• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Esra Carus’un “Yas Yasa Yasak” sergisine dair:

Sofra’da kim eksik?

“Kötülük çok sistematik, zamana yayılmış, tekrar ediyor, cezasız kalıyor. Tutamadığımız yas içimizde birikiyor. Olanları izleme eziyetine maruz kalıyoruz, taşları yerinden oynatmaya çalışıyoruz, çoğu zaman iğneyle kuyuyu kazıyoruz ve bazen ferahlatıcı sulara eriştiğimiz momentler de oluyor. Esra Carus’un yaptığı porselen güvercinler kırılgan ama bir o kadar da dayanıklı.” 

Esra Carus, "Yas, Yasa, Yasak" sergisinden. Solda: Johanna'nın Kutsal Mezbahaları / Ahlak ve Hukuk Mağdurları. Fotoğraf, 2011. Sağda: Femen/Kabataş, karton kolaj, 2016

HÜLYA IŞIK KURT

@e-posta

SANAT

2 Mayıs 2024

PAYLAŞ

“Yas Yasa Yasak.” Esra Carus’un 6 Mart’ta açılan sergisi Depo’da 18 Mayıs’a kadar devam ediyor. Sergi salonuna ilk girdiğimiz zaman kısık ve irkiltici bir ses duyuyoruz “yas, yasa, yasak”, sonra tekrar “yas, yasa, yasak”. Tehditkâr, korkutucu, usul usul ve bitmeyen, tekrar eden bir ses. Bu süreklilik ve tekrar çok tanıdık, pek âşina. Ardından sesler hikâyelerle birleşiyor. Sanatçı son 30 yılda yaptığı çalışmalardan bir seçkiyle bizi bir yolculuğa çıkarıyor.

Esra Carus, Mimar Sinan Üniversitesi Seramik Bölümü’nden mezun. 1990’lı yıllardan beri sanat üretimi yapıyor. 1998 yılında seramik sanatçısı Attila Galatalı’nın atölyesini devralarak porselen malzemeyle çalışmaya, 2016 yılından itibaren de Esra Carus Studio’da porselen tasarımları üretmeye başladı.

Çoğunlukla kâğıt ve porselenle çalışıyor. İşlerinde bu malzemeleri tabakalar halinde üst üste koyarak, kaydırarak kullanıyor. Bu katmanların ânı, zamanı ve deneyimi temsil ettiğini ifade ediyor. Porseleni kâğıt, kâğıdı porselen gibi kullanarak bu iki malzeme arasında yanılsamalar da yaratan sanatçı, katmanlı ve titreşimli bu çoğul yüzeylerle gerçeğin muğlak yanına da göndermede bulunduğunu söylüyor.


Çalışmaların uzun yıllardır devam ediyor. Çok sayıda kişisel sergin oldu, farklı temalar işledin, farklı ülkelerde sergilere katıldın. “Yas Yasa Yasak” serginde bir ana motif var ve eserler buna göre seçilmiş diye düşündüm. Bu serginin hikâyesini bizimle paylaşabilir misin?

Esra
Carus

Çoğunlukla toplumsal konu, haber, tarihî bir olay üzerinden otobiyografik bir okuma yapıyorum. Üzerinde durduğum hikâyelerin temel duygu, düşünce ve çağrıştırdığı kavramlar yönünden bir anlamda hafıza kaydını tutuyorum. “Yas Yasa Yasak” için sosyal ve politik konulara temas ettiğim işlerimden bir seçki oluşturduk küratör Nazlı Pektaş ile. Bu sergimde son 25 yılda tanıklık ettiğim konuların tarihsel arka planlarına ve benim kişisel tarihimle kesişen yönlerine vurgu yaptığım işlerimin bir kısmını sergiliyorum. Aslında 100 yıldan fazla zamandır, kabul ve yüzleşme bekleyen sorunlar temelinde bugüne aktarılan yaraları sarmak ve iyileşmek gibi bir talebim var. Kâğıt ve porselen tabakalar halinde biçimlendirdiğim çoğu işimde hem zamanın hem de çözümsüz kalmış sorunların duygusal katmanlarının temsiliyetine yer veriyorum.

Sergimin kavramsal temeli, şahit olduğumuz ve vicdani olarak yara almamıza yol açan, adalet gibi son yıllarda daha da yıkıcı bir şekilde aşındırılmış bir ortak değer ve kötülük sorgulamalarımdan oluşuyor.

İçinden geçtiğimiz ve bu zaman dilimi içinde yaşadıklarımıza dair sorduğum temel soru, arkasında ne var? Nedensellik bağlarını düşünürken kendi içsel sorgulamalarımı da dahil ettiğim bir süreç bu.

Gezi Davası’ndan kadın cinayetlerine, maden kazasından toprak reformuna, Holokost’tan Gazze’ye, aydın katlinden medya manipülasyonlarına kadar birçok konuda yıllar içinde ürettiklerimi sergiliyorum.


Sergide bizi karşılayan Gezi Davası’nda yargılanan Mine Özerden’e atfen yapılmış bir enstalasyon. Yukarıda bahsettiğim ürkütücü ses eşlik ediyor. Mine Özerden, Gezi Davası’nda bulunamayan bir ihbarcının kanıtlanmayan iddiasıyla 700’ü aşkın gündür cezaevinde yatıyor. Davayla ilgili geçtiğimiz günlerde MLSA bir yazı yayınladı: "Mine Özerden bulunamayan bir ihbarcının, kanıtlanmayan iddiasıyla 700 gündür tutuklu"

Mine Özerden cezaevine girdikten kısa bir süre sonra, 26 Mayıs 2022’de babasını kaybetti. İzin alınarak cezaevinden cenazeye katıldı. Babasının kaybını ona avukatları haber verdi. Dışarıda olan herkes babanın kaybını öğrenmişken Mine henüz babasıyla ilgili bilgi almamıştı. Cenaze öncesi cenazeye katılıp katılamayacağı kesin değildi, yakınları yürekler ağızda izin çıkmasını bekledi. Neyse, izinler alındı ve cenazeye katılabildi. Ama ne katılmak… Bir tabur jandarma eşliğinde –elbette silahlıydı jandarmalar– ve elleri kelepçeli olarak camiye getirdiler. Mine Özerden hiçbir yakınına dokunamadı, annesine ve kardeşine sarılamadı. En fazla uzaktan gözler buluştu, bakışlarla buradayız, yanındayız dendi. Gözler selam ve sevgiyi iletti. Her şey orantısızdı ve adaletsizdi. Tam da bugünlerde Gezi’nin yıldönümü zamanı, barışçıl gösterilerle ilgili hüküm giymiş kişinin camiye getirilme şeklini görmeliydiniz. Tank eksikti, tüfek vardı. TOMA –hatırlayamıyorum– gerekirse gelirdi. Ben sergi salonuna girip eseri gördüğümde bir tokat yemiş gibi oldum. İzlemekle cezalandırıldığımız silahlı ve jandarmalı cenaze, Mine’nin yasının yasaklanmasının, cezaevinde hayatı elinden alınan siyasi hükümlülerin yaşadıklarının, o acıların tokadı.


Mine – “Yas Yasa Yasak”

Bu enstalasyondan ben çok etkilendim. Belki sergi salonunda hepimiz kendi çağrışımlarımızda savrulup gidiyoruz. Bu çarpılmayla içimden coşkun bir şekilde kendi sözüm ve duygum da fırlamış oldu. Belki sanatın dönüştürücü yanı burada. “Yas Yasa Yasak” adını verdiğin eseri bir de senin ağzından dinleyelim mi?

Eğer böyle bir algı yaratabilmişsem iyi bir iş yapmışım diye düşünürüm, çünkü zaten ortak bir duyguda buluşabilmeyi hedefliyorum. Tam anlattığın gibi çoğu detay ama barışçıl bir gösteriye dahi katılmamıştı Mine, Gezi Olayları sırasında Muğla’da bir eğitim programı yürütüyordu. Aslında beraat ettiği halde ihbarcının kimliği ve ihbarın ne olduğu konusunda bir hukuk garabeti yaşandı, Mine başta olmak üzere kimse bilgi sahibi değil hâlâ. Evet, o gün birlikte cenaze törenine katıldık ve Bülbülderesi Mezarlığı’nda babası defnedilirken Mine’nin acılı ve metin duruşunu izledik. Babasını kaybedenlerin bildiği acıya tanıklık ederken, etrafı jandarmalarla çevrili haldeyken ona dokunamamak çok canımızı yaktı ve bir fotoğraf çektim o sırada. İşte bu fotoğraftan çıktı “Yas Yasa Yasak” adını verdiğim enstalasyon. Karton katmanlardan oluşan bu yerleştirmede Mine’nin fotoğraftaki görüntüsünü kullandım, yanında yine aileye ait mezar taşıyla aralarına da kolluk güçlerinin kostümlerini temsilen giysi patronlarını çağrıştıran soyut figürler yaptım. Fonda mezarlığın fotoğrafı var ve nihayet “Yas Yasa Yasak” kelimelerini art arda duyduğumuz fısıltı halinde bir seslendirme var. Sergiye de adını vermiş olduğum bu işle, Mine’nin yasının yasalar nedeniyle yasaklanışını gösterirken, vicdani ve hukuki adalet talebimi dile getiriyorum. Sofokles’in Antigone’sini çağrıştırdı gördüğüm sahne o gün bana ve adaletsizlik nedeniyle yaşanan bir acıya, baba kaybıyla yine bir büyük acının ağırlığının eklendiğini göstermek için bu işi gerçekleştirdim. Jandarmalar görevlerini yapıyorlardı ama vicdanlarının kanadığı yüzlerinden okunuyordu.

Sofra'da Kim Eksik?

“Sofra’da Kim Eksik?” sergide yer alan bir diğer enstalasyon. Gezi Davası’nın duruşmaları sırasında yaşanan bir konuşma üzerinden tasarlanmış. Bize biraz anlatabilir misin?

Evet, Gezi Davası’nı takip edenler arasındaydım, duruşmaların çoğunu izledim. Silivri’deki duruşmalardan birinde bir tanık müşteki sıfatıyla katılmıştı ve mağduriyetinden bahsediyordu. O sırada önümdeki sırada oturan Ali İsmail Korkmaz’ın annesi Emel Korkmaz ayağa kalkarak öfke ve acıyla isyan etti, hepimiz donduk kaldık, yanında Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan oturuyordu ve onu teskin etti. Bu iki acılı kadının evlerine döndüklerinde akşam yemeğinde evlatları için masaya koyamadıkları tabak ve bardağın yokluğunu temsili kesik çizgilerle göstermek istedim. Keza o sırada tutuklu yargılanmakta olan Osman Kavala’nın yıllardır oturamadığı yemek masasına Ayşe Buğra da yalnız oturmak zorunda kalıyordu. Bu günahsız insanlar üzerinden hamaset yapılırken o sahnelerin zihinlerde canlanmasını ve yalnızlığa terk edilmenin kederini yaşayan aileleri hatırlatmak istedim “Sofra’da Kim Eksik?” derken.

Duruşma sırasında Emel Korkmaz’ın konuşmasına ben de tanık olmuştum. Sesindeki titreme ve söyledikleri unutulmazdı gerçekten. Müşteki olunabilmesindeki o yüzsüzlük karşısında hissedilen tepkiyi ben de içimde hissediyorum. Ali İsmail Korkmaz sofrada eksik, katilleri de pişkin bir arsızlıkla ceza görmeden yaşamlarını sürdürüyor. Aslında sofrada o kadar çok eksiğimiz var ki… Öldürülen kadınlar, nefretle bedeni parçalanan translar, helikopterden atılanlar, kayıplar… Sadece özgürlüğü değil, yaşam hakkı elinden alınmış olanlar. Ortak nokta ise adaletin sağlanmıyor oluşu.

Aslına bakarsan sergide yer alan tüm eserlerden söz etmek istiyorum. Hepsi ayrı bir heyecan yarattı bende. Ama her şeyi anlatmak izlemeye gideceklere haksızlık olur. Son olarak “Güvercin Tedirginliği” eserinden bahsederken aile hikâyenizden söz etmiştin…

Güvercin Tedirginliği

Adından da anlaşılacağı üzere, Hrant Dink’in yazısına ithafen 2011 yılında yaptığım bir düzenleme “Güvercin Tedirginliği”. Küçük porselen plakaları birleştirerek oluşturduğum bu kuşlar gazeteci ve aydın cinayetlerine dair yine geride kalanların yaşadıkları yası görünür kılmak istediğim işlerden biri. Aydın cinayetleriyle kendi aile hikâyem arasında kurduğum bir ilişkilenme ve yasla ilgili farkındalık kazandığımı düşündüğüm bir iş. Ailem Balkan göçmeni ve baba ailem Silistreli. Dedem öğretmen ve babam iki yaşındayken bir siyasi cinayete kurban gidiyor, ardından birkaç yıl içinde geride kalanlar Türkiye’ye göç ediyor. Göçün yarattığı travmanın gölgesinde kalan bu tutulamamış yası, babamı kaybettiğimde uzun süren yas sürecimde fark ettim. Karanlık bir odada, loş ışıkta yerleştirdiğim bu kuşlar, zaman aşımına uğrayan, cezasız kalan, faili meçhul bırakılan kayıpların ailelerinin ömür boyu süren alacakaranlıkta bekleyişlerini, bitmeyen yaslarını temsil ediyor.


Kişisel hikâyelerimizle tanıklık ettiğimiz hikâyelerin örtüşmesi gerçekten çok çarpıcı. Failler aslında hep belli. Muhtemelen dedenin katili de belliydi, biliniyordu. Üzerine yaşanan göç, travmanın başka bir travmayla örtülmesi gibi bir durum. Biz bu hikâyeleri biliyoruz. Hepsine bir arada bakınca aynı o korkutucu ses gibi tekrar eden bir tarafı var. Kötülük çok sistematik, zamana yayılmış, tekrar ediyor, cezasız kalıyor ve yüzleşilmiyor. Tutamadığımız yas içimizde birikiyor. Olanları izleme eziyetine maruz kalıyoruz, taşları yerinden oynatmaya çalışıyoruz, çoğu zaman iğneyle kuyuyu kazıyoruz ve bazen ferahlatıcı sulara eriştiğimiz momentler de oluyor. Esra Carus’un yaptığı porselen güvercinler kırılgan ama bir o kadar da dayanıklı. Kırılgan dayanıklılığımız, katmanlarımız ve vazgeçmeme inadımız iyi ki var. Başka yolu yok.

 

NOT:

Sergi devam ederken Depo’da sergiyle ilgili çeşitli etkinlikler de yapılıyor. 4 Mayıs Cumartesi günü saat 16:30’da Nazile Kalaycı (Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü) ve Emre Koyuncuoğlu (tiyatro sanatçısı) ile söyleşi var.

11 Mayıs Cumartesi gününün programında ise saat 18:00’de Nazlı Pektaş (küratör) ve Özlem Altunok (Argonotlar) ile sergi kitabı lansmanı bulunuyor.

Yazarın Tüm Yazıları
  • Esra Carus
  • Gezi davası
  • Mine Özerden
  • “Yas, Yasa, Yasak”

Önceki Yazı

DENEME

Sanat ve siyaset konuştuğumuzda

ne konuşuruz?

“Yazar Édouard Louis de, sinemacı Ken Loach da kendi hayatlarını tartışıyorlar aslında Sanat ve Siyaset Konuşmaları’nda; ne üretiyorlarsa ona dair düşünüyorlar. Bu tartışmalara bakmak, katılmak ve hatta sürdürmek gerekir onları.”

ERDEM ÖZGÜL

Sonraki Yazı

PORTRE

Reha Mağden’i hatırlamak

“Reha’nın ısrarla gözettiği poetika, yazıda da kendisi gibi olmaktı. Behçet Necatigil’in deyişiyle 'tek yürekli sanatçı kişilik' olmak. Şairin 'çift kalpli' diyerek eleştirdiklerinin ('gündüz insan gece hırt') karşısına koyduğu 'tek yüreklilik', bütünlüklü, tutarlı, düşüncesiyle davranışı bağdaşmış kişilik.”

MAHMUT TEMİZYÜREK
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist