar ve son olarak Dostlar Korosu ile yürüttüğü çalışmalarla, Türkiye’de müzik olgusunun her boyutuyla yeniden incelenmesine vesile olacak bir miras bırakmıştır. 

Ruhi Su’dan yola çıkarak Türkiye’de modernleşme, Musiki İnkılabı, protest müzik, popüler müzik, halk müziği, halk oyunları ve müzikolojiye dair pek çok tartışmayı gündeme getiren bu kitap, Ruhi Su anısına yazılmış yazılardan oluşan bir derlemenin ötesine geçerek, hem Ruhi Su’nun çalışmalarını hem de bu çalışmaların etkilerini eleştirel açıdan ele almakta, müzik araştırmalarına yönelik yeni yaklaşımlar sunmaktadır.

Mehmet Yaşın
“Selam Metin, Ben Berceste”
İthaki Yayınları
Mart 2024
304 s.

Kadim aşk hikâyelerinden bugüne yaratıcıların “gerçek” deneyimleri çoğu okura eserden daha cazibeli gelmiştir. “Selam Metin, Ben Berceste”  bir kurgu olduğu hâlde gerçek hayatlara daha yakın. Hem kimseleri yormadan, kurmaca kartlarının açık edilerek oynandığı sıradışı bir roman hem de yazarının Türkiye’de bulunmadığı son on yılda Atina, Rodos, Üsküp, Berlin, Cambridge ve Londra gibi kentlerde yazdığı sınırdışından bir anlatı. Kabulleri, kalıpları zorluyor Yaşın; “itiraflarla” başlayan bir aşk-yas-yaşlanmazlık ve bir sinirucu romanı sunuyor okura.

Çokdilli, antikahraman zengini, karamizahla dolu ve her şey olduğu gibi.

“Ses”i?

çınn n n ç ı ı n N N N.

“Bir eyva a a h                   koptu içimde. Kaldırmasaydım keşke ahizeyi. Öylesine dayanılmaz bir işkenceye dönmüştü ki Berceste’nin hep aynı şekilde tekraar

tek r a a a r               t e k r a r lanan telefonları, tek kelime edebilecek hâlde değilim. Benden tıss çıkmayınca, aynı sabit vurgularla aynı sözleri tekrarladı:

‘Selam Metin  BEN  Bercesteee.’

John Holloway
Umutsuz Zamanlarda Umut
çev. Münevver Çelik
Otonom Yayıncılık
Mart 2024
352 s.

Holloway’in İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek’le başlayıp Kapitalizmde Çatlaklar Yaratmak’la devam ettirdiği üçlemesinin sonuncusu olan Umutsuz Zamanlarda Umut, “durdurun şu treni” diyerek bizi kışkırtıyor. Tren kapitalizm, sürücüsü ise para. Dünyayı yok oluşa götürüyor bu tren. Biz de içindeyiz bu trenin, ama onun karşısında-ötesinde olma, o treni durdurma gücü bizde. Peki kimiz biz, neyiz? Kapitalist toplumsallığı zayıflatan, parayı kırılganlaştıran gücüz. Sermayenin kontrol edememekten korktuğu ayaktakımıyız, onun kriziyiz. Değerin yabancılaşmış biçimi olan “servet” değil, başka bir dünya yaratan “zenginliğiz”. Holloway tam da bu zenginliğimize yerleşmiş bir umut fikrinden başlıyor. Umudu, öylece durup iyi şeyler olmasını bekleyen, şöyle olsa ne güzel olur diyen hüsnükuruntulardan koparıp, şimdi ve burada ortak etkinliğe, itaatsizliğe, var olandan “taşma”ya açıyor. Özdeşleştiren ve mevcutla sınırlayan örgütlenmelerin, mesela partinin, sendikanın vb. karşısına-ve-ötesine geçip taşan, özdeşlik-karşıtı, komünleştirici örgütlenmeleri, mesela meclisleri, komünleri ve işçi sovyetlerini böyle bir umut fikriyle ilişkilendiriyor. Üstelik mevcut umutsuzluktan doğan umudun ikili yüzünü, yani bir yandan şimdide farklı bir ortak etkinliğe, yaşama açılan (Meydan İşgalleri, Arap Baharı ve Zapatistalar gibi) yüzünü, öte yandan “özdeşlikçi” fikre sıkı sıkıya tutunup gericileşen (yükselen sağcı hareketler, gittikçe otoriterleşen devletler gibi) yüzünü hiç unutmadan.

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Arıların Tarihi
  • Arşivden Lezzetler
  • Ateizmin Ruhu
  • Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar
  • Gençlik Hazları
  • günce
  • Ordesa
  • Ruhi Su
  • “Selam Metin, Ben Berceste”
  • Umutsuz Zamanlarda Umut

Önceki Yazı

SİNEMA-TİYATRO-TV

Gibi: Mayınlı zeminde mizah

“Teknoloji, internet ve sosyal medyanın dayattığı iletişim biçimleri büyük bir hızla hayatı etkilemekteyken, bilinçli veya bilinçsizce nelere kapılıp gittiğimizle ve her adımda konuşlanıp bekleyen belirsizliklerle yüzleştiriyor bizi Gibi’deki hikâyeler. İşte bu hikâyelerden ikisi: Yanlış Mentor ve Övgü.”

ESRA GÖKÇE ŞAHİN

Sonraki Yazı

EVVEL ZAMAN

‘68 hareketi ve Türkiye’de hippilik (I):

Açamayan çiçek çocukları

“1940’lı yılların Harlem argosunda siyahilerden daha siyahi gibi davranan beyazlar için de kullanılan hippi terimi, 1965 yılında bir başka San Francisco’lu gazeteci Michael Fallon’un kullanımı ile popülerleşir. O kadar ki, bu popülerliğin artık ticari bir şekle bürünmesinden rahatsız olan hippiler, 6 Ekim 1967’de Haight-Ashbury’nin Buena Vista parkında sembolik bir cenaze töreni düzenleyerek hippiliğin sona erdiğini ilan ederler.”

BURAK KUMPASOĞLU
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.