Elfriede Jelinek:
Bastırılmış arzuların provokatif yazarı
“Elfriede Jelinek kadar keskin ve acımasız bir kaleme sahip az yazar bulunur. Onun metinlerini ayaklarınızı uzatıp hayallere dalarak okuyamazsınız. Sert, müstehcen, saldırgan, yer yer kaba ve ziyadesiyle acımasızdır.”

Elfriede Jelinek
Kabul edelim, 2004 yılında Elfriede Jelinek’e Nobel Edebiyat Ödülü, romanlarındaki ve oyunlarındaki seslerin müzikal akışı, toplumun klişelerini ve onların baskılayıcı gücünü olağanüstü dilsel bir tutarlılıkla açığa çıkardığı gerekçesiyle verildiğinde, mütevazı sayıda Türkçe okur onun edebi faaliyetlerinden haberdardı. Önce Hırs ve Arzu romanları, akabinde ise Piyanist romanı çıkmıştı ve bu romanlar farklı şekillerde ziyadesiyle sert metinlerdi. Aslında üç roman yabancı bir yazarı edebi kamuya tanıtmak için fena bir sayı sayılmaz. Ancak biraz sonra açmaya çalışacağım nedenlerle Elfriede Jelinek kolay bir yazar değildir. Bu nedenle Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması onun biraz daha görünür olmasını sağladı bu topraklarda, ancak gene de tam bir kan uyuşması olduğunu söylemek güç.
Modern edebiyatın panteonunda Elfriede Jelinek kadar keskin ve acımasız bir kaleme sahip az yazar bulunur. Her şeyden önce Elfriede Jelinek’in edebiyat dünyasında fazlasıyla kötü bir ünü vardır. Bu ünü ise tırnaklarıyla, kelime üstüne kelime koyarak kazanmıştır. Onun metinlerini koltuğunuzda rahat rahat oturarak ya da şöyle ayaklarınızı uzatıp hayallere dalarak okuyamazsınız. Sert, müstehcen, saldırgan, yer yer kaba ve ziyadesiyle acımasızdır. Bu yönüyle yine aynı topraklardan çıkan Thomas Bernhard’ı andırır. Ancak Bernhard daha doğrudan bir anlatım biçimini seçerken, Jelinek belki de aldığı dramaturji eğitimi nedeniyle metne kendi acımasız bakış açısını yedirmeyi başarır. Bu yüzden ülkesinin muhafazakâr kanadı tarafından toplumsal kurumları ve kültürel değerleri aşağıladığı için devamlı eleştirilmektedir. Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması İsveç akademisinde de tartışmalara yol açmıştır. Akademi üyelerinden Knut Ahnlud kaotik ve pornografik romanlar yazan birine bu ödülün verilmesini protesto etmek için akademiden ayrılır.
Jelinek, Arzu romanıyla kadın cinselliği ve kadın bedeninin nesneleştirilmesi üzerinden ataerkil yapıya ağır bir eleştiri getirir. Romanın küçük bir Avusturya kasabasında yaşayan, mutsuz bir evlilik içinde sıkışmış kadın kahramanı Gerti’nin hikâyesi hem kişisel bir trajediyi hem de toplumsal bir eleştiriyi ortaya koymaktadır. Gücün kötüye kullanılmasının bir timsali olarak resmedilen Gerti’nin kocası Herman ise zengin, başarılı ve karizmatik bir sosyal figürdür. Ancak Herman’ın Gerti üzerinde kurduğu cinsel ve psikolojik şiddet sadece baskıcı bir evlilik ilişkisini değil, aynı zamanda ataerkil sistemin de bir çeşit izdüşümünü ortaya koyar.
Hırs romanında ise Avusturya’nın kırsal bir bölgesinde görev yapan polis memuru Kurt Janisch aracılığıyla insan doğasının en karanlık yönlerine doğru bir yolculuğa çıkarız. Bireylerin açgözlülüğünü, yaşadıkları ahlaki çöküşü, başkası üzerinde kurulan tahakkümün sınır tanımaz hazzını, toplumsal suç ortaklığını Jelinek okuyucusuna hiç acımadan, oldukça sert bir anlatının içine yedirir. Kasaba halkının Janisch’in eylemlerine kayıtsız kalarak ya da dolaylı olarak onu destekleyerek sergilediği sessizlik, pasiflik ve dahası suç ortaklığı, insan dediğimiz ve genel olarak hep kutsadığımız türün belki de en çıplak halini göstermektedir.
Elfriede Jelinek herkesin hazmedebileceği bir yazar değildir. Jelinek sıradan insanların zor hayatlarını yazar. Kendisinin de zor bir hayatı olmuştur. 20 Ekim 1946’da Avusturya’nın küçük bir sanayi kasabası olan Mürzzuschlag’da doğar. Babası Friedrich Jelinek çelik endüstrisinde çalışan, Çek-Yahudi kökenli bir kimyagerdir. Annesi Olga Jelinek ise varlıklı bir Viyanalı aileden gelir. Babasının zihinsel sağlık sorunları yaşaması ve bir psikiyatri hastanesinde hayatını kaybetmesi aileye dair travmatik bir unsur oluştururken, bundan sonra annesi Jelinek’in hayatında daha güçlü ve kontrol edici bir figür olmaya başlar. Olga özellikle sanat alanında kızı için iddialı planlar yapıp onu bir dahi çocuk gibi yetiştirmek istemiş ve erken yaşlardan itibaren kızını yoğun ve ağır bir müzik eğitimine zorlamıştır.
Jelinek, Viyana Konservatuarı’nda piyano, org ve kompozisyon eğitimi almıştır. Viyana Üniversitesi’nde sanat tarihi ve tiyatro eğitimi görürken, annesi tarafından gördüğü katı ve tavizsiz baskı sonunda meyvelerini vermeye başlar. Tabii hiç istenmeyen bir biçimde. Jelinek yoğun kaygı bozukluğu teşhisiyle eğitimine ara vermek zorunda kalır. Bundan sonraki tüm hayatı boyunca sosyal fobi ve anksiyeteyle mücadele edecek, ancak bunu hiçbir zaman kamuoyundan saklamayacaktır. Eleştiriler ve kamuoyu ilgisine karşı aşırı duyarlığı bu sorunlarla yakından ilişkilidir. Kamuya açık bir şekilde izlenmek veya değerlendirilmek onun için son derece rahatsız edici bir durumdur. Bu nedenle Nobel Edebiyat Ödülü’nü almaya gidememiş, ödül konuşmasını uzaktan yapmayı tercih etmiştir.
1983 yılında yayımlanan bastırılmış arzuların romanı Piyanist, Michael Haneke’nin 2001’de yaptığı film uyarlamasıyla uluslararası alanda en çok tanınan Jelinek romanıdır. Roman, Viyana’da yaşayan orta yaşlı bir piyano öğretmeni olan Erika Kohut’un hikâyesini anlatır. Erika hayatını piyano çalmaya ve annesinin katı kontrolü altında disiplinli bir şekilde yaşamaya adamış bir kadındır. (Ne kadar da tanıdık geliyor, değil mi?) Ancak bu yüzeydeki düzenli hayat derin bir psikolojik çöküşü gizler. Erika annesiyle birlikte yaşar ve onun tahakkümü altında, bireysel özgürlükten tamamen mahrum bir hayat sürer. Anne-kız arasındaki ilişki bağımlılık ve kontrolün bir karması olup, zamanla yoğun duygusal şiddet içeren derin bir patolojik boyut kazanır.
Erika’nın karşısına genç, yakışıklı ve kendine güvenen bir müzik öğrencisi olan Walter çıkınca hikâye başka bir boyuta evrilmeye başlar. Erika bu genç müzik öğrencisi tarafından kendisine gösterilen ilgiyi kontrol etmek isteyip kendi arzularını onun üzerinde tatmin etmeye çalışınca ortaya sado-mazoşist bir oyun çıkar. Jelinek roman boyunca cinselliği güzelleştirme veya romantikleştirme yerine, bir güç savaşı ve şiddet aracı olarak gösterir. Erika’nın cinselliğe yaklaşımı psikolojik travmaların bir ürünüdür ve her şey gibi o da bir iktidar savaşından başka bir şey değildir. Piyano Erika’nın hayattaki tek kaçış alanı gibi görülse de, bu alan bile annesi tarafından kontrol edilmekte ve sanat bir kurtuluştan ziyade bastırılmış arzuların bir aynası haline gelmektedir.
Jelinek, Piyanist’te sert, rahatsız edici ve yer yer soğuk ve mesafeli bir dil kullanır. Parçalı cümleler ve mesafeli bir anlatıcı bizleri kaçınılmaz biçimde toplumsal normlarla bireysel dürtüler arasındaki uyumsuzlukla yüzleşmeye zorlar. Alaycı ve ironik anlatım tarzı hem karakterlerin psikolojik durumlarını hem de toplumsal eleştiriyi derinleştiren en önemli etkenlerdendir. Cinselliğin baskılanması, burjuva toplumundaki şiddet ve güç gibi temaları merkeze alan metin, ataerkil sistemin ve kültürel muhafazakârlığın keskin bir eleştirisini ortaya koymaktadır.
Jelinek, Âşık Kadınlar adlı romanında ise isimsiz bir Avusturya taşrasında iç çamaşırı fabrikasında çalışan iki genç kadına, Brigitte ve Paula’ya odaklanır. Bir Jelinek romanında hem işçi sınıfına ait hem de kadın bir karakterseniz hayat sizin için hiç kolay olmayacaktır. Brigitte’in evlilik ve annelik rollerine sıkışmış hesaplı yaklaşımı toplumsal beklentilere uyumu simgelerken, Paula’nın romantik idealizmi, kendini ve bedenini keşif yolculuğu ise hayal kırıklığı ve umutsuzlukla sonuçlanır. Aşk bir Hollywood romantik komedisindeki gibi değildir. Gerçek hayatta aşk yapılması gereken zorlu bir ev işidir; dikilmesi gereken bir elbise, temizlenmesi gereken bir tuvalettir.
Jelinek bu kadınları ne sempatik ne de küçümseyici bir şekilde betimler. İki kadının da farklı beklentilerle de olsa evliliği tek yol olarak görmelerinde, içine sıkıştıkları hayattan kurtuluşun bir erkek aracılığıyla olacağını düşünmelerinde suçu onlara değil, farklı bir seçim şansı sunmayan toplumsal yapıya yükler. Ayrıca bu toplumsal yapı erkekleri kolluyor gibi görünse de, erkeklere dağıtılan roller onları da mağdur etmektedir. Brigitte ve Paula bir hayat kurmak için ellerindeki tek gerçek sermayenin bedenleri olduğunu doğallıkla bilirler; bu bilgiyi yine aynı doğallıkla kabul eder ve ellerindeki kartları buna göre oynarlar. Toplumsal normların tıpkı kadınlar gibi hayatı ve bedenlerini tanımalarına izin vermediği toy erkekler de bu oyuna düşerler. Sonrası… Sonrası iki tarafın da birbirini ölesiye suçladığı bir nefret oyunudur artık. Geçen yıllar, kaçırılan fırsatlar, unutulan hayaller bu nefreti devamlı besleyecektir.
Jelinek’in Âşık Kadınlar’da büyük harfi neredeyse hiç kullanmaması, biçimin içerikle örtüşmesinin çok ilginç bir örneğidir. Önemsiz insanların önemsiz hikâyeleri için büyük harfe ihtiyaç yoktur. Romanın minimalist üslubu ve tekrarlayan yapıları, kadınların yaşamlarındaki tekdüzeliğe ve çıkışsızlığa okuyucuyu da ortak eder. Roman bir masalı konu ediyormuş gibi lirik ve ritmik cümlelerle devam eder, ama anlatılan şeyler bir masal olamayacak kadar sert ve huzursuz edicidir. Bu tarz okuyucuda ister istemez bir yabancılaşma etkisi yaratır. Bu etki o kadar ustaca ve doğallıkla verilir ki, empati yeteneği en yüksek okuyucu bile karakterlerle kolay kolay özdeşlik kuramaz.
İlk kez 1980’de yayımlanan Dışarıda Kalanlar romanı savaş sonrası Avusturya’yı anlamsız şiddet eylemlerine başvuran bir grup umutsuz genç üzerinden anlatır. Avusturya’nın gerçek anlamda yüzleşilmemiş Nazi geçmişi atmosferinde geçen roman travma ve suçluluğun nesiller arası aktarımını ve bunun beraberinde getirdiği sonuçları gene sert bir hikâyeyle ortaya koyar. Jelinek’in kaleminden bir çeşit Otomatik Portakal hikâyesi okuruz. Ancak Jelinek’in şiddetinin arkasında siyasi bir arka plan vardır. Anlatıda çoklu perspektifler ustaca harmanlanarak doğrusal bir yapı reddedilmiştir. Gençlerin acımasızlıklarını çevrelerindeki sıradanlıkla yan yana getirerek Jelinek yüzeydeki normalliğin altındaki derin tarihsel ve kişisel yaraları ortaya çıkarmaya çalışır.
Roman Viyana’da yaşayan bir grup gençten oluşan bir çeteye odaklanır. Bu çete topluma uyum sağlayamayan bireylerin oluşturduğu bir gruptur. Çete üyeleri hem toplumu hem de kendilerini sorgulayan bir nihilizm içindedir. Toplumsal düzeni reddetmek amacıyla yasadışı ve şiddet içeren eylemlere yönelirler. Bu şiddet hem bireylerin kendi çaresizliklerinin bir yansıması hem de bir çeşit toplumsal protestodur. Grup hırsızlık, saldırı ve vandalizm gibi eylemlerle otoriteye ve ailelerine karşı gelir. Ancak zamanla çetenin yasadışı eylemleri ve bireysel iç çatışmaları grup dinamiklerini giderek daha da bozar. Nihayetinde bu şiddet dolu yaşam tarzı bir yerden sonra iyice sürdürülemez hale gelir. Roman karakterlerin kaçınılmaz bir şekilde yıkıma sürüklenmesiyle sonuçlanır.

İnsan varoluşunun en karanlık yönlerini anlatan Jelinek okuyucularını eleştirdikleri sisteme yaptıkları katkılarla yüzleşmeye zorlar. Ona göre hepimiz en hafifinden konformizm uğruna, kaçmaya çalıştığımız yapıları yeniden üreten suç ortaklarıyızdır. Metinlerindeki parçalanmış anlatılar, bilinç akışı teknikleri ve çok sesli yapı ve rahatsız edici ve sarsıcı temalar okura hiçbir zaman rahat bir okuma imkânı sunmaz. Düzyazısı çelişkilerden oluşan bir labirenti andırır; şiirsel ama acımasız, parçalı ama bütünsel, oyunbaz ama yıkıcı... Ondaki ironi ve tekrar sadece üsluba dair süslemeler değil, aynı zamanda yaşamın her alanına nüfuz eden güç ve kontrol sistemlerini yıkıma uğratmak için kullandığı araçlardır.
Jelinek’in sosyal fobisi zorlu bir durum olmasına rağmen, paradoksal bir şekilde yaratıcılığını beslemiştir denebilir. Kendi zihnine çekilerek, olağanüstü bir gözlem gücüyle çağdaş toplumun kaygılarını ve nevrozlarını yansıtan, zengin ve karmaşık bir edebi dünya yaratmayı başarmıştır. Sorun günümüz okuyucusunun içine düştüğü nevrozla labirentimsi bir dünyada yüzleşme isteğinin olup olmadığıdır. Cesaretten bahsetmiyorum bile. Önce istemek gerekir. Onun yaşadığı yoğun kaygı bozukluğundan kurtulabilmek için, bir anlamda tedavi niyetine başladığı yazı çalışmaları sonunda Avusturya ve dünya edebiyatının en özel yazarlarından birine dönüşmesi hayatın tuhaf şakalarından biri olarak görülebilir. O iyileşememiştir belki, ancak yazdıkları sayesinde birçok şanslı okuyucu hayatı, kendini, toplumu daha sağlıklı değerlendirme şansı yakalamıştır.
Önceki Yazı

Bir kuşağın son temsilcisi aramızdan ayrıldı.
İlhan Usmanbaş’ı yitirdik.
“Elliler Modernizmi’nin özgürlükçü söyleminin/üretiminin en ödünsüz temsilcisi hiç kuşkusuz, 'boşluğa atlayış' pahasına, hep önde gitmiş olan İlhan Usmanbaş'tı.”
Sonraki Yazı

Haftanın vitrini – 5
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Antroposen Alegorileri / Çiçeklenmeler / Hepimiz Yıldız Tozuyuz / İkiz Dîvan / Mor Dağlar / Osmanlı Baroku / Osmanlı İmparatorluğu’nda Hukuk ve Devlet / Pasajlar / Scorpion ve Felix / Unutulan Ruhların Çukuru