Haftanın kitapları – 41
K24'te haftanın vitrini: Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Anneni ve Babanı Terk Edeceksin / Dersaadet / Evlerden Uzak / Geyik / Gözümden Deliler Taştı / On Bin Varlık / Otorite, Hukuk ve Liberalizm / Ring / Son Öyküler / Yalnızlığın On Bir Hali
Ailenin temeli nedir? Tüm toplum modellerinde ortak olan ensest yasağı mı? Eşlerin özgür seçimi ve ortak rızası mı? Hukuki bir tanıma sözleşmesi mi? Yoksa biyolojik olsun olmasın ebeveynlik deneyimi mi? Aile kurumunun psikolojik ve antropolojik temellerini ele alan bu kitabında Fransız psikanalist Philippe Julien, bireyin aile kurmak için ebeveynlerinden kopma zorunluluğunun tarihsel ve psikolojik dayanaklarını ve bu zorunluluğun kuşaklar arasında nasıl aktarıldığını gayet sade ve akıcı bir dille tahlil ederek okurlarıyla paylaşıyor.
Peki modern toplumlarda aile nasıl bir dönüşüm geçiriyor? Özel yaşamın kamusal alanı istilası, babanın sarsılan otoritesi, cinsellik ile evlilik arasındaki ilişki, gittikçe daha görünür hâle gelen eşcinsellik gibi tartışmalı konuları değerlendiren Philippe Julien, Lacancı anlayışın yardımıyla ailenin kuruluşunda rol oynayan psikolojik yapıları felsefi bakımdan derinlikli bir analize tabi tutarak bu meseleye farklı bir ışık altında bakmamızı sağlayacak.
Baba tarafından Rum, anne tarafından yarı Ermeni yarı İtalyan Micheal Asderis’in aile tarihinin izini süren bu kitap, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan siyasi, sosyal ve kültürel değişimlerden başlayarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan Kıbrıs Sorunu’na kadar olan süreci derinlikli bir biçimde ele alıyor. Dersaadet, aynı zamanda Kıbrıs Sorunu sonrasında İstanbullu Rumların Türkiye’den kovulmasıyla sonuçlanan döneme de tanıklık ederken, İstanbul’un siyasi ve toplumsal açıdan kritik konumunu da vurgulamayı ihmal etmiyor. İstanbul ya da eski adıyla Konstantinopolis’te dört kuşak önce başlayan aile hikâyesi, kişisel hatıralar ve tanıklıklarla örülüyor, yazarın deyimiyle “kimliğini şekillendiren bu toplumun unutulmamasına katkı sunuyor.” Micheal Asderis’in Türkiye’den Almanya’ya göç ettikten tam elli yıl sonra kaleme aldığı Dersaadet, İstanbul’un gayrimüslim toplumlarına dair alternatif bir tarih anlatısı sunuyor.
“Çünkü insan yalnızlığı bir kere tattı mı, başka türlü de var olmuş olabileceğine inanması artık imkânsızdır. Yalnızlık mutlak bir keşiftir. İnsan aydınlık bir pencereye içeriden baktığında ışıkları yanan bir odada kendi imgesini görür; göle yukarıdan baktığında da ağaçlar ve gökyüzüyle sarmalanmış kendi imgesini görür. Aldatmaca bariz, bariz olduğu kadar da pohpohlayıcıdır. İnsan karanlıktan aydınlığa baktığında ise, burası ile orası, bu ile şu arasındaki bütün farkı görür. Belki sığınacak yeri olmayan tüm insanlar içten içe öfkelidir; çatıyı, omurgayı, kaburgayı kırmak, pencereleri paramparça etmek, zemini sular seller altında bırakmak, perdeleri delik deşik etmek, kanepeyi suya batırmak isterler.”
Annelerinin ölümünün ardından önce anneanneleriyle, sonra büyük halalarıyla, en sonunda da teyzeleriyle birlikte göl kıyısındaki küçük bir kasabada yaşayan iki kız kardeşin hikâyesini anlatıyor Evlerden Uzak. Bir yandan büyümenin kendine özgü sıkıntılarıyla boğuşan Ruth ve Lucille, diğer yandan da teyzeleri Sylvie’nin alışılmadık karakteri ve hayat tarzı karşısında bocalayarak kendi yollarını çizmeye çalışıyorlar.
Amerikalı yazar Marilynne Robinson, aile, kayıp, hafıza, fanilik, aidiyet ve yabancılık gibi konulara kafa yorarken, derinlikli gözlemleri ve şiirsel betimlemeleriyle sıradan şeylerin büyüsünü açığa çıkarıyor.
Sibirya Şamanlarıyla pagan Kelt tanrılarının, büyücü Merlin’le Anadolulu veli Geyikli Baba’nın ortak noktası olan, Pagan dünyadan Hıristiyan ve Müslüman dünyaya, kutsallığından ve gizeminden hiçbir şey kaybetmeyen geyik, Orta Asya bozkırlarından Atlas Okyanusu’nun ötesine kadar belki de hayvanlar âleminin en sembol yüklü üyesidir. Her yıl boynuzlarını yeniden yapan bu ehlileştirilemez hayvan, bir ruh rehberi, iki dünya arasında bir aracıdır
“Geniş bir alana yayılan geyik, tarih öncesi dönemlerden bu yana zamanın ilerleyişine eşlik eder. Antik Hint-Avrupa mitolojilerini işgal etmeden önce paleolitik Avrupa’nın mağara duvarlarını doldurur; Sibirya Şaman ibadetlerinin merkezinde yer alır, Doğu Hıristiyanlığının ikonalarını süsler ve aynı zamanda Japonya’da Miyazaki’nin çağdaş animasyon sinemasına ilham olur.”
Yazarlarının belirttiği üzere bu kitabın amacı, “[…] geçiş kavramı çerçevesinde anlam taşıyan ve geyiği, Hıristiyanlaşmış Avrupalılar ile Orta Asya’nın kademeli olarak İslamı benimsemiş Zerdüşt, Şaman veya Nasturi inançlarına mensup Türkçe konuşan toplumları gibi birbirinden farklı halkların hayal gücünün büyük besleyicisi kılan bu şaşırtıcı kültürel melezliğe has birkaç özelliğe ışık tutmaktır.”
Ağaçlar dalgakıranım, bu kerpiç duvarlar sağlam kalelerim oldu.
Bu ev o “dışarıdakilerden” ikimizi korudu. Seni hapsettim buraya.
Affedersin. Teşbihte hata ettim. Bir mahpusluktan başka bir mahpusluğa koydum seni. Aşk bir mahpusluk değildir. Aşk koskocaman bir hapishane olan dünyanın açık kalan tek kapısıdır. Kaçalım mı sevgilim o kapıdan? Hadi gel artık tut elimden.
Gözümden Deliler Taştı’yla Çağan Irmak, o eşsiz filmlerinden de aşina olduğumuz sıra dışı, derinlikli karakterlerinin, Ege’nin bir kasabasındaki acı-tatlı yaşamlarını çok katmanlı, şiir gibi öykülerle bize anlatıyor.
Cıgaralı Naciye’nin sinema tutkusundan, Haktan’ın sırlarla dolu hayatına; Hüsniye Hanım’ın sıkıntısından, bir mevtanın dramına; Elektrikçi Kemal’in inadından, Perizat’ın küskün kalbine ve bir çocuğun rengârenk hayal dünyasına…
Düşünceyi, hayatı düzenleyen bir araç olarak dil. Kadınların kendiliklerini yeniden kurdukları bir alan olarak dostluk ve aşk. Bir’den çoğalıp devinen, On Bin Varlık’a can veren Dao’nun evreninde kadınların neşesine engel olarak baba.
Çin’in güneyinde, Jiangyong’da kadınların yarattığı ve kullandığı, dünyada kadınlara ait tek yazı sistemi olan Nüshu aracılığı ile mektuplaşan, kız kardeşlik bağı ile mühürlenmiş arkadaşlıklarından güç alarak birbirlerini hayata katan iki genç kadının hikâyesi On Bin Varlık.
Aslı Solakoğlu, ipliklerle dikilerek ciltlenmiş el yazısı defterlerde, mühürlü mektuplarda, nakışlarda, şarkılarda yaşayan kadınları bizlerle buluşturuyor. On Bin Varlık, aşkın, çoğalmanın, çabanın hikâyesi.Yahya Berkül Gülgeç
Joseph Raz çağdaş ahlak, hukuk ve siyaset felsefesinin en önemli isimlerindendir. Çağdaş hukuki pozitivizmin önde gelen mimarlarından biri olan Raz, hukukun varlığı ve içeriği için uygulanacak ölçütün ahlaki argümanlara değil, sosyal olgulara dayanması gerektiğini savunmuştur. Bu küçük hacimli kitap, Joseph Raz'ın ahlak, hukuk ve siyaset felsefesini ana hatlarıyla tanıtmayı amaçlıyor. Her bir konuya özgülenen üç bölümden oluşan kitap, 2022 yılında dünyadan ayrılan bu önemli filozofun felsefesine dair nitelikli bir giriş niteliğinde.
Bir ringe tüm hayat sığar mı?
Tüm yaşam, bir spor salonunun içinden film şeridi gibi geçer mi?
Tolga, 30’lu yaşlarında genç bir adamdır. Uzun zamandır egzersiz yaptığı, dövüştüğü, ahir ömürdeki deneyimleri mekânın sahibi “Hoca” ile sık sık konuştuğu, yeri geldiğinde çilingir sofrasının kurulduğu bu yer, onun geçmişinden-geleceğine bir geçiş köprüsüdür. Sonra bir akşam bu mekânda aniden bir parti organize edilir… Etkinliğin ev sahibi Tolga’dır… Konuklar önemlidir… Kimsenin olacaklardan haberi yoktur…
Burak Soyer’in kaleme aldığı Ring spor destekli alınan “intikamın” çok iyi bir örneği.
William Trevor’un ölümünün ardından yayımlanan Son Öyküleryazarın daha önce gün yüzüne çıkmamış öykülerinden oluşuyor.
Bu öykülerde yarım yaşanmış hayatların pişmanlığı, tekdüze bir varoluşun yılgınlığı, içkin bir yalnızlığın getirdiği derin hüzün anlatılıyor: Bir piyano öğretmeni, öğrencisinin ufak tefek hırsızlıklarına çocuğun müzik yeteneği hatırına göz yumar. Bir seks işcisi hafıza kaybı olan bir tablo restoratörünün birikimlerini çalar. Engelli kuzeniyle birlikte yaşayan bir kadın, emekli maaşını almaya devam edebilmek için adamın ölümünü gizler. Bir öğretmen ile öğrencisi arasındaki yarım kalmış bağ, kızın yetişkinliğinde ilişkiye dönüşür.
Yalnızlığın ölümle bile sonlanmadığını hissettiren bu öykülerde, mutluluk hep kısa sürüyor çünkü kahramanların geçmişten taşıdığı hasarlar bir türlü tamir edilemiyor. Yine de insanlar bütün yılgınlıklarına karşın sonunda bir şekilde hayata tutunmayı başarıyor.
“William Trevor 'İrlandalı Bir Çehov' değildi, 'İrlanda’nın Çehov’u' da değildi. O İrlandalı William Trevor’dur ve hep de öyle kalacak.” —Julian Barnes
Amerikan Rüyası’nın karanlık yüzünün yazarı Richard Yates’ten, hayal kırıklıklarının gölgesinde yaşanan hayatlara dair içe işleyen öyküler.
Richard Yates en ünlü romanı Bağımsızlık Yolu’ndan bir yıl sonra yayımladığı Yalnızlığın On Bir Hali’nde, geçmişin hüsranları ve geleceğin belirsizlikleri arasında hayallerine tutunmaya çalışan kadınlarla erkeklere dair on bir öykü anlatıyor. İster tüberküloz hastalarının tedavi gördüğü bir klinikte isterse küçük bir gazetenin bürosunda geçsin, ister şöhrete kavuşmayı düşleyen bir taksi şoförünü isterse de mutsuz bir evliliğin eşiğindeki genç bir kadını anlatsın, Yates’in anlattığı insanlara yönelik keskin bir gerçekçilikle derin bir anlayışı harmanlayan üslubunu öykülerin her birinde hissetmemek imkânsız.
“Yates, Dublinliler’in New York’ta geçen bir dengini yaratmış neredeyse.” —New York Times
“Yates kusursuz bir realist; Hemingway’in alabildiğine yalın üslubunun doğal mirasçısı, Carver’ın düz minimalizminin öncüsü.” —Kate Atkinson
Önceki Yazı
Unutulmuş bir kasetin peşinde: D.D. Band
“80’lerde bu ülkede o kadar az rock albümü basıldı ki, konuya biraz ilgisi olan herkes bu albümleri ezbere bilir. Ve D.D. Band diye bir grubun herhangi bir albümü bu ezber içerisinde yer almaz. Ama kataloğunu inceleyince Piccatura’nın D.D. Band hariç hiçbir yabancı grubun çalışmasını yayınlamadığını görüyoruz. Yahu, yoksa bunlar Türk mü? Öyleyse hiç kimsenin farkında olmadığı bir rock grubumuz daha var demektir.”
Sonraki Yazı
Şavkar Altınel metinleri üstüne bir deneme
“Şavkar Altınel, okurla anlatısı arasına kendisini bir perde gibi geren, anlatısını kendinden süzerek bize aktardığını özellikle bilmemizi isteyen bir yazardır. Edebiyat üzerine de, yaşam üzerine de konuşurken arka planı yok saymadan ama mümkün olduğunca da zamanın ve tarihin uğultusunu eksilterek yazar.”