Haftanın kitapları – 42
K24'te haftanın vitrini: Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Birleşmeler / Daldaki Kuş / Ofelya / Osmanlı'da Burjuvazinin Yükselişi / Ruslar / Serinlikler / Son Nefes / Sosyolojiyi Düşünmek / Temmuz 1914 / Uluslararası Üslup
“Her şey susuyor ve bekliyordu, her şey onlar yüzünden oradaydı... Sonsuza dek uzanan parlak bir iplik gibi dünyanın içinden geçen zaman, bu odanın ortasından, bu iki insanın ortasından geçiyor gibi görünüyordu...”
Musil’in ilk dönem eserlerinden olan Birleşmeler, merkezinde kadın karakterlerin yer aldığı “Aşkın Tamamlanışı” ve “Sakin Veronika’nın Baştan Çıkışı” adlı iki uzun öyküden oluşuyor. Bu iki öyküyü dünya edebiyatının en girift eserlerinden kabul eden eleştirmenlere göre Musil okura, başyapıtı Niteliksiz Adam’da mükemmelleştireceği yüksek modernist üslubunun erken bir görüntüsünü sunuyor.
“Musil; Mann, Joyce ya da Beckett gibi büyük modern yazarlardan biri olmasının yanı sıra dönemimizi şekillendiren ve tanımlayan sorunlarla yüzleşme cesareti gösteren bir avuç insandan da biri...” –Boston Review
"Kendimin ardından söyleyeceğim tek söz kalmıştır ve o da şudur:
Kendi kulağını çekmeye bile boyu yetişmeyen adam, hep en üst katlardaki düşlere uzanmaya çalışıyor."
Edebiyatımıza 60 yıldır emek veren Necati Tosuner, yeni öykü kitabı Daldaki Kuş ile okurlarıyla yeniden buluşuyor.
Kendine özgü anlatım tarzıyla, insanın en karanlık kuytularına çekinmeden yaklaşan sert ve incelikli üslubuyla, yeni kitabını bekleyen okurlarını selamlıyor.
Edebiyatımızın 60 yıllık has kalemi Necati Tosuner'den ironik, politik, poetik pasajlarla örülen unutulmaz öyküler...
Bu dünyaya ait değildi Ofelya. Onun yeri gökteki yıldızlardı;
üzerimizi çarşaf gibi örten gökkubbeydi onu büyüleyen.
Ama kimse onu anlamadı, Shakespeare bile.
Yüzyıllardır bu hikâye Hamlet üzerine kuruldu, onun bakış açısından değerlendirildi, zihinlerde hep onunla var oldu. Ancak şimdi bu klasik eserin unutulmaz karakteri Ofelya, yeni bir düşünce yapısı ve derinlemesine bir anlatıyla yeniden hayat buluyor.
Destansı bir aşkın yalınlaştırılmış figürü olmaktan ziyade kendi hikâyesini yazan, düşünen, hisseden bir kadın Ofelya bu eserde. Hamlet’in aşkına bel bağlayan naif bir kız değil, kendi gücünün farkına varmış, yıldızların büyüsünde kendini bulan, analitik bir zihin.
Fraktal yapının incelikli kullanımıyla okurlarına sıradışı bir yolculuk vadeden bu roman, Ofelya’nın derin dünyasına dalarken bu klasikleşmiş trajediye bambaşka bir çehre kazandırıyor. Eylemlerin ve düşüncelerin iç içe geçtiği bu yapı, hikâyenin en yalın ve bütünsel hâli.
Sahne şimdi Ofelya’ya emanet...
Okura not:
Bu kitabı okumak için Hamlet’i bilmek şart değil, ama Shakespeare’in bu trajedisini bilenlerin romanda yeni katmanlar keşfedeceği de bir gerçek!
40 yılı aşkın bir süredir Osmanlı çalışmalarında bir tür rönesans yaşıyoruz. Bu alana yön veren sorular aynı kalsa da, yeni cevaplar daha yaratıcı, daha kapsamlı ve hepsinden önemlisi diğer tarihlerle diyaloğa açık olma eğiliminde.
“Batı ilerlerken Osmanlı İmparatorluğu neden geriledi?”, “Tüccarların gayrimüslim, bürokrat veya askerlerin Müslüman olduğu doğru mu?” gibi sorular sorulmaya devam ediyor.
Fatma Müge Göçek'in çalışması eskiden “imparatorluğun gerilemesi” olarak özetlenen şeyin, farklı bölgeleri, grupları, ilişkileri ve kurumları çeşitli şekillerde etkileyen çok sayıda süreci içerdiğini; uzun yıllardır bize anlatılanların aksine, bu zengin dokulu tarihi tek bir büyük gerileme veya modernleşme anlatısına sığdırmanın imkânsız olduğunu gösteriyor.
Özellikle, Osmanlı toplumsal yapısı içinde etnik-dinsel çizgilerdeki bölünmenin, savaşın ve Batı ile ticaretin dinamikleri ile etkileşime girerek çatallanmış bir Osmanlı burjuvazisi ürettiğini iddia ediyor. Birbirinden farklı ticari ve bürokratik unsurlara bölünmüş bu burjuvazi sultana meydan okuyabildi ancak nihayetinde imparatorluğu kurtaramadı. Osmanlı İmparatorluğu'nun yerini Türk ulus devleti ile Balkanlar ve Ortadoğu’daki diğerleri aldı.
Başka türlü bir tarihin mümkün olup olmayacağını düşünmeye sevk eden bu kitap, muazzam bir sosyal tarih anlatısı kurarak, Osmanlı İmparatorluğu'nda sınıf oluşumu ve toplumsal değişim çalışmalarına önemli bir katkı sunuyor.
Halkların Tarihi dizisi içinde yer alan bu kitap, özellikle 17. yüzyıldan bu yana dünya tarihinde her zaman önemli bir yer işgal eden bir halkı, kuzey komşumuz Ruslar’ı anlatıyor.
Rus edebiyatı, sanatı ve kültür tarihi alanının önde gelen uzmanlarından Robin Milner-Gulland, bu çalışmasında, bir “zihin arkeolojisi”, farklı çağları kat eden bir kültür tarihi perspektifinden hareket ediyor.
Rusya tarihini genellikle Büyük Petro ve modernleşme süreciyle başlatan baskın eğilimin aksine, 1700 öncesi döneme, “Eski Rusya”ya da önemli bir yer ayıran Milner-Gulland, ilk kroniklerden modern döneme dek Rus kültürünün evrimine damgasını vuran temel dinamikleri, inanç yapılarını, “ikonalar âlemi”ni zengin örneklerle anlatıyor.
Ruslar’ın zihniyet dünyasını anlamak için önemli bir giriş kitabı.
“Bana biraz cesur olmam gerektiğini, korkak olduğum zamanlarda bile doğru yere saklanabileceğimi öğütlüyordu. Oysa ben korkaklığın başarılarla parlatılmış cesaret anlatılarından daha cesur bir girişim olduğunu düşünüyorum. Bugüne dek taşıyamayacağım kadar çok bilgi yüklendim. Birkaçını yolun ortasına öylece bırakıp koşarak uzaklaşmakta, bu yeni dünyadan korkmakta nasıl kötü bir yan olabilir? Cesaret, cesaret... Tek bildiğiniz bu!”
Ayşenur Tanrıverdi, Serinlikler’de yaşamla uyumsuz kişilerin düşüncelerine sızıyor. Bazen hiçbir şey yapmadan izleyerek, bazen de intikam içgüdüsüyle yeniden inşa edilen mutlulukların, insanın kendisi ile karşı karşıya kaldığı sahici ve benzersiz anların peşine düşüyor. Yaşama sevincine karışan can sıkıntılarını, utançtan beslenen arzuları, gerçekleri, gerçeğe uymayanları ve insanın özünden kopan delilikleri bir serinlik anında sahneliyor.
“Binyıllar yıl geçti ama insan ölüme alışamadı bir türlü.”
Son Nefes, Malraux’nun bu sözleriyle başlıyor.
Régis Debray ve Claude Grange’ın kaleme aldığı Son Nefes çaresiz hastalıklar nedeniyle ölmekte olan insanların son anlarına odaklanıyor ve hayli çarpıcı, dramatik, yer yer trajik hikâyeler aktarıyor. Satırlar arasında o insanların korkuları, kaygıları, çaresizlikleri, pişmanlıkları güçlü bir biçimde hissediliyor. Bu yönüyle Son Nefes kimi zaman ağır ve hazmedilmesi zor bir anlatıya dönüşüyor. Fakat özellikle güncel bir eser olması itibarıyla, hassas meselelere ve onlara dair tartışmalara çok önemli katkılar sunuyor. Ölümü olağan bulmak ile ölümden korkmamak apayrı şeyler. Hepimiz bir gün öleceğiz demek kolay, ama yakında öleceğim, ben öleceğim demek zordur. Grange, ölmekte olan insanlarla nasıl konuşacağımızı bilmek büyük bir meziyettir, diyor.
Yaşlılık ve yaşlılar, kitabın gündeminde önemli bir yer tutuyor. Grange ve Debray bunlara dair algımızın zaman içinde nasıl değiştiğine dair dramatik gözlemler aktarıyorlar, modern toplumlara ciddi eleştiriler getiriyorlar. Debray’nin ifadesiyle “hiçbir şey üretmeyen ve doğru dürüst tüketmeyen” yaşlılar her yerde birer fazlalığa dönüştüler.” Evin bir köşesinde sessizleşip silindikçe varlığı makbul görülen kişiler oldular. Onlar bir kez yaşlanmakla, elden ayaktan düşmekle hayatlarının hatasını yapmışlardır! Yaşadıkları fazladan her gün için neredeyse mahcubiyet duyacak kadar sessizleşmiş, küçülmüşlerdir.
Sosyolojinin sosyal tarihi yazılabilir mi? Sosyoloji yapmanın sosyal koşulları nelerdir? Bilimsel bir uğraş olarak sosyoloji, elindeki araç gereci kendi üstünde kullanabilir mi? Sosyolog kendini yüceltmeden, gereğinden fazla önemsemeden kendi hakkında düşündüğü zaman neler görebilir?
Pierre Bourdieu’nün kültür üstüne yürüttüğü sosyoloji çalışmalarının kaçınılmaz temalarından biri her zaman için sosyolojinin kendisine ayna tutmak oldu. Bu kitapta bir araya getirilen dört metinde Bourdieu sosyolojinin bir bilim olarak toplumsal “olanaklılık koşulları” hakkında düşünüyor.
Sosyolojiyi Düşünmek, sosyoloji ve epistemolojisi üstüne okuyup çalışanlar kadar, genel olarak kültürü anlamak isteyen herkesin ilgisini çekecek bir kitap.
1. Dünya Savaşı’nın patlak verişi “hiç aşılmayan bir dramdı”.
Yüzyılı aşkın bir süredir, karakterlerin hiçbiri akıllardan silinmedi: Habsburg Hanedanı’nın kaygı içindeki varisi Arşidük Franz Ferdinand; ona suikastı planlayan fanatik Bosnalı Sırp komplocular; suikast sonrası yaşanan karmaşayı fırsat bilen Avusturyalı devlet adamları Conrad ve Berchtold; onlara arka çıkan Kayzer Wilhelm ve şansölye Bethmann; imajını değiştirme peşindeki Rus Dışişleri Bakanı Sazonov; Rusları kışkırtan Fransız devlet adamları Poincaré ve Paléologue; son olarak da Londra’daki Kabine üyeleri arasında durumun ciddiyetinin farkına varıp acilen eyleme geçilmesi gerektiği düşüncesindeki Winston Churchill.
Temmuz 1914, 28 Haziran’daki kanlı eylemle başlayan ve 4 Ağustos’ta Britanya’nın da dahil oluşuyla Avrupa’daki çatışmayı dünya savaşı haline getiren süreci bu figürlerin gözünden aktarıyor. Savaşın kaderin bir oyununun yahut kaza sonucu değil, düpedüz çıkar peşindeki politikacıların çatışmayı körüklemeleri, büyük tehlikeye karşın tutumlarında diretmeleri nedeniyle patlak verdiğini açıklıkla gözler önüne seriyor. Bununla birlikte sorumluluklarını yüklenemeyen yahut tansiyonu düşürmek için büyük çaba sarf eden haysiyetli figürlerin dramına da yer veriyor.
Tarihçi Sean McMeekin’ın sarsıcı, kaçınılmaz olarak gerilimli ve ince ince detaylandırdığı olağandışı kitabı Temmuz 1914: Savaşa Doğru Geri Sayım, felaketin ardındaki figürlerin portresini ustalıkla çizerek o mahvedici bir ayın hikayesini neredeyse dakika dakika yeniden kurguluyor. Tarihin en büyük felaketlerinden biri olan I. Dünya Savaşı’nın çıkışını yeni bir bakış açısıyla ele alıyor.
“Sean McMeekin modern Avrupa’nın önde gelen genç tarihçilerinden biri, hatta hakiki tarihçisi olduğunu ortaya koyuyor.Temmuz 1914’te savaşın patlak verişi konusunda tüm yeteneklerini kullanmış ve yeni bir şaheser yazmış.”
–Norman Stone, II. Dünya Savaşı kitabının yazarı
Henry-Russell Hitchcock ve Philip Johnson’ın 1932 yılında yayımladıkları, modernizmin paradigma kurucu yapıtı Uluslararası Üslup, Arketon Yayınları’nın son kitabı olarak raflardaki yerini aldı. Modern mimarlık yazınının önde gelen klasiklerinden biri olan Uluslararası Üslup, ikonik bir kitap olarak da özel bir değere sahip. Aykut Köksal’ın yayın yönetmenliğinde hazırlanan kitabın çevirisini Murat Çınar Büyükakça, metin editörlüğünü Melek Kılınç gerçekleştirdi.
Alfred H. Barr, kitaba yazdığı sunuş yazısında şöyle diyor:
“Hitchcock ve Johnson, antik ve ortaçağ dönemlerine gösterilen türden bir bilimsel özen ve eleştirel kesinlikle çağdaş mimarlık üzerine çalıştılar. Kanımca bu kitap, onların sıradışı ve belki de çığır açıcı önemdeki çıkarımlarını sunuyor. Hatta günümüzde modern üslubun, geçmişteki herhangi bir üslup kadar özgün, tutarlı, mantıklı ve yaygın bir biçimde var olduğunu hiçbir şüpheye yer bırakmayacak düzeyde kanıtladılar ve buna Uluslararası Üslup adını verdiler.
Yazarlar, Uluslararası Üslup’un üç ayırt edici estetik ilkesi olduğunu belirtir: kütle ve sağlamlık izlenimi yerine ince düzlem ya da yüzeylerle çevrelenmiş hacim-mekân vurgusu, simetri ya da diğer açık denge türlerinin aksine düzenlilik ve son olarak eklenmiş süslemenin aksine malzemelerin içkin zerafeti, teknik mükemmeliyet ve hassas oranlara bağlılık. Kitabın, işlevselcilik üzerine olan bölümünün özellikle Amerikalı mimar ve eleştirmenleri ilgilendireceği kanısındayım. Baskın bir ilke olarak işlevselcilik, bundan birkaç yıl önce, önemli modern Avrupalı mimarlar arasında doruk noktasına ulaştı.
Bir giriş yazısı kuşkusuz okurun dikkatini metne yönlendirmeli. Bu kitaptaki metin, seçilen görseller için bir sunuş olarak yazıldı. Bu nedenle haklarında uzun uzadıya söz söylemeye pek gerek yok. Yazarlar görsellerin seçildiği fotoğraf ve yazılı belgeleri bir araya getirmek için neredeyse iki yıl harcadılar. Böylece Almanya, Hollanda ve Fransa’da gelişip Finlandiya’dan İtalya’ya, İngiltere’den Rusya’ya ve daha ötede Japonya ve Birleşik Devletler’e uzanarak tüm dünyaya yayılan Üslup’un özenle derlenmiş bir seçkisini oluşturdular.”
Önceki Yazı
Sinemada Erotizm ve Pornografi:
Komple Muamele
“Büyük paraların döndüğü, yaş gruplarının giderek çeşitlendiği, saatlik VHS’li kasetlerden DVD’lere, CD’lerden saniyelik TikTok’lara, dakikalık Tweet’lere performansların değiştiği, bazı oyuncuların sosyal medya olanaklarını bolca kullanarak para kazandıkları, porno oyuncularına verilen ödüllere kadar muazzam bir ekonominin döndüğü, söylenmemiş hakikatleri bedenlere işlemeye devam eden bir sektör...”
Sonraki Yazı
Italo Calvino 100 yaşına bastı:
“Bak, bütün gözlerinle bak”
“Calvino insanlık hallerini, bizzat kendi çaresizliğini, çabasının / çabamızın boşunalığını sempati dolu, dostane bir ironiyle, kendisiyle tatlı tatlı dalga geçerek anlatıyor bize. Çaresizliğimize karşı edebiyatı savunuyor tekrar tekrar.”