• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Hafızanın mezarındaki sahte çiçekler

“Bu metin ne tam bir deneme dürüstlüğü ne de kurmaca disiplini taşır. Romanmış gibi davranan kişisel itiraf metni.”

DOĞU KAŞKA

@e-posta

ELEŞTİRİ

23 Ekim 2025

PAYLAŞ

Georgi Gospodinov’un son romanı Bahçıvan ve Ölüm büyük bir ilgiyle karşılandı. Normalde sosyal medya üzerinden bir anda parlayan romanlara uzak dururum ancak Gospodinov gibi bir yazar karşımızda olduğu için romanı bir an önce okumak istedim. Bu yazı acımasız bir yazı olacak. Gospodinov’un –her ne kadar kaybettiği babasını yazmış olsa da– bu romana sert eleştiriler gelebileceğini de tahmin ettiğini düşünüyorum. Eğer bir metne özellikle roman diyorsanız, içindeki her şey eleştirilmeye açıktır. Bu sebeple bu yazı romanı roman olarak ele alıp, acıyı görmeden, acımasız bir yazı olacak.

Bahçıvan ve Ölüm bir roman vaadiyle başlar ancak daha ilk sayfalardan itibaren bu vaadi sistematik bir şekilde boşa çıkarır. Yazar biçim açısından romana sığınarak kendi yas günlüğünü okutur bize. Bu metin ne tam bir deneme dürüstlüğü ne de kurmaca disiplini taşır. Bu nedenle metin, edebiyatın en kaygan arayüzlerinden birine yerleşir: Romanmış gibi davranan kişisel itiraf metni. Gospodinov Bahçıvan ve Ölüm’de hem biçimsel anlamda hem de düşünsel zeminde kendi anlatısına ihanet eden bir tutarsızlık üretir.

Georgi Gospodinov
Bahçıvan ve Ölüm
çev. Hasine Şen Karadeniz
Metis Yayınları
Eylül 2025
208 s.

Babanın kaybı, edebiyat aracılığıyla tekrar yaşama döndürülmek istenir. Ancak bunun adı roman değil anı, anlatı veya ağıt olabilirdi. Çünkü yer yer Gospodinov’un seyahatlerini, ödüllerini, yazma serüvenini dahi okuyoruz. Bu belli bir zamanı ele alan kısa bir otobiyografik esere benziyor. Okurken “bir roman mı okuyorum?” diye birkaç kere durdum. Roman, her şeyden önce bir dünyadır. Kendi iç tutarlılığı, zamanı ve nedenselliği vardır. Bu romandaysa bütün olay “babam öldü” cümlesinin çevresinde dönen dairesel bir yankıya indirgenmiş. Bir “Annem öldü.” diye başlayan Camus romanını, Yabancı’yı, bir de Gospodinov’un bu romanını tekrar okumanız yeterli.

Türkiye’de sık sık karşılaştığım “anı-roman” türünde metinler var. Bunlar genelde roman yazmak isteyen ama roman yazmayı da beceremediği için anılarını yazarak bunu anı-roman adı altında kamufle eden kişiler oluyor. Karar vermek gerekir, bu metin bir anı mı yoksa roman mı?

Gospodinov’un cümleleri sık sık şiirsel, kimi yerlerdeyse etkileyici. Fakat bu şiirsellik çoğu zaman düşünsel yetersizliği maskelemek için kullanılmış gibi. Çünkü bu bir kurgu değil, yaşanan bir zamanın metne aktarılması. Otobiyografik ögeler barındıran romanlar elbette olabilir. Ancak bir bütün olarak bu yapılırsa, zemin kayar. Duygusal olarak yazıldığı ve bir iç döküşe dönüştüğü hissedilen bu metin, düşünsel derinliğe ulaşamayan bir yapı kurar. Edebiyatın en kolay içine düşülen tuzağı da budur, iyi cümleler etrafına kurulmuş, kendini yediren estetik bir romantizm.

Metin yine babanın ölümünden çok babasız kalma korkusunu işler. Bu da bir seçenek tabii ama baba, neredeyse bir karakterden çok, anlatıcının kendi varlığını doğrulayan bir hatıra ve metafor deposu haline gelir. Bu da Gospodinov’un içine düştüğü tuzaklardan biri bence.

Romanın omurgası sayılan bahçe metaforu, ilk bakışta ölüm ve yaşam arasındaki geçişi, çürümenin verimliliğini sembolize eder. Lâkin Gospodinov bu metaforu anlatı boyunca o kadar sık ve yüzeysel bir şekilde ele alır ve tekrar eder ki, sonunda kendi anlatısını tüketir; bahçe artık bir ezbere dönüşür. Bu yoğun simgesellik, romanın girişi olan “Babam bahçıvandı. Şimdi bir bahçe.” cümlesindeki tüm çarpıcılığı da yıkar. Bahçe artık bir şey hissettirmez ve hissetmez olur. Baba ile bahçe arasındaki bağ, anlatıcının kendi korku ve hezeyanlarını tekrar edip duran hastalıklı bir duruma dönüşür. Bahçe burada bir düşünce alanı olmaktan çıkıp sadece dekora dönüşür. Bitkilerin, toprağın, ekme ve gömme ritüellerinin, babanın bahçeye yaklaşımındaki betimlemelerin, baba ile bahçe arasındaki bağın ardında gerçek bir felsefi derinlik aradığında, okur, elinde yalnızca yazarın kişisel nostaljisini bulacaktır. Bu bir roman değil, ağıttır. Hatta melankoli süsüyle yoğurulmuş kişisel bir terapi defteri.

Georgi Gospodinov

Edebi eserlerin okurda yarattığı ilk izlenim genellikle samimiyettir. Gospodinov bunu çok iyi bilmektedir. Anlatıcının babasına karşı duyduğu suçluluk, ölümle baş etme çabası, hafızayla kurduğu diyalog ilk başlarda sahici görünür. Metin ilerlerken bu sahicilik yerini estetik poza bırakır. Yazar kendi acısını estetize eder. Kendi acısıyla bizi boğar. Kendi acısı üzerinden çok fazla edebiyat yapar. Acıyı anlatmaktan çok sergiler gibi bir tutum içerisindedir. Ölüm sanki burada bir düşünsel mesele değil de, imaj kaynağı gibidir.

Gospodinov, bizi duygusal olarak teslim almak ister. Yazınsal olarak tehlikeli bir stratejidir bu: Empati elde etmek isterken, tüm gelebilecek eleştirileri uzak tutma dürtüsüne teslim olmuştur. Kimse başkasının acısını yazma şeklini eleştirmez. Ancak buna roman diyorsak her şeyi eleştirmeye açmışız demektir. Bu durum metni dokunaklı ama zayıf kılar. Roman, okurda ağlatma hissiyatını yaratmak ister ama düşünmeye gerek yok der. “Acıyı hisset, düşünecek ne var?”

Metin günlük, deneme, aforizma arasında salınır durur. Bu melez yapı, belki postmodern bir deneme olarak savunulabilirdi, ama roman disiplini olarak ele aldığımızda sınıfta kalır.

Kurgusal ritim yoktur. Dalgalanan duygusal yoğunluk hakimdir. Balkan kültürünün ölümü algılama biçimini, dini ve politik göndermeleriyle beraber işleyebilir bu da farklı bir ton yakalamasına yardımcı olabilirdi. Ancak yazar bilinçli bir şekilde bunu dışarıda bırakarak, yerellikten arındırılmış bir evrensellik yaratmaya çalışır. Ölüm de evrenseldir, evet ama bu seçim metni kolay tüketilebilir bir hale getirir. Çünkü duygulardan başka bir şey göremeyiz.

Hafıza dahi bu metinde bir duygu aracıdır. Oysa belki de romanın kendini taşıyabileceği tek sağlam zemin buydu. Hafıza Zaman Sığınağı romanında olduğu gibi zamanla ilişkilendirilerek kolektif bir bağlam yaratabilirdi. Ama burada hafıza yalnızca babanın anılarıyla sınırlıdır. Bireysel yasın içine kapalı dairesine kendisini kendi elleriyle hapseder yazar.

Hafıza, ölüm, baba, toprak gibi temalar yüzyıllardır edebiyatın kalbinde durur. Gospodinov’un yaptığı onları yeniden kazmak değil, ortada duran taşı alıp süsleyerek yeniden satmak. Bahçıvan ve Ölüm bir ölüm karşısında ne yapacağını bilemeyen bir adamın iskeletidir, okuru sarsmak isterken kendi yüzeyselliğini açığa vurur. Sonuçta bahçıvan da ölür, bahçe de çürür. Geriye kalan metnin süslenmiş mezarı.

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Bahçıvan ve Ölüm
  • Georgi Gospodinov

Önceki Yazı

DENEME

Ölümlerden ölüm beğenmek

“Hjorth içselleştirdiği ebeveynle derdini çözmeye çalışırken ve derdini çözemezken içerideki anneyi öldürüyor; Gospodinov ise dışarıdaki babanın gayet somut ölümüyle yüzleşiyor. İkisi de anne ve babalarına dair çocukluk anılarının kapısını aralıyor.”

TUĞÇE ISIYEL

Sonraki Yazı

HER ŞEY

Nesrin Topkapı'nın Otobiyografi'sinde

Sahne arkası

“Kitapta beni en çok etkileyen şey, Nesrin Topkapı'nın hareketleri anlatış biçimi oldu. Aslında sadece dans etmekten de söz etmiyordu hareket derken, çünkü hayatın bir koreografisi vardı onun gözünde.” 

ASUMAN KAFAOĞLU-BÜKE
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist